TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SAMİ SELÇUK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2020/19011)
|
|
Karar Tarihi: 22/2/2022
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Mustafa İlhan ÖZTÜRK
|
Başvurucu
|
:
|
Sami SELÇUK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; Yargıtay onursal üyesi olan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu genel sekreterine yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin ifade özgürlüğünü, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/7/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu; Yargıtay Cumhuriyet savcılığı, Yargıtay üyeliği, Yargıtay daire başkanlığı olmak üzere toplam otuz yıl Yargıtay da görev almış; Yargıtay birinci başkanlığı görevini yapmaktayken emekli olmuştur. Başvurucu hâlen ceza ve ceza yargılaması hukuku profesörü olarak bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesidir. Hâlen Yargıtay üyesi olan davacı ise olayların yaşandığı tarihte o zamanki adıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) genel sekreteri olarak görev yapmaktadır.
A. Arka Plan Bilgisi
9. 2015 yılı Nisan ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmaya yönelik, bilerek ve isteyerek, görevleri dışında, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme, gizliliğin ihlali ve görevi kötüye kullanma ve benzeri suçlardan yürüttüğü soruşturmalar kapsamında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüpheli tutuklanmıştır.
10. Olay tarihinde İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olan M.Ö., şüpheli müdafileri tarafından verilen İstanbul sulh ceza hâkimliklerinin tamamının reddine dair dilekçeyi işleme koyarak sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulü ile şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi M.B.yi görevlendirmiştir. M.B. ise bir gün sonra anılan soruşturma dosyaları kapsamında tutuklu olan tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir.
11. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir.
12. O tarihlerde ulusal basında sayısız habere konu olan tahliye kararıyla ilgili olarak Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) talimatıyla hareket ettikleri iddia edilen Hâkim M.Ö. ve M.B. hakkında soruşturma işlemleri başlatılmış ve sonrasında M.Ö. ve M.B. tutuklanmıştır.
B. Başvuru Konusu Olay
13. Olayların meydana geldiği tarihlerde HSYK genel sekreteri olan davacı 11/6/2015 tarihinde bir gazeteye konuyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur. Açıklamaların yer aldığı haberin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Paralel yapı soruşturmalarında tutuklu bulunan 66 şüpheliye yönelik hukuksuz tahliye girişimi için avukatlar aracılığıyla kamikaze hakimleri kullanan örgüt, bu sefer de sosyal medya aracılığıyla dedikodular üreterek kaos yaratma çabasına girdi. Paralel yapıya yakın sosyal medya hesapları tarafından, paralel yapı soruşturmaları kapsamında tutuklama kararına imza atan hakimlerin pişman oldukları ve avukatlarla pazarlık içine girdikleri iddiası ortaya atıldı.
'Kararlılığımızı Göreceksiniz'
Paralel yapının sosyal medyada hakim ve savcılara yönelik iftiralarıyla ilgili olarak HSYK Genel Sekreteri [B.B.] özel açıklamalar yaptı. [B.B.], paralel yapı soruşturmalarında görev alan hakim ve savcıların af dilediği, avukatlarla pazarlık yaptığı iddialarının hayal ürünü olduğunu söyledi. [B.B.], sosyal medyada yer alan iddiaların gerçeği yansıtmadığını, paralel yapıyla olan mücadeledeki kararlılıklarını hazırladıkları HSYK kararnamesinde kamuoyunun göreceğini belirtti.
'2. Kamikaze Vakasında Gereği Yapılır'
Öte yandan paralel yapı soruşturmalarında tutuklu bulunan 66 şüpheliye yönelik hukuksuz tahliye kararı veren 'kamikaze hakimler' [M.B.] ve [M.Ö.] gibi hakimlerin bu süreçte ortaya çıkabileceği belirtiliyor. Yeni bir kamikaze girişiminin planlanabileceği iddia ediliyor. HSYK'nın paralel yapı soruşturmalarında görev alan yargı mensuplarının arkasında olduğunu dile getiren HSYK Genel Sekreteri [B.B.], Mayıs ayında gerçekleştirilen kamikaze hakim vakasının bir benzerinin planlanması ve hayata geçirilmesi durumunda ise gereğinin aynı şekilde yeniden yapılacağını ifade etti."
14. 17/6/2015 tarihinde bir televizyon kanalında davacının anılan açıklamalarıyla ilgili düşüncesi sorulan başvurucunun değerlendirmeleri ise şu şekildedir:
"Açıklamayı yeni öğrendim ve hayretle karşıladım. Böyle bir arkadaşın hâkimler ve savcılar yüksek kurulunda bulunmasından dolayı gerçekten çok üzüntü duydum. Doğru bulmuyorum, yanlış buluyorum. Böyle bir açıklama yapmış arkadaşın derhal oradan ayrılmasını tavsiye ederim. Bu düpedüz bir tehdittir. Bundan başka bir yorumu yok bunun. Yani onu serbest bırakırsanız biz de şöyle yaparız böyle yaparız. Ne demek bu. Yargıç kararını özgür bir şekilde verecektir. Ahmet'in Mehmet'in isteğiyle değil. Bu arkadaş yargıçlıktan gelmedir herhalde. Bunu bilmesi gerekir. Herkesten önce bilmesi gerekir ve bu konuda duyarlı olması gerekir. Ben bunu şaşkınlıkla karşılıyorum. Üzüntüyle karşılıyorum. Orada bulunmasını da tasvip etmiyorum. Hukuk devletinde bu olmaz. Bunun gereğini onun arkadaşlarının yapması gerekir. Diyecekler ki ayrıl. Bu kadar basit. Bunu onlar demezlerse onlar sorumludurlar. Suça katılmış olurlar. Bu bir suçtur. 288. maddeyi okursanız görürsünüz. Derhal yapılmalı gereği."
15. Davacı, başvurucunun açıklamalarında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 13/7/2015 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.
16. Davanın görüldüğü Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 22/12/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; davacının açıklamalarıyla ilgili görüşlerine başvurulan başvurucunun anılan açıklamaları eleştirdiği, davacı hakkında herhangi bir isnatta bulunmadığı, bu nedenle başvurucunun beyanlarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı ifade edilmiştir.
17. Davacının temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 8/5/2018 tarihinde Mahkemenin kararını bozmuştur. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosya kapsamından; hakim olan davacının, yürütmüş olduğu HSYK Genel Sekreterliği görevi kapsamında 11/6/2015 tarihinde yargı gündeminde olan güncel konularla ilgili basına yaptığı açıklamalar üzerine, davalı tarafından 17/6/2015 tarihinde [B] TV’nin [A.Ö.] programında bu açıklamaların değerlendirilmesi sırasında davacıya yönelik olarak, davacının basına vermiş olduğu demeci nedeniyle adil yargılamayı etkileme suçunu işlediği şeklinde bir isnatta bulunduğu anlaşılmaktadır. Oysa ki, davacının beyanlarında tehdit unsuru herhangi bir ifade bulunmadığı gibi, davacının yürütmüş olduğu kamusal görev kapsamında korunması gerekir. Şu durumda, olay tarihi, olayın oluş şekli, davalı tarafından sarf edilen sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, eleştiri sınırlarının aşıldığı, kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kabul edilmeli ve uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmelidir. Bu yön gözetilmeden yanılgılı gerekçe ile davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir..."
18. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/3/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
19. Dairenin bozma kararına uyan Mahkeme; başvurucunun davacıya yönelik olarak basına vermiş olduğu demeci nedeniyle adil yargılamayı etkileme suçunu işlediği şeklinde bir isnatta bulunduğu, eleştiri sınırlarının aşıldığı, davacının onuru, şerefi ve saygınlığı yönünden kişilik haklarını zedelediği gerekçesiyle 17/9/2019 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun 1.500 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir.
20. Kararı temyiz eden başvurucu dilekçesinde; Yargıtay başkanlığı yapmış, hâlen bir hukuk fakültesinde profesör unvanlıyla ders veren, hukuk alanında bilimsel çalışmalar yürüten, yaşadığımız hukuk sorunları üzerine görüş açıklayan bir hukuk insanı olarak yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlamakla görevli HSYK’nın genel sekreterliği görevini yapan davacının açıklamaları hakkında ülkenin yargı pratiği ve adalet sisteminin işleyişi üzerinden eleştirilerde bulunmasının doğal olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu; davacının HSYK genel sekreteri sıfatıyla yaptığı anılan açıklamasının adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu, verilen bu demecin hukukun temel ilkeleri açısından değerlendirip eleştirildiğini, kişilik haklarına saldırı teşkil etmeyen beyanlarının ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gerektiğini belirtmiştir.
21. Daire, kararı 11/3/2020 tarihinde oyçokluğu ile onamıştır. Nihai karar, başvurucuya 8/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
22. Başvurucu 7/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
23. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Anayasa Mahkemesinin 22/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiası ve Bakanlık Görüşü
25. Başvurucu; davacının bahse konu açıklamasını hâkim sıfatıyla değil üstlenmiş olduğu idari görev nedeniyle yaptığını, bu nedenle ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında denge kurulurken davacının hâkimler için öngörülen sıkı korumadan yararlanamayacağını, kendisine yöneltilen eleştirilere daha fazla hoşgörü gösterme yükümlülüğü içinde olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu yapmış olduğu açıklamaların kamuoyunda dikkatle takip edilen güncel bir tartışmaya katkı sunduğunu ileri sürmektedir. Başvurucu, davacının açıklamaları ile yargıda görev yapan hâkim ve savcıları koruma yükümlülüğü bir yana bırakılarak yargı içinde korku yarattığını, bu açıklamalara yönelik eleştirileri ile yargı bağımsızlığının önemini vurguladığını ileri sürmüş; aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.
26. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kullandığı ifadeler dolayısıyla tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığı, çatışan iki değer arasında (ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı) adil bir denge kurulup kurulmadığı dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
2. Değerlendirme
27. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...
Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…
Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Müdahalenin Varlığı
29. Başvurucunun yaptığı açıklama sırasında kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
30. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
31. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
32. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
33. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk
34. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).
35. Başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği ifade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).
36. Bununla birlikte ifade özgürlüğü, sıkı bir şekilde yorumlanması gereken istisnalara tabidir ve herhangi bir kısıtlama ihtiyacı ikna edici bir şekilde tesis edilmelidir. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3) B. No: 2013/1123, 2/10/2013 § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).
37. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında bu iki hak arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların konumlarının, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).
38. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).
39. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 76). Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun yaptığı paylaşım nedeniyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120; Sinan Baran, § 38).
40. Somut olayda, kullanılan ifadelerin muhatabının şeref ve itibar hakkını ihlal ettiğinin ortaya konulması hâlinde başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı kabul edilebilir. O hâlde çözümlenmesi gereken mesele, derece mahkemelerinin başvurucunun açıklamalarının davacının şeref ve itibarını zedelediğini ikna edici bir biçimde ortaya koyup koymadığı olacaktır.
(4) Somut Olayın Değerlendirilmesi
41. Başvuru konusu olayda Yargıtay onursal üyesi olan başvurucu HSYK genel sekreteri olan davacının basına yapmış olduğu açıklamalara tepki olarak sarf ettiği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, Dairenin manevi tazminatın kabulüne ilişkin kararının gerekçesini incelemiştir. Daire, başvurucunun davacıya yönelik olarak adil yargılamayı etkileme suçunu işlediği yönünde bir isnatta bulunmasının davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kanaatine varmıştır. Öncelikle Dairenin başvurucunun açıklamaları içinde bulunan ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kanaatine vardığı ifadeleri açıklamaların bütününden ayrı bir şekilde değerlendirdiği görülmektedir. Oysa Dairenin bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmesi gerekmektedir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).
42. Bu nedenle öncelikle başvurucunun beyanları davacının anılan açıklamaları ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Başvuru formunda konuyla ilgili ifadeleriyle başvurucu, tartışmalı tahliye kararlarını veren hâkimlerin kim olduklarından bağımsız olarak hâkim ve savcıların hiçbir etki altında kalmadan özgürce karar verebilmelerini sağlayan yargı bağımsızlığı ilkesine dikkat çekerek; kişileri değil hukukun temel bir ilkesini savunduğuna vurgu yapmıştır. Başvurucu; davacının açıklamalarının yargı içinde tedirginlik yaratacağını, herhangi bir dosyada karar vermek üzere olan yargı mensuplarının alacakları kararların idari olarak bağlı oldukları HSYK tarafından uygun görülüp görülmeyeceği endişesi içinde olacaklarını ifade etmiştir. Davacının açıklamalarının yürütmekte olduğu idari görev nedeniyle hâkim ve savcılar üzerinde etki doğurma riski açıktır. Başvurucu da bu açıklamaya atıfta bulunarak davacının sözlerinin belirli bir soruşturma veya davayı değil genel olarak adil yargılamayı ve yargı bağımsızlığını zedelediği iddiasında bulunmuştur. Başvurucu, davacının hâkimler ve savcıların verecekleri kararlar nedeniyle muhatap olabilecekleri idari tedbirlere dair basına yansıyan açıklamalarını eleştirmektedir. Şu hâlde başvurucunun değerlendirmelerinin güncel olduğu ve kamuoyu gündeminin ilk sıralarında yer alan kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.
43. Başvurucunun sözleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde muhatabını aşağılayıcı, küçük düşürücü, tahkir edici veya kaba bir dil kullanmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu eleştirileri ile davacının kişiliğini değil idari görevi nedeniyle yaptığı açıklamaları, diğer bir anlatımla adalet sisteminin işleyişi sırasında kendi bakış açısından gördüğü aksaklıkları hedef almıştır. Başvurucunun davacının basına yapmış olduğu açıklamaların adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu oluşturabileceği yönündeki beyanları bir hukukçunun düşünce ve yorumları olarak kabul edilmelidir. Bir hukukçunun bir olayı, hassasiyet gösterdiği hukuki ilkeler temelinde kendi bakış açısıyla yorumlaması nedeniyle muhatabının kişilik haklarını zedelediğinin kabul edilmesi, hoşgörü ve açık fikirliliğinin teminatı olan ifade özgürlüğü ile bağdaşmayacaktır.
44. Bununla birlikte kullanılan dil ve üslubun muhatabı açısından rahatsız edici olduğu düşünülebilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlarından birini teşkil eden ifade hürriyeti, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (benzer bir karar için bkz. Bekir Coşkun, § 52).
45. Kaldı ki davacı, anılan açıklamaları yargı görevini yapan bir hâkim sıfatıyla değil idari görevli bir bürokrat olarak yapmıştır. Basına açıklama yapan davacının tanınmışlık derecesi ve yürüttüğü görev itibarıyla yargı mensupları üzerinde tasarruf yetkisine sahip en üst idari kurulun yöneticisi olması karşısında yapılan açıklamaların hukuk çevreleri tarafından eleştirilebileceği ve davacının da kendisine yönelik eleştirilere diğer vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekeceği hatırda tutulmalıdır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ali Suat Ertosun (7), B. No: 2014/1416, 15/10/2015, § 36).
46. Yukarıdaki tespitlere karşın Daire; başvurucunun kullanılan ifadelerin bağlamını, ifadelerin dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, davacının önceki davranışlarını, kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini, tarafların konumunu gözetmeksizin soyut bir değerlendirme ile kullanılan sözleri yapılan açıklamamın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirerek ifadelerin kişisel saldırı oluşturduğu kanaatine ulaşmıştır.
47. Daire, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple başvurucunun aleyhine hükmedilen manevi tazminat kararı bakımından ileri sürülen gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiası ve Bakanlık Görüşü
49. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Bakanlık, makul süre şikâyeti hakkında atıfta bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararları gözönünde bulundurularak karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.
2. Değerlendirme
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
51. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
52. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).
53. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
54. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki 4 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
56. Başvuruda tespit edilen ifade özgürlüğüne ilişkin hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
57. Öte yandan somut olayda makul sürede yargılanma hakkı bakımından ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya -taleple bağlı kalınarak- net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. 1. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,
2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğü ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2019/270, K.2019/413) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya, makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 446,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.