logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(M.Ş.O. [2. B.], B. No: 2020/24126, 26/3/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

M.Ş.O. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/24126)

 

Karar Tarihi: 26/3/2025

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RESEN GİZLİLİK KARARI VERİLDİ

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Ömer ÇINAR

Raportör

:

Ali KOZAN

Başvurucu

:

M.Ş.O.

Vekili

:

Av. Şerif YILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde özel bir hastanede (hastane) prostat ameliyatı olmuştur. Başvurucu, ameliyat sonrası ağrı ve cinsel işlev bozukluğu şikâyetiyle tekrar hastaneye başvurmuştur. Hastanenin 7/6/2010 tarihli epikrizinde ameliyattan beri ereksiyonda belirgin kayıp meydana geldiği; 6/12/2010 tarihli epikrizinde ise ereksiyon kapasitesinde azalmanın ciddi boyuta ulaştığı tespit edilmiş ve penil protez önerilmiştir. Başvurucuya akabinde anılan şikâyetleri sebebiyle başvurduğu başka bir özel hastanede ise yeniden ameliyat önerilmiştir.

3. Başvurucu 4/4/2011 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde; tıbbi müdahale öncesi cinsel hayatıyla ilgili bir sorunun olmadığını, ameliyatı gerçekleştiren sağlık görevlilerinin hatalı müdahaleleri sonucunda kısırlaştığını ve kalıcı ereksiyon problemi yaşadığını, ameliyattan önce komplikasyonlarla ilgili bilgilendirilmediğini, kendisinden aydınlatılmış onam alınmadığını, ameliyatta olduğu sırada oğluna bir form imzalatıldığını daha sonra öğrendiğini belirten başvurucu fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 8.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir.

4. Yargılama sürecinde alınan Adli Tıp Kurumu (ATK) 3. İhtisas Kurulunun 21/11/2011 tarihli raporunda; başvurucunun şikâyetinin tüm anatomik yapının normal olmasına rağmen psikolojik sebeplerden de kaynaklanabileceği, ameliyata bağlı olduğunu gösterir kesin tıbbi bir değerlendirmenin yapılamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun probleminin psikoterapi, ilaç ve ameliyat yoluyla düzelebilir nitelikte olduğu bildirilmiştir.

5. Başvurucu anılan rapora itiraz ederek ATK'nın kendisinden istenen hususu tespit edemediğini, bu anlamda eksik kaldığını belirtmiş; Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasını istemiştir. Mahkeme 27/3/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ATK raporuna atıfla hastanede yapılan teşhis, tedavi ve tıbbi müdahale hususunda idarenin ve sağlık görevlilerinin kusurlu hizmet ifa ettiğine ilişkin somut bir tespitin ve başvurucunun şikâyetinin bizzat ameliyattan kaynaklandığına dair bir delilin bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucuya söz konusu ameliyatın sonuçlarının anlatıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı temyiz başvurusu sonucunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Daire) 3/7/2014 tarihinde, mevcut raporun hükme esas alınabilecek yeterlikte olmadığını, üniversite hastanelerinde görev yapan üroloji ve psikiyatri uzmanı hekimlerden oluşacak bilirkişi heyetinden rapor alınması gerektiğini ifade ederek anılan kararın bozulmasına karar vermiştir.

6. Söz konusu bozma kararı sonrası Mahkemece ikisi üroloji biri psikiyatri profesörü olmak üzere üç hekimden oluşan bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. 30/3/2015 tarihli raporda, söz konusu sağlık probleminin ameliyat sonrasında ortaya çıkmasının mümkün olduğu ancakbaşvurucunun ameliyat öncesi durumuna dair somut bilginin olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun yaşadığı sağlık sorununun prostat ameliyatından sonra nadiren görülen doğal bir komplikasyon olduğu, cerraha yüklenebilecek bir tıbbi hata bulunmadığı belirtilmiştir. Bununla birlikte ilaç kullanımı ve psikoterapi yoluyla düzelebileceği, son çare olarak ise penil protez takılabileceği bildirilmiştir.

7. Mahkeme 20/1/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporlarına atıfla başvurucunun ereksiyon probleminin tıbbi hatadan kaynaklanmadığına ve ameliyatın doğal bir komplikasyonu olduğuna işaret edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun 21/9/2015 tarihli duruşmada alınan "oğlum ameliyat öncesinde söz konusu hastanede çalışıyordu, muayeneye giderken doktora beraber gittik, doktorla ben konuştum" şeklindeki beyanı dikkate alınarak aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği kabul edilmiştir.

8. Başvurucu, aydınlatılmış onam ile ilgili iddialarını vurgulayarak temyiz talebinde bulunmuştur. Anılan karar 30/5/2018 tarihinde Dairece onanmış ve başvurucunun karar düzeltme talebi 9/6/2020 tarihinde Daire tarafından oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy gerekçesinde; başvurucuya imzalatılma imkânı varken aydınlatılmış onam formunun başvurucunun oğluna imzalatılmış olmasının hatalı olduğuna dikkat çekilmiştir. Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarına göre tıbbi tedavi uygulanacak kişiye önceden müdahalenin amaçları, sonuçları ve tehlikeleriyle ilgili bilgi verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Somut olayda ise bu bilginin başvurucuya verilmediği, verilmiş olsa dahi başvurucunun imzasını taşıyan bir aydınlatılmış onam formuyla ispatlanmadığı belirtilmiştir.

9. Başvurucu vekili, nihai kararı 6/7/2020 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 21/7/2020 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır.

10. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

11. Başvurucu; ameliyat öncesi sağlıklı bir cinsel hayatı olduğunu prostat ameliyatının muhtemel komplikasyonları ve sonuçları hakkında yeterince aydınlatılmadığını, hatalı tıbbi müdahale nedeniyle kalıcı olarak kısırlık ve ereksiyon problemi yaşadığını ileri sürmüştür. Mahkemenin denetime elverişli olmayan, yetersiz, tek sayfalık bilirkişi raporuna dayanarak davasını reddettiğini iddia etmiştir. Başvurucu; riskler konusunda bilgilendirmenin ameliyat olacak kişiye yapılarak onay alınması gerektiğini ancakkendisine bilgi verilmediği gibi kendisinden bir onam da alınmadığını, ameliyatta olduğu sırada oğluna bir form imzalatıldığını, bu formun da aydınlatılmış onam niteliği taşımadığını belirtmiştir. Ameliyat riskleri konusunda bilgilendirilseydi cerrahi yöntem yerine ilaç tedavisini seçeceğini, onama dair iddialarının yargı makamlarının yeterince tartışmadan karar verdiğini vurgulayarak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

12. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; başvurucunun oğluna imzalatılan taahhütnameye ve yargılama sürecinin özetine yer verilmiştir. Görüşte sonuç olarak başvurucu hakkında adil yargılanma hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve mevzuat hükümleri ile yargısal içtihatların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Taahhütname içeriğinde ise genel itibarıyla ödeme işlemleriyle ilgili parasal hususların yer aldığı görülmüştür. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında, tıbbi hata sebebiyle kalıcı kısırlık ve ereksiyon problemi yaşadığına ayrıca aydınlatılmış onam niteliğinde olmayan bir formun oğluna imzalatıldığına ilişkin iddialarını tekrar etmiştir.

13. Başvurunun bir bütün hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

14. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

15. Anayasa'nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk [2. B.], B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Anayasa'nın 56. maddesinde belirtildiği üzere anılan pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

16. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35; Ahmet Acartürk, § 51). Bununla birlikte sağlık personeli, mesleğini de yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 54). Anayasa Mahkemesi ise Anayasa'nın anılan maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli [2. B.], B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36).

17. Bu bağlamda maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Zira yargı makamları tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır [2. B.], B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, § 32). Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu [1. B.], B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak mahkemelerin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan [2. B.], B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 45).

18. Mahkeme, olayda doktorların ve hastanenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren bilirkişi raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan ikinci raporda, tarafların iddialarının kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek değerlendirildiği görülmüştür. Buna göre yargı makamlarının vardığı sonucun bariz takdir hatası veya keyfîlik içerdiği söylenemez. Bununla birlikte başvurucunun bilirkişi raporunun tıbbi müdahalenin neden hatalı olduğuna dair bir açıklamasının olmadığı görülmüştür. Ayrıca başvurucunun yargılama sürecine etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip itirazlarını ileri sürebildiği anlaşılmıştır. (benzer değerlendirmeler için birçok karar arasından bkz. Zümrüt Ağapınar [2. B.], B. No: 2015/3747, 26/12/2018; Fesih Aydar [1. B.], B. No: 2015/4259, 10/1/2019; Tuba Arıkan [1. B.], B. No: 2018/17729, 6/10/2021; Ğanime Yayman ve diğerleri [2. B.], B. No: 2021/1039, 18/9/2024).

19. Bununla birlikte ilgili mevzuata göre istisnai hâller dışında tıbbi müdahale, müdahaleye maruz kalacak kişinin bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Ancak yaş küçüklüğü veya ayırt etme gücüne sahip olmayanlar ile hastanın bilincinin kapalı olması veya acil müdahale gerektirmesi gibi zorunlu hâllerde yasal temsilcisinin izni alınabilir. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirmesi ile mümkün olabilir Ayrıca hukuka uygun rızanın varlığından söz edilebilmesi için kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları, hastalığın seyri ve neticeleri konusunda hastanın bilgilendirilmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve tıbbi müdahaleyi yapan doktorda olduğu vurgulanmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56; Fındık Kılıçaslan [1. B.], B. No: 2015/97, 11/10/2018,§§ 49, 50; Sultan Bulut ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/37430, 20/10/2021, §§ 55, 56).

20. Ayrıca hastanın ya da temsilcisinin sözlü ya da yazılı rıza göstermesinin tek başına tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmeyeceği, bu rızanın aydınlatılmış iradeye dayanması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda yargı makamlarının öncelikle hastanın veya istisnai durumların varlığı hâlinde veli ya da vasinin olayın koşullarına göre yazılı veya sözlü olarak yeterli bir şekilde bilgilendirilerek rızalarının alınıp alınmadığını tespit etmesi devletin pozitif yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir (benzer yönde değerlendirme için bkz. Sultan Bulut ve diğerleri, § 57).

21. Somut olayda başvurucunun ameliyatın olası sonuçları ve komplikasyonları hakkında bilgilendirilmediğine, aydınlatılmış onam niteliğinde olmayan bir formun kendisi ameliyattayken oğluna imzalatıldığına ilişkin iddialarını yargı makamları önünde de ileri sürdüğü görülmüştür. Mahkemenin somut olayda aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğini kabul ettiği, bu kanaatini ise başvurucunun ameliyattan önce doktorla konuşmuş olmasına dayandırdığı anlaşılmıştır (bkz. § 7). Ancak başvurucunun hükme esas alınan beyanının tıbbi müdahalenin riskleri konusunda bilgilendirildiğini ortaya koyan nitelikte olmadığı açıktır. Bununla birlikte yargılama sürecinde aydınlatma yükümlülüğü bağlamındaki bilgilendirmenin somut olaya göre başvurucuya, zorunluluk hâlleri varsa yasal temsilcisine yazılı yapılmasının gerekip gerekmediği, yazılı ya da sözlü bilgilendirmenin rızanın geçerliliği için yeterli içeriğe ve şekil şartlarına sahip olup olmadığı hususlarının tartışılarak açıklığa kavuşturulamadığı anlaşılmıştır.

22. Ayrıca hastanın öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Ancak başvurucunun anılan iddiasının yargı makamları tarafından somut olaya uygun ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmadığı değerlendirilmiştir. Bu durumda somut olayda yargılama makamlarının Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yaptığı söylenemez. Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri sonucuna varılmıştır (aydınlatılmış onama ilişkin birçok karar arasından bkz. Sultan Bulut ve diğerleri, § 61; Fındık Kılıçaslan, § 53; Emrah Egeç [2. B.], B. No: 2015/9714, 11/12/2018, § 47; Ferit İşlek [1. B.], B. No: 2019/11247, 3/5/2023, § 24; İhsan Yılmaz [2. B.], B. No: 2021/54092, 22/5/2024, § 21).

23. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

24. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile 10.000 TL maddi ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

25. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

26. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

27. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun niteliği gereği kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin RESEN GİZLİ TUTULMASINA,

B. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/447, K.2016/26) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

F. 446,90 TL harç ve30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(M.Ş.O. [2. B.], B. No: 2020/24126, 26/3/2025, § …)
   
Başvuru Adı M.Ş.O.
Başvuru No 2020/24126
Başvuru Tarihi 21/7/2020
Karar Tarihi 26/3/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Tıbbi ihmal-Tıbbi uygulamalar İhlal Yeniden yargılama
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi