Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
Özge ULUKAYA
|
Başvurucu
|
:
|
Büyükdere Santa Maria Katolik Kilisesi
|
Vekili
|
:
|
Av. Yiğit Alper TAN
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; tapu iptal tescil davasının kiliselerin tüzel kişiliğinin bulunmaması gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesinin, din ve vicdan özgürlüğünün, toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/2/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. İstanbul'un Sarıyer ilçesi Çayırbaşı Mahallesi 538 ada 9 parsel sayılı taşınmaz 1953 yılında yapılan kadastro çalışmaları neticesinde Frenk mezarlığı vasfıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi (Belediye) adına 9/12/1954 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.
9. S.H.K. ve M. Vakfı (Vakıf) 27/3/2012 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne başvurarak 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun geçici 11. maddesi gereğince söz konusu taşınmazın Vakıf adına tescil edilmesini talep etmiştir.
10. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin (Vakıflar Meclisi) 16/8/2012 tarihli kararıyla taşınmazın Vakıf adına tescilinin uygun bulunduğuna karar verilmiştir. Kararda, yapılan inceleme sırasında bitişiğinde bulunan taşınmazla birlikte tescili istenen taşınmazın Ermeni mezarlığı olarak kullanıldığının tespit edildiği açıklanmıştır.
11. Vakıflar Genel Müdürlüğünün kararı neticesinde taşınmaz 17/9/2012 tarihinde Vakıf adına tapuda devredilmiştir.
12. Başvurucu Kilise, Vakfa gönderdiği 3/12/2012 tarihli ihtarnameyle taşınmazın kendisine ait olduğunu ve uzun zamandır mezarlık olarak kullanıldığını belirtmiş; taşınmazın Vakfa devrine ilişkin işlemin iptalini ve taşınmazın mülkiyetinin kendisine devredilmesini istemiştir.
13. Vakıflar Meclisinin 22/1/2013 tarihli kararıyla 16/8/2012 tarihli kararı iptal edilmiştir. Kararda, yapılan inceleme sırasında taşınmazın mezarlık vasfında olduğunun tespit edildiği, mezarlıktaki haçın Katolik Latin haçı olduğu, mevcut mezar taşlarında İtalyanca kitabelerin bulunduğu ve mezarlığa defnedilen kişilerin Latin Katolikler olduğu açıklanmış; Ermeni mezarına rastlanmadığı belirtilmiştir. Yine Latin/Katolik Meryem Ana Kilisesi'ne ait gömü defterinin incelenmesi neticesinde taşınmaza yapılan son defin işleminin 1955 yılına gerçekleştiğinin belirlendiği ifade edilmiştir.
14. Vakıflar Genel Müdürlüğü 31/1/2013 tarihinde, 22/1/2013 tarihli iptal kararını ilgili Tapu Müdürlüğüne bildirmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede taşınmazın Vakıf adına kayıtlı olduğu anlaşılmıştır.
15. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Vakıf, Maliye Hazinesi ve Belediye aleyhine tapu iptal ve tescil davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, dava konusu taşınmazın 1200'lü yıllardan beridir kendi kullanımında olduğunu ve taşınmaza İtalyan üst düzey yöneticilerin, askerlerin ve önemli kişilerin defnedildiğini belirtmiştir. Başvurucu, tapu iptal ve tescil talebinin kabul görmemesi hâlinde tazminata hükmedilmesini istemiştir.
16. Davalı Vakıf cevap dilekçesinde, başvurucunun tüzel kişiliğinin olmaması nedeniyle taraf ehliyetinin bulunmadığını dile getirmiş; dava konusu yapılan taşınmazı yıllardır kendilerinin kullandığını, dolayısıyla davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Davalı Maliye Hazinesi de taşınmazın Vakıf adına kayıtlı olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini açıklamıştır. Davalı Belediye ise başvurucunun dava ehliyetinin bulunmadığını, davanın zamanaşımına uğradığını ve davanın başvurucu ile Vakıf arasında görülmesi gerektiğini ifade ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
17. Başvurucu; cevaba cevap dilekçesinde, Lozan Antlaşması gereği Katolik cemaatlerine tahsis edilen ibadethanelerin tanınmasının zorunlu olduğunu, kendisinin anlaşma tarihinden çok önce faaliyetlerine başladığını açıklamıştır. Kendi adına tescilli bir taşınmaz bulunduğunu, kendisinin başka bir davada taraf olarak kabul edildiğini ve resmî kurumlara yaptığı çok sayıda başvuruda muhatap alındığını belirtmiştir.
18. Başvurucu; cevaba cevap dilekçesinin ekinde, davacı sıfatıyla Maliye Hazinesine karşı açtığı tescil davasına ilişkin olarak Sarıyer Kadastro Mahkemesinin (Kadastro Mahkemesi) 27/10/2003 tarihli kararını ve bu karara ilişkin Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin (17. Hukuk Dairesi) 30/3/2004 tarihli onama kararını sunmuştur. Kadastro Mahkemesinin kararında, Sarıyer 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) görülen davada tapuda kayıtlı olmasına rağmen kadastro tespiti sırasında malik hanesi boş bırakılan taşınmazın uzun yıllardır kilise olarak kullanıldığı gerekçesiyle başvurucunun tescilini talep ettiği ve Asliye Hukuk Mahkemesince görevsizlik kararı verilerek dosyanın Kadastro Mahkemesine gönderildiği belirtilmiştir. Kadastro Mahkemesi davanın kabulüyle dava konusu taşınmazın malik hanesinin başvurucu olarak tespitine ve malik hanesine başvurucu Kilisenin adının yazılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun taşınmaz iktisap edebileceğinin kabul edilmesi gerektiğini ve taşınmaz üzerindeki yapının başvurucuya ait olduğunun anlaşıldığını açıklamıştır. Kadastro Mahkemesi kararı, 17. Hukuk Dairesinin onama kararıyla kesinleşmiş ve dava konusu taşınmaz başvurucu Kilise adına hükmen tescil edilmiştir.
19. Mahkeme 18/2/2016 tarihli celsede başvurucuya, başvurucuyu temsilen dava açan gerçek kişinin temsil yetkisini içeren belgeleri sunmak üzere süre vermiştir.
20. Başvurucu Kilise, İstanbul Katolik Ruhani Reisliği tarafından düzenlenmiş 5/12/2012 tarihli belgeyi Mahkemeye sunmuştur. Anılan belgede başvurucu Kilisenin başrahibinin ve rahiplerinin, cemaatinin ve taşınmazlarının sorumlusunun başvurucu Kilise adına vekili aracılığıyla davayı açan D.W. olduğu açıklanmıştır. Başvurucunun sunduğu 23/5/2016 tarihli vekâletnamede, 16/11/1933 tarihli ve 1731 sayılı kararname ile Roma Valiliği tüzel kişiler siciline kayıtlı Curia Generalizia dei Frati Minori Conventuali isimli dinî kurumun yasal temsilcisinin Saint Antuan Kilisesi olduğu belirtilmiştir. Vekâletnamede Saint Antuan Kilisesi'nin ve Büyükdere Santa Maria Katolik Kilisesi'nin taşınmazlarının Curia Generalizia dei Frati Minori Conventuali isimli kuruma ait olduğu ifade edilmiştir. 13/7/2014 tarihinden beri I.P.nin, Curia Generalizia dei Frati Minori Conventuali isimli dinî kurumun Türkiye'deki temsilcisi ve yetkilisi olduğu açıklanmıştır. Vekâletnamede dava açma yetkisi de dâhil olmak üzere vekile çok sayıda yetki verilmiştir.
21. Mahkeme 14/6/2016 tarihinde davanın aktif husumete ilişkin dava şartı yokluğundan reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucu Kilisenin tek başına tüzel kişiliğinin olduğuna dair belge sunmadığını ve ibadethanelerin tüzel kişiliğinin bulunmaması sebebiyle başvurucu Kilisenin aktif dava ehliyetinin bulunmadığını açıklamıştır.
22. Başvurucu 22/8/2016 tarihinde mahkeme kararını temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, tüzel kişiliğinin bulunduğunu ve dava konusu taşınmazın kendisine ait olduğunu ileri sürmüştür.
23. Başvurucu; Yargıtay 1. Hukuk Dairesine (Daire) sunduğu 29/11/2019 tarihli dilekçesinde, dava konusu taşınmazın maliki olduğunu, Kiliseye din görevlilerinin Roma Valiliğinin tüzel kişiler siciline kayıtlı Curia Generalizia dei Frati Minori Conventuali isimli dinî kurum tarafından atandığını ve çok sayıda idari işlemde tüzel kişiliğinin bulunduğunun mahkeme kararlarıyla kabul edildiğini ifade etmiştir.
24. Daire 16/12/2019 tarihinde mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Kararda, mahkeme kararının gerekçesinde ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığını açıklamıştır.
25. Nihai karar 20/1/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir, başvurucu 7/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili Mevzuat
26. 9/6/1994 tarihli ve 3998 sayılı Mezarlıkların Korunması Hakkında Kanunu'nun "Mülkiyet" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Devlet mezarlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimindeki tarihi mezarlıklar ile şehitlikler ve cemaatlere ait özel statüsü bulunan mezarlıklar hariç, umumi mezarlıkların mülkiyeti belediye bulunan yerlerde belediyelere, köylerde köy tüzelkişiliklerine aittir. Bu yerler satılamaz ve kazandırıcı zamanaşımı zilyedliği yolu ile iktisap edilemez. "
27. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tüzel kişilik" kenar başlıklı 47. maddesi şöyledir:
"Başlıbaşına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.
Amacı hukuka veya ahlâka aykırı olan kişi ve mal toplulukları tüzel kişilik kazanamaz. "
28. 4721 sayılı Kanun'un "Hak ehliyeti" kenar başlıklı 48. maddesi şöyledir:
"Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler."
29. 4721 sayılı Kanun'un "Fiil ehliyeti" kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:
"Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar."
30. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Taraf ehliyeti" kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
"(1) Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir."
31. 6100 sayılı Kanun'un "Dava ehliyeti" kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:
"(1) Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir."
32. 6100 sayılı Kanun'un "Davada kanuni temsil" kenar başlıklı 52. maddesi şöyledir:
"(1) Medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanlar davada kanuni temsilcileri, tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir."
33. 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartları" kenar başlıklı 114. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Dava şartları şunlardır:
...
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
..."
34. 6100 sayılı Kanun'un "Dava şartlarının incelenmesi" kenar başlıklı 115. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.
..."
2. Yargıtay Kararı
35. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2009 tarihli ve E.2008/3743, K.2009/773 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"Davacı ... Cemaati Hahambaşılığı vekili, malik hanesi açık bırakılmak suretiyle 204 ada 35 parsel numarasıyla tespit edilen ... adı altında sinagog olarak birkaç yüzyıldan beri vekil edeni ... Hahambaşılığı tarafından tasarruf edildiğini, taşınmazın tapu kaydının açık bulunan malik sütununa vekil edeni Hahambaşılığın adının yazılması suretiyle tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
...
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle üzerinde durulması gereken yön, davacı Cemaatin aktif dava ehliyeti bulunup bulunmadığı ve görülmekte olan davayı açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır. Dosyadaki bilgilere göre, Cemaat vakıf tüzel kişiliğini kazanmış bir Cemaat olmadığı gibi dosya arasında bulunan Cemaat vakıfları listesinde de ismine rastlanılmamıştır. Bu durumda, davacı Cemaatin tüzel kişiliği olmaması ve aktif dava ehliyeti bulunmaması nedeniyle dava açamayacağı düşünülür ise de, 1912 yılında kabul edilen 'Eşhas-ı Hükmiyenin Enval-i Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat’ınFıkra-i muvakkatı' ile 'Osmanlı Cemaati ve müessesatı hayriyesi namlarına şimdiye kadar namı müstear ile kasabat ve kura dahilinde tasarruf olunagelen emvali gayrimenkule işbu kanunun tarihi neşir ve ilanından itibaren 6 ay zarfında müracaat olunduğu surette fıkra-i sabıkada muharrer şeraite tevfikanmüesseseler namlarına tashih olunur. Bu müddet zarfında tashih için defteri hakani idarelerine baistida müracaat olunmayan, ikamei dava edilmeyen muhallerin andan sonra müesseselere aidiyetleri iddiası mesmu olamaz.' denilmiş, bu süre 11 Eylül 1329(1913) tarihli Kanun ile 6 ay uzatılmış, son olarak müracaat süresi 30 Mart 1329 (1913) tarihli Kanunun 4.maddesiyle tekrar 6 ay süreyle uzatılmıştır... Açıklandığı üzere, davacı Cemaatin taşınmaz mal edinme ehliyeti numarası açıklanan kanun, buna dayanılarak çıkarılan nizamname ve padişah iradesiyle kabul edilmiş bulunduğuna göre, aktif dava ehliyetinin bulunduğu hususunda duraksamamak gerekir.
...
Davacı Cemaat vekilinin kanunda yazılı hiçbir nedene dayanmayan karar düzeltme isteğinin HUMK.nun 440. maddesi hükmü uyarınca reddine..."
36. Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 15/3/2011 tarihli ve E.2010/259, K.2011/1295 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine ve çekişmeli 7378 ada 10 parsel sayılı taşınmazın 1269/2400 payı ile çekişmeli 7378 ada 11 parsel sayılı taşınmazın, tamamının Hazine adına tesciline; çekişmeli taşınmazlar üzerinde bulunan tek katlı eski Hahamhanenin ... Cemaati Hahambaşılığına ait olduğunun beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı ... Cemaati Hahambaşılığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve 1912 yılında kabul edilen 'Eşhas-ı Hükmiyenin Enval-i Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat'in' Fıkra-i muvakkati ile 'Osmanlı Cemaati ve müessesatı hayriyesi namlarına şimdiye kadar namı müstear ile kasabat ve kura dahilinde tasarruf oluna gelen emvali gayrimenkule işbu kanunun tarihi neşir ve ilanından itibaren 6 ay zarfında müracaat olunduğu surette fıkra-i sabıkada muharrer şeraite tevfikan müesseseler namlarına tashih olunur. Bu müddet zarfında tashih için defteri hakani idarelerine baistida müracaat olunmayan, ikamei dava edilmeyen muhallerin andan sonra müesseselere aidiyetleri iddiası mesmu olamaz.' denilmiş, bu süre 11 Eylül 1329(1913) tarihli Kanun ile 6 ay uzatılmış, son olarak müracaat süresi 30 Mart 1329 (1913) tarihli Kanun'un 4.maddesiyle tekrar 6 ay süreyle uzatılmıştır. Somut olayda yukarıda metni aynen alınan fıkra-i muvakkatte öngörülen 6 aylık süre içerisinde dava açıldığı ve defteri hakani idarelerine kaydının geçtiği ileri sürülüp kanıtlanamadığına göre mahkemece oluşturulan hükümde bir isabetsizlik bulunmadığından, davacı ... Cemaati Hahambaşılığı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA..."
37. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 15/6/2022 tarihli ve E.2022/6605, K.2022/9168 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneği olup, medeni (maddi) hukuktaki medeni haklardan yararlanma (hak) ehliyetinin medeni usûl hukukunda büründüğü şekildir. Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu’nun 38’inci maddesinde davaya ehliyetin Medeni Kanun ile belirlendiği belirtilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 48’inci maddesi hükmüne göre tüzel kişiler hak ehliyetine sahiptirler ve dolayısıyla davada taraf olabilme ehliyeti de ancak, tüzel kişiliği bulunan yapılanmalar için geçerlidir. Tüzel kişiliğin son bulması ile artık eski tüzel kişinin taraf ehliyetinin de son bulacağı tartışmasızdır. Taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olduğundan hâkimin bu hususu re’sen göz önünde bulundurması zorunludur.
..."
38. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 10/6/2024 tarihli ve E.2023/3749, K.2024/1921 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
"...
Ticaret sicilinden terkin edilmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sonra eren şirketin, takibin tarafı olmak ehliyeti de bulunmamaktadır. Feshedilmekle tüzel kişiliği sona eren şirketin, medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanma ehliyeti de son bulacağından, münfesih tüzel kişiliğin gerek yargıda gerekse diğer resmi merciler önünde temsil edilebileceğinden bahsetmek olanaklı değildir. Taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olup hakimin bu hususu re’sen de göz önünde bulundurması zorunludur.
..."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
39. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
40. Sözleşme’de açıkça yer almasa da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkını adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olarak nitelendirmektedir (Roche/Birleşik Krallık [BD], B. No: 32555/96, 19/10/2005, § 117; Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, § 229). AİHM, mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini vurgulamaktadır (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36).
41.AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).
42. AİHM Canea/Yunanistan (B. No: 25528/94, 16/12/1997) kararına konu olayda, başvurucu Katolik Kilisesi davalı kişilerce kilise duvarına müdahalede bulunulması sebebiyle eski hâle getirme ve tazminat davası açmıştır. Dava, başvurucu Kilisenin tüzel kişiliğinin bulunmaması sebebiyle reddedilmiştir. AİHM, tüzel kişiliğinin bulunmaması sebebiyle davanın reddedilmesi sonucu başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasını değerlendirmiş, kamu düzenini korumak amacıyla kilisenin tüzel kişilik kazanması için gerekli işlemleri yerine getirmemesi sebebiyle mahkeme tarafından dava konusu uyuşmazlığın karara bağlanmasının engellenmesinin mahkemeye erişim hakkına gerçek bir sınırlama getirdiğine karar vermiştir. AİHM'e göre belirtilen sınırlamayla mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verilmiş ve Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ihlal edilmiştir (Canea/Yunanistan, §§ 41, 42).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
43. Anayasa Mahkemesinin 13/3/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
44. Başvurucu Kilise, açtığı tapu iptal ve tescil davasının tüzel kişiliğinin olmaması sebebiyle esası incelenmeden reddedildiğini açıklamıştır. Başvurucu Kilise, üzerine kayıtlı bir taşınmaz bulunduğunu ve daha önce temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen tescil davasında davacı sıfatıyla yer aldığını belirtmiştir. Taraf ehliyetine yönelik farklı değerlendirmelerde bulunulduğuna ilişkin itirazlarının mahkemelerce karşılanmadığını ifade etmiştir. Son olarak daha önce yargılama makamları tarafından taraf ehliyetinin bulunduğunun kabul edildiğini ancak açtığı başvuru konusu tapu iptal ve tescil davasının tüzel kişiliğinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde; başvurucu Kilisenin tüzel kişiliğinin bulunmadığı dikkate alındığında başvurunun kişi bakımından yetki yönünden kabul edilebilir olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Başvurucunun açtığı tapu iptal ve tescil davasına konu taşınmazın 9/12/1954 tarihinde Belediye adına tescil edildiği gözetildiğinde başvurunun Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamı dışında kalabileceği ifade edilmiştir. Son olarak yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve ilgili kurumlardan temin edilecek bilgi ve belgelerin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
46. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, farklı dava ve işlemlerde taraf ehliyetinin tanındığını, bu sebeple kişi bakımından yetki koşulunu sağladığının kabul edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Tapu iptal ve tescil davasına konu taşınmazın Katolik mezarlığı vasfında olmasına rağmen Vakıf adına tescil edilmesi üzerine açtığı tapu iptal ve tescil davasının etkili bir yol olduğunu ifade etmiştir.
2. Değerlendirme
47. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Somut olayda tapu iptal ve tescil davasının esası, başvurucunun tüzel kişiliğinin bulunmamasına bağlı olarak dava şartı yokluğundan incelenmediğinden başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
49. Başvurucu Kilisenin niteliği dikkate alındığında öncelikle kişi bakımından yetki meselesinin tartışılması gerekmektedir.
50. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir..."
51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
52. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi şöyledir:
"(1) Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
(2) ... Özel hukuk tüzel kişileri sadece tüzel kişiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilir."
53. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün "Başvurucunun temsili" kenar başlıklı 61. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bireyselbaşvuru,bizzatbaşvurucu,kanunitemsilcisiyadaavukatıtarafından yapılabilir. Avukat veya kanuni temsilci aracılığıyla yapılan başvurularda temsile dair yetki belgesinin sunulması zorunludur."
54. Anayasa’nın 148. maddesi ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasının yukarıda yer verilen hükümlerinde herkesin bireysel başvuruda bulunabileceğini belirtmektedir. Ancak “herkes” kavramını “fiil ehliyeti” veya “taraf ehliyeti” kavramı gibi potansiyel olarak başvuru yapabilme yeteneği olarak anlamak gerekir. Buna göre tüzel kişiliği bulunmayan bir topluluk adına kural olarak bireysel başvuruda bulunulması mümkün değildir (bazı farklarla birlikte bkz. Gümüşdere İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. (3), B. No: 2018/24685, 8/9/2021, § 38).
55. Somut olayda başvurucunun temel şikâyeti, açtığı tapu iptal ve tescil davasının tüzel kişiliğinin bulunmamasından kaynaklı olarak taraf ehliyeti yokluğu gerekçesiyle reddedilip davanın esasının incelenmemesine ilişkindir. Yargılama makamları tarafından tespit edildiği üzere başvurucu Kilisenin tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Başvuru konusu dava öncesinde Kadastro Mahkemesinde görülen davada başvurucu Kilisenin taraf olarak kabul edildiği ve buna göre yargılama yapıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 18). Nitekim başvurucu Kilisenin başvuru konusu dava neticesinde verilen mahkeme kararına ilişkin temyiz başvurusu Daire tarafından kabul edilmiş ve temyiz itirazları incelenerek karar verilmiştir. Adli makamlar nezdinde açılan davalarda ve yapılan başvurularda başvuru yapabilme yeterliliğini haiz olduğu anlaşılan başvurucu Kilisenin bireysel başvuru yönünden de potansiyel olarak başvuru yapabilme yeterliliğinin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Bu itibarla başvurunun Anayasa Mahkemesinin kişi bakımından yetkisinin kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
b. Esas Yönünden
i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı
56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017,§ 34).
57. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
58. Somut olayda davanın esası incelenmeden dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
59. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
60. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
(1) Kanunilik
61. Başvuru konusu olayda tapu iptal ve tescil davasının 6100 sayılı Kanun'un 114. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi ile 115. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği reddedildiği anlaşılmıştır. Buna göre Mahkemece verilen ret kararı ile yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
(2) Meşru Amaç
62. Anayasa'nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak bu hakların sınırlandırılması mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemenin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498, 26/12/2017, § 53; AYM, E.2015/96, K.2016/9, 10/2/2016, § 10).
63. Yargılama usullerinin düzenlenmesinde usul ekonomisinin gözetilmesi, bu suretle iyi adalet yönetiminin de sağlanarak kamu yararının gerçekleştirilmesi Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biridir (Levent Tütüncü, B. No: 2015/3690, 18/7/2018, § 48). Benzer şekilde açılan bir davada taraf ehliyeti bulunmayan kimselerin dava açmalarının engellenmesi yargının gereksiz bir biçimde meşgul edilmesini önleyerek kamu yararını sağlamak amacıyla bir usul kuralı olarak düzenlenmiştir.
64. Somut olayda usul kurallarını yorumlayan yargılama makamlarının başvurucunun tüzel kişiliğinin bulunmaması nedeniyle dava şartı olan taraf ehliyetinin bulunmadığını belirterek davanın esasını incelememesinin yukarıda değinilen kamu yararının gerçekleştirilmesine yönelik meşru bir amaca dayandığı sonucuna ulaşılmıştır.
(3) Ölçülülük
65. Uyuşmazlığın esasının incelenmemesi suretiyle başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya ağır bir yük getirilip getirilmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.
(a) Genel İlkeler
66. Anayasa Mahkemesi; bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka anlatımla mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebileceğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
67. Ölçülülük ilkesi, elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).
68. Ölçülülüğün üçüncü alt ilkesi olan orantılılık, hakkın sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengenin sağlanmasını gerektirmektedir. Öngörülen tedbirin bireyi olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenmemesi gerekmektedir (Levent Tütüncü, § 52).
69. Ehliyet kavramı, taraf ehliyeti ve dava ehliyeti kurumlarını kapsamaktadır. Öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti; gerçek ve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti ise davada bir yan olma yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir (AYM, E.1987/30,K.1988/5, 15/3/1988).
70. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli usul ve koşulların öngörülmesi, bu koşullar dava açmayı veya kanun yoluna başvurmayı imkânsızlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ancak mevzuatta öngörülen usul ve koşullara ilişkin kuralların açıkça yanlış uygulanması nedeniyle kişilerin dava açma ya da kanun yollarına başvuru haklarını kullanmasına engel olunması mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., § 38).
71. Görülen bir davada davacının taraf ehliyetinin olup olmadığını belirleme ve ilgili mevzuatı bu yönüyle yorumlama görevi esasen yargılama makamlarına aittir. Bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği, davanın taraflarının taraf ehliyetinin bulunup bulunmadığını tespit etme noktasında Anayasa Mahkemesinin bir görevi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin bu hususta üstleneceği rol, yargılama makamlarının taraf ehliyetinin bulunmadığıyla ilgili yorumunun mahkemeye erişim hakkına etkisini somut olayın koşulları ışığında incelemektir (bazı farklarla birlikte bkz. Levent Tütüncü, § 53).
(b) İlkelerin Olaya Uygulanması
72. Somut olayda, başvurucu Kilisenin mezarlık vasfında olan bir taşınmaza ilişkin açtığı tapu iptal ve tescil davası, başvurucu Kilisenin taraf ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
73. Başvuruda elverişlilik ve gereklilik ilkeleri yönünden tartışmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Asıl üzerinde durulması gereken mesele, Mahkemenin açılan tapu iptal ve tescil davasında başvurucunun aktif dava ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermesinin mahkemeye erişim hakkına orantısız bir müdahale oluşturup oluşturmadığıdır.
74. Başvurucu Kilise, Kadastro Mahkemesinde görülen davada taraf ehliyetinin bulunduğunun kabul edildiğini ancak bu kabule aykırı olarak başvuru konusu davada taraf ehliyetinin bulunmaması sebebiyle davanın reddine karar verildiğini öne sürmüştür.
75. Yargı uygulamasında taraf ehliyetinin kamu düzenine ilişkin olduğu kabul edilerek resen incelendiği anlaşılmıştır (bkz. §§ 36-37). Buna göre dava şartı olarak öngörülen taraf ehliyetine ilişkin bir mesele taraflarca ileri sürülmese dahi mahkeme tarafından kendiliğinden incelenecek ve değerlendirilecektir. Somut olayda başvurucu Kilisenin kadastro tespiti sırasında malik hanesi boş bırakılan başka bir taşınmaza ilişkin olarak Kadastro Mahkemesinde tescil davası açtığı, Kadastro Mahkemesince yapılan yargılamada başvurucunun taşınmaz edinebileceği kabul edilerek taraf ehliyetinin bulunduğu sonucuna varıldığı görülmüştür. Nitekim Kadastro Mahkemesi, yargılamanın sonunda dava konusu taşınmazın malik hanesine başvurucu Kilisenin isminin yazılmasına karar vermiş ve anılan karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Kadastro Mahkemesinde görülen davaya konu taşınmazın hâlen başvurucu Kilise adına kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. (bkz. § 18). Ancak somut olayda Mahkeme tarafından Kadastro Mahkemesinde görülen davada taraf ehliyetine ilişkin yapılan değerlendirmeden farklı sonuca varılmasının gerekçesi ortaya konulmadan davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Diğer yandan Mahkemece başvurucu Kilise adına dava açma yetkisini gösterir bilgi ve belgelerin doğruluğunun teyit edilmesi gerektiği görülmektedir.
76. Öte yandan yukarıda yer verilen (bkz. §§ 34-35) Yargıtay içtihadında tüzel kişiliği bulunmayan cemaat ve topluluklara kanun tarafından taşınmaz edinme hakkı tanındığı bazı hâl ve durumlara ilişkin açılan davalarda cemaat ve toplulukların taraf ehliyetleri bulunduğunun kabul edildiği ve dava konusu uyuşmazlıkların esası incelenmek suretiyle karar verildiği görülmektedir. Başvuru konusu davada ise Mahkemece başvurucu Kilisenin statüsüne ve hak süjesi olup olmayacağına ilişkin bir irdelemeye gidilmeksizin katı bir yaklaşımla taraf ehliyetinin bulunmadığı sonucuna varılarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bu değerlendirmeyle birlikte başvurucu, dava konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet iddiasını mahkeme önünde ileri sürme imkânından tümüyle yoksun bırakılmıştır.
77. Sonuç olarak başvurucunun mezarlık vasfındaki taşınmaza ilişkin açtığı tapu iptal ve tescil davasının taraf ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
78. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
79. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden mülkiyet hakkının, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesinin, din ve vicdan özgürlüğünün, toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
VI. GİDERİM
80. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.
81. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 6216 sayılı Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
82. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Mülkiyet hakkının, ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesinin, din ve vicdan özgürlüğünün, toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/65, K.2016/299) GÖNDERİLMESİNE,
E. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.