TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
MEHMET ZİYA DEMİRKOL BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/20644)
Karar Tarihi: 27/2/2024
Başkan
:
Kadir ÖZKAYA
Üyeler
Engin YILDIRIM
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Yıldız SEFERİNOĞLU
Raportör
Eren Can BENAKAY
Başvurucu
Mehmet Ziya DEMİRKOL
Vekili
Av. Yusuf BERBER
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, işveren tarafından yapılan yazılı bildirimle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/7/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, 3/3/2015 tarihinden itibaren Dumankaya İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirket (Şirket) bünyesinde inşaat projelerinin teknik ve mühendislik hizmetlerinin verilmesi, inşaat projelerinin fiilî gerçekleşmesinden sorumlu üretim direktörü olarak çalışmaya başlamıştır. Şirket hakkında 22/9/2016 tarihinde kayyım atama kararı verilmiştir. Bu karar sonrasında yeni yönetim kurulunun göreve gelmesinden sonra başvurucu 16/1/2017 tarihinde üretim direktörlüğü pozisyonundan uygulamadan sorumlu genel müdür yardımcılığına terfi ettirilmiştir.
7. Başvurucu, en son uygulamadan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalışmaktayken Şirketin 3/3/2017 tarihli fesih yazısıyla başvurucunun iş sözleşmesi feshedilmiştir. Fesih yazısında, başvurucunun sevk ve idaresinde beklenen iş birliğini sağlayamadığı ve yönetimini üstlendiği şirket/bölüm/birimde gereken gayreti gösteremediği belirtilmiştir.
8. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 23/3/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde fesih sebebinin gerçek dışı soyut beyanlara dayandırıldığını, açık ve kesin olarak belirtilmediğini söylemiştir. Fesih işleminden önce savunmasının alınmamasından yakınmıştır. Öte yandan Şirketteki yönetim değişikliği sonrasında terfi ettirilmesinin fesih sebebinin gerçek dışı olduğunu gösterdiğini ileri sürmüştür. Performans düşüklüğünün tespitine yönelik herhangi bir çalışma yapılmadığı gibi performansın yükseltilmesi için geliştirme çabasına girilmediğini dile getirmiştir.
9. İstanbul Anadolu 8. İş Mahkemesi (Mahkeme) 16/10/2017 tarihinde davayı kabul ederek feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun iş akdi kendisinin davranışına dayanılarak yazılı bildirimle feshedildiğinden savunması alınmadan iş akdinin feshedilemeyeceği belirtmiştir. Başvurucunun savunması alınmadığından feshin geçersizliğine karar verildiği ifade edilmiştir.
10. Şirket karara karşı 17/10/2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
11. Başvurucu 12/12/2017 tarihinde istinaf başvurusuna cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde mahkeme kararının hukuka uygun olduğunu belirterek onanması gerektiğini zira savunması alınmaksızın yapılan fesih işleminin usule aykırı olduğunu ifade etmiştir.
12. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 6/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
13. Şirket karara karşı 7/2/2019 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurmuştur.
14. Başvurucu, temyiz başvurusuna karşı 28/2/2019 tarihinde cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde dava dilekçesi ve istinaf başvurusuna cevap dilekçesinde belirttiği hususları tekrarlayarak Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
15. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi (Yargıtay) 4/3/2020 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararını kaldırarak davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Davalı şirket FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisakı nedeniyle yönetime TMSF’nin kayyum atandığı şirketlerden olup kayyum atanmasının doğal sonucu, terör örgütü ile irtibatlandırılan şirketin üst yönetiminin değiştirilmesidir. Aynı yöneticiler ile çalışmaya devam etme durumunda kayyum atanmasının anlamı kalmayacaktır. Kayyum atanması sonrasında oluşturulan yeni yönetimin önceki yönetim zamanında görev almış kişileri çalıştırmaya devam etmesini beklemenin mümkün olmadığı ve iş sözleşmesinin devamının çekilmez hale geldiğini kabul etmek gerekeceği açıktır. Davacı da davalı şirkette en son uygulamadan sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalışmış olup davacının iş akdinin feshi geçerli nedene dayandığı kabul edilerek davanın bu gerekçeyle reddi gerekirken kabulü hatalıdır."
16. Başvurucu, nihai kararı 11/6/2020 tarihinde öğrenmesinin ardından 8/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
17. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçuna ilişkin başlatılan soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 13/5/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisaklı ya da irtibatlı olduğunu ve organik bağı bulunduğunu gösterir bir bulgunun elde edilemediği ifade edilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
18. İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-25.
2. Yargıtay Kararları
19. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:
"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..."
20. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin 4. maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin 7. maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.
Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir."
21. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.
Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
B. Uluslararası Hukuk
22. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
23. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak bu hak ve yükümlülüklerin -her ne kadar bizzat 6. madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olması gerekmektedir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).
24. AİHM'e göre mahkemelerin kararlarının gerekçeli olması zorunluluğu, yargılama sürecinde ileri sürülen her bir iddiaya ayrıca cevap verilmesi anlamına gelmemektedir. Gerekçe gösterme yükümlülüğünün ne ölçüde uygulanacağı kararın niteliğine göre değişebilmektedir. Bu nedenle bir mahkemenin Sözleşme'nin 6. maddesinde güvence altına alınan gerekçe gösterme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği ancak davanın özel şartları altında değerlendirilebilecektir (Ruiz Torija/İspanya, B. No: 18390/91, 9/12/1994, § 29).
25. AİHM; gerekçeli karar hakkı ile ilgili olarak verdiği H./Belçika (B. No: 8950/80, 30/11/1987) kararında, barodaki kaydı daha önce silinen başvurucunun tekrar kayıt talebinin mevzuatta yer alan istisnai şartların bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin adil yargılanma hakkı yönüyle problemli olduğunu belirtmiştir. AİHM, yaptığı değerlendirmede istisnai şartlar kavramının doğası gereği belirsiz olduğunu, hem mevzuatın hem de içtihadın bununla ilgili olarak net olmadığını, bu kapsamda başvurucunun da etkili bir savunma geliştirmesinin ve şartların oluştuğuna dair kanıt ortaya koymasının çok zor olduğunu belirtmiş; dolayısıyla somut olayda başvurucu tarafından ortaya konulan şartların neden istisnai olarak kabul edilemeyeceğinin gerekçeli kararda belirtilmesi gerektiğini zira söz konusu kararın sonuçları itibarıyla ciddiyet arz ettiğini ifade etmiştir (H./Belçika, § 53).
26. Georgiadis/Yunanistan (B. No: 21522/93, 29/5/1997) kararında da AİHM, mahkemelerin gerekçe gösterme yükümlülüğünün davanın niteliğine göre farklılık arz edebileceği yönündeki içtihadını tekrar etmiş ve başvuruya konu olayda haksız tutuklama nedeniyle tazminat talebi mevzuattaki ağır ihmal kavramına istinaden reddedilen başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Mevcut davada yerel mahkemeler, başvurucunun kendi ağır ihmali nedeniyle tutuklu kaldığı gerekçesiyle devletin tazminat sorumluluğu olmadığına karar vermiştir. AİHM bahsi geçen kavramın kesinlik içermemesi, özellikle başvurucunun tazminat hakkı açısından belirleyici olması nedeniyle mahkemelerin daha ayrıntılı gerekçelere yer vermesi gerektiğini belirtmiştir (Georgiadis/Yunanistan, § 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Anayasa Mahkemesinin 27/2/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
28. Başvurucu, terör örgütüne üyelik suçundan hakkında başlatılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği bilgisine yer vererek terör örgütü ile hiçbir bağı olmadığını, kayyım atanmasından sonra gelen yönetim tarafından terfi ettirilmesine rağmen söz konusu husus göz ardı edilerek davasının haksız bir şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
29. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında başlatılan terör örgütüne üye olma suçunun takipsizlik kararı ile sona erdiği ve başvurucu dâhil olmasa da Şirket yöneticileri hakkında terör örgütüne üye olma suçundan devam eden kovuşturma bulunduğu bilgisine yer verilmiştir. Şüphe feshinin tanımına ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra başvurucunun yargılamasına ilişkin bilgi verilerek Yargıtay tarafından yapılan delil değerlendirmesine karşı başvurucunun ileri sürdüğü hususların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu açıklanmıştır. Öte yandan olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde alınan tedbirlere ilişkin bireysel başvurular incelenirken Anayasa'nın 15. maddesinde ortaya konulan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence rejiminin dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
B. Değerlendirme
30. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun temel şikâyeti Yargıtayın gerekçesine yöneliktir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
33. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı maddi adaleti değil şeklî adaleti temin etmeye yönelik güvenceler içermektedir. Bu bakımdan adil yargılanma hakkı davanın taraflardan biri lehine sonuçlanmasını garanti etmemektedir. Adil yargılanma hakkı temel olarak yargılama sürecinin ve usulünün hakkaniyete uygun olarak yürütülmesini teminat altına almaktadır (M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 80).
34. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü -kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde- diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
35. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul şekilde gerekçelendirmek zorundadır. Bu gerekçelerin oluşturulmasında açık bir keyfîlik görüntüsünün olmaması ve makul bir gerekçe gösterilmesi hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (İbrahim Ataş, B. No:2013/1235, 13/6/2013, § 23).
36. Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava yönünden hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olan bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur (İbrahim Ataş,§ 24).
37. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hâle getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (Vesim Parlak, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
38. Somut olayda Şirket nezdinde sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalışan başvurucunun iş akdi Şirketin 3/3/2017 tarihli fesih yazısıyla feshedilmiştir. Söz konusu yazıda, başvurucunun Şirket yönetiminde beklenen gayreti göstermediği söylenmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliği ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme, başvurucunun şahsından kaynaklanan nedenle yapılan fesihte savunması alınmadığı gerekçesiyle feshin usule aykırı olduğunu söylemiştir. Bölge Adliye Mahkemesi de Mahkeme ile aynı görüşü paylaşmıştır. Buna rağmen Yargıtay, başvurucunun çalıştığı Şirketin terör örgütü ile irtibatlandırılarak üst yönetiminin değiştiğini söylemiştir. Kayyım atanması sonrasında oluşturulan yeni yönetiminden önceki yönetim zamanında görev almış kişileri çalıştırmaya devam etmesini beklemenin mümkün olmadığını belirtmiş ve başvurucuya ait iş sözleşmesinin devam etmesinin Şirket açısından çekilmez hâle geldiğini kabul etmek gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucunun yönetimde söz sahibi olması nedeniyle feshin geçerli nedene dayandığını söyleyerek davayı reddetmiştir.
39. Şüphe feshinin mahiyeti gereği ispatı beklenemese de Yargıtay içtihadında da belirtildiği üzere şüphenin işçinin kişiliğinden kaynaklanan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir. Aksi hâlde hukuk devletinin bir gereği olan hukuki güvenlik ilkesine aykırı şekilde keyfî uygulamaların gündeme gelmesi söz konusu olabilecektir.
40. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, 22/5/2013). Bu noktadagerekçeli karar hakkı hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin tesisinde önemli bir araç konumundadır. Zira kişiler ancak gerekçeli karar vasıtasıyla somut olayın hukuk kuralları karşısında nasıl konumlandırıldığını öğrenebilmekte ve buna karşı etkili bir savunma geliştirme imkânı bulabilmektedir.
41. Derece mahkemelerince gerçekleştirilen araştırma ve incelemeler neticesinde tespit edilen hususların hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini temin edecek ve keyfî uygulamaların önüne geçecek şekilde, somut olayın özelliği dikkate alınarak gerekçeli kararda ortaya konulması gerekmektedir. Nitekim AİHM de mahkemelerin gerekçe gösterme noktasında yükümlülüğünün somut davanın şartlarına göre farklılık arz edebileceğini belirtmiş, her davanın özelinde ayrıca incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte AİHM, özellikle ilgili mevzuat ya da uygulamadan kaynaklanan ve muğlak/yoruma açık ifadeler içeren kavramların detaylı şekilde somutlaştırılması gerekliliğini vurgulamıştır. Bu kapsamda sadece şeklî anlamda bir gerekçenin varlığı yeterli değildir; aynı zamanda gerekçenin makul olması şartı aranmaktadır. Makul gerekçeden anlaşılması gereken, mahkemelerin dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili vardığı sonucu, sonuca varmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini ortaya koymasıdır.
42. Yargıtay, şüphe feshi kapsamında açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağını belirtmiştir. Bu itibarla şüphe feshi kapsamında açılan işe iade davalarında taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanmaktadır. Yani derece mahkemelerinin tarafların ileri sürdüğü yahut ortaya koyduğu tespitlerden bağımsız olarak araştırma yapması, yine tarafların iddia ve itirazlarını bu kapsamda değerlendirerek bir sonuca varması gerekir. Bu kapsamda derece mahkemelerinden beklenen, öncelikle işveren kurumun niteliği ile sözleşmesi feshedilen işçinin burada hangi pozisyonda çalıştığı, işinin mahiyeti ve öneminin ne olduğu hususlarının belirlenmesidir. Zira şüpheyi doğuran olay yahut durum, farklı pozisyonlarda çalışan kişiler yönünden farklı değerlendirme yapmayı gerektirebilmektedir. Bunun yanı sıra şüphe feshini doğuran durum veya olayın/vakıanın -Yargıtay içtihadında da değinildiği gibi- doğrudan işçinin şahsından kaynaklanması; milli güvenliği tehdit eden yapı veya oluşum ile işçi arasında güncel ve kişisel bir bağlantıyı ortaya koyabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Yine bu noktada derece mahkemelerince söz konusu bağlantının nasıl kurulduğunun detaylı şekilde gerekçelendirilmesi keyfîliğin önüne geçilebilmesi adına önemlidir. Söz konusu kriterlerin -özellikle millî güvenlik ile ilgili hususlarda- esnek değerlendirilebileceği düşünülse dahi bu durumda da makul ve hakkaniyetli bir şekilde mevzunun ele alınması, hem işçi yönünden hem işveren yönünden adil bir denge kurulması icap eder.
43. Başvuruya konu olayda başvurucunun iş akdi, yeterli performansı göstermemesi nedeniyle Şirket tarafından yapılan yazılı bildirim üzerine feshedilmiştir. Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi başvurucunun şahsına bağlı fesih nedeni söz konusu olması nedeniyle fesihten önce başvurucunun savunmasının alınmasının elzem olduğunu belirterek yapılan feshin usule aykırı olduğunu söylemiştir.
44. Bununla birlikte Yargıtay başvurucunun çalıştığı Şirketin terör örgütü ile iltisaklı olması nedeniyle kayyım atandığını, yeni gelen yönetimin eski yönetimde bulunanlarla çalışmasının beklenmesinin mümkün olmadığını belirterek yapılan feshin geçerli nedene dayandığını söylemiştir.
45. Yargıtay kararından feshin neden geçerli şekilde yapıldığı anlaşılamamıştır. Öncelikle başvurucunun iş akdi, kendisinden kaynaklanan performans eksikliği nedeniyle ve yazılı bildirim üzerine feshedilmiştir. Ortada terör örgütü ile iltisaklı olmaya bağlı olarak yapılan bir şüphe feshi bulunmamaktadır. Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesi de söz konusu nedenden ötürü başvurucunun savunmasının alınması gerektiğini belirtmiştir. Temyiz üzerine verilen kararda ise bu husus ayrıntılı ve açıklayıcı bir gerekçeyle değerlendirilmemiştir.
46. Bunun yanında Şirkete kayyım atanması sonucunda yeni gelen yönetimin önceki yönetimde bulunanlarla çalışmaması için bir sebebin arandığı dikkate alındığında başvurucu bakımından söz konusu sebebin ne olduğu ise açıklıkla ortaya konamamıştır. Kayyım atanması sonrasında başvurucuya yönetimde görev verildiği ve başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan başlatılan soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandığı dikkate alındığında ve feshe son çare olarak başvurulması gerektiğine ilişkin Yargıtay içtihadı da gözönüne alındığında bu hususun açık ve anlaşılır bir şekilde ortaya konulması gerektiği söylenebilir.
47. Sonuç olarak başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin neden haklı olduğunun ilgili ve yeterli gerekçe ile karşılanmadığı görülmüştür. Temyiz üzerine verilen kararda, yalnızca yeni gelen yönetimin eski yönetimle çalışamayacağı belirtilmiş; başvurucu yönünden bu hususun dayanağı açıklanmadığı gibi Mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesinin iş akdinin feshine karşı yaptığı yoruma ilişkin bir değerlendirmede de bulunulmamıştır. Diğer bir ifadeyle başvurucunun iş akdinin haksız olarak feshedildiğine ilişkin iddiaları yeterli şekilde açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
49. Başvurucu, iş akdinin haksız olarak feshedilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden masumiyet karinesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaları hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
VI. GİDERİM
50. Başvurucu, ihlalin tespitine ve yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
51. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Diğer ihlal iddialarının İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Yargıtay 9. Hukuk Dairesine (E.2020/757, K.2020/3687) iletilmek üzere İstanbul Anadolu 8. İş Mahkemesine (E.2017/343, K.2017/472 ) GÖNDERİLMESİNE,
D. 446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.