TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ORCAN ÇÖRTÜK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2020/5993)
|
|
Karar Tarihi: 5/9/2023
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Muammer TOPAL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Duygu KALUKÇU
|
Başvurucu
|
:
|
Orcan ÇÖRTÜK
|
Vekili
|
:
|
Av. Ziya ÇELİK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, başvurucunun iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı nedeniyle işe iade davasının reddedilmesi suretiyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 10/2/2020 tarihinde yapılmıştır.
3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, Merkezî Kayıt Kuruluşu Anonim Şirketi (Şirket) bünyesinde genel müdür yardımcısı olarak çalışmakta iken Yönetim Kurulunun 18/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Kararda insan kaynaklarında yeniden düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu gerekçesine yer verilmiştir.
7. İstanbul 35. İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde işe iade talepli tespit davası açan başvurucu, dava dilekçesinde genel itibarıyla işverenin gösterdiği gerekçenin gerçek olmadığını ileri sürmüş; işten çıkarma gerekçesinin yeniden yapılandırma olarak belirtildiğini ancak yeni işçi alımına devam edildiğini iddia etmiştir. Davalı Şirket ise cevap dilekçesinde, 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsünün akabinde personel politikasının yeniden şekillendirilmesi ve diğer idari gereklilikler nedeniyle insan kaynaklarında ve organizasyon yapısında düzenlemeye gittiklerini, güncellenen hedefler ve iş stratejileri çerçevesinde hizmetine ihtiyaç duyulmayan personel ile iş ilişkilerinin sonlandırıldığını, başvurucunun iş akdinin de bu kapsamda feshedildiğini belirtmiştir.
8. Mahkeme, devam eden yargılama sürecinde tarafların da talebi üzerine dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesine karar vermiştir. 10/8/2017 tarihinde UYAP'a kaydedilen bilirkişi raporunda başvurucunun iş güvencesine tabi olduğu ve feshin usulüne uygun bir şekilde gerçekleştiği belirtildikten sonra feshin geçerli nedene dayanıp dayanmadığı hususu irdelenmiş ve nihai değerlendirme mahkemeye ait olmak üzere feshin geçersiz olduğuna kanaat getirilmiştir. Bilirkişi raporunda ayrıca işveren Şirketin internet sitesi üzerinden başvurucunun çalıştığı pozisyona ilişkin olarak kısa bir inceleme yapılmıştır. Buna göre Şirketin organizasyon şemasında genel müdüre bağlı yalnızca bir genel müdür yardımcılığı kadrosu bulunmakta iken gelinen süreçte bu pozisyonda istihdam edilen çalışan sayısının artırıldığı belirtilmiştir.
9. Mahkeme 5/10/2017 tarihli kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...
Tüm bu açıklamalar ve KHK hükmü birlikte değerlendirildiğinde davacının davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu mahkememizce kabul edilmiş ve ayrıca 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 'Kamu iştiraklerindeki işçiler' başlıklı 7. maddesi gereğince davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı ve anılan madde gereğince kamu iştiraki olan işveren nezdindeki işine iadesinin mümkün olmadığı kanaatiyle davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir."
10. Başvurucu; davanın reddi kararına karşı gerekçenin çelişkiler içerdiği, bilirkişi raporu kendi lehine olduğu hâlde davanın reddedildiği, yeterli inceleme ve araştırma yapılmadığı, hukuk kurallarının uygulanmasında hataya düşüldüğü, somut olayın hatalı değerlendirildiği iddialarıyla istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Davalı Şirket cevap dilekçesinde kararın isabetli olduğunu belirterek başvurucu ile aralarındaki güven ilişkisinin sarsıldığını, bu konuda son derece hassas, titiz ve objektif davranıldığını, hiçbir çalışana karşı ön yargı ya da husumet güdülerek hareket edilmediğini belirtmiştir.
11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi 11/12/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne hükmetmiş; Mahkemenin kararının ortadan kaldırılarak davanın kabulüne karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...davacının FETÖ/PDY Terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla iş sözleşmesinin feshedildiği, ancak davacı hakkında bu terör örgütü üyeliğinden disiplin soruşturmasının, müfettiş raporunun bulunmadığı, Cumhuriyet Başsavcılığınca da böyle bir iddia ile soruşturma yürütülmediği anlaşılmakla, yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılarak davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."
12. Davalı Şirket, istinaf incelemesi sonucu verilen karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş; davanın kabulü yönünde verilen kararın hatalı olduğunu, Şirketin çalışma alanı itibarıyla özel önem arzettiğini, nitekim darbe teşebbüsünün yaşandığı gece de örgüt mensupları tarafından işgale uğradığını, bu kapsamda şüphe feshinin geçerli olduğunu, ayrıca başvurucunun yerine getirdiği görev itibarıyla iş güvencesine tabi olmadığı hâlde Bölge İdare Mahkemesi tarafından bu hususun dikkate alınmadığını belirtmiştir.
13. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi neticesinde 28/11/2019 tarihli karar ile davanın reddine kesin olarak hükmedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının davalı işletmenin bütününün sevk ve idaresinden sorumlu genel müdüre bağlı genel müdür yardımcısı olduğu, İş Kanunu’nun 18/son maddesine göre iş güvencesine tabi olmadığı anlaşılmakla, işe iade davasının bu gerekçeyle reddi gerekirken, yazılı şekilde kabulü hatalıdır... "
14. Nihai karar, başvurucu vekiline 10/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 10/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Kanun Hükümleri
16. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"...İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.
Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz."
17. 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebebe dayandırılması" kenar başlıklı 18. maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:
"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
...
İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası uygulanmaz. "
18. 4857 sayılı Kanun'un "Sözleşmenin feshinde usul" kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
"İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır."
B. Yargıtay Kararları
19. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 13/10/2020 tarihli ve E.2020/3073, K.2020/11570 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekilleri her şeyden önce, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekilleri ile yardımcıları olduğuna göre, işletmenin tümünü yöneten genel müdürler ile yardımcıları iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacaktır. Ancak belirtelim ki, işyerinde genel müdür veya genel müdür yardımcısı unvanının kullanılması tek başına iş güvencesi kapsamı dışında bulunma sonucunu doğurmaz. Önemli olan, kendisine temsil yetkisi verilip verilmediği ve işletmenin bütününü yönetip yönetmediğidir; bu hususta görev tanımı ve konumuna bakmak gerekir.
İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekillerinin ikinci grubunu, işletmenin değil de iş yerinin bütününü yöneten ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleridir.
Buna göre, işletmenin bütününü sevk ve idare edenler, başka bir şart aranmaksızın işveren vekili sayılırken; işletmenin değil de iş yerinin bütününü sevk ve idare edenlerin anılan anlamında işveren vekili sayılabilmesi için ilave olarak, işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisini haiz olması şartı aranır. İş yerinin tümünü sevk ve idare ile işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi katlanmış olarak, birlikte aranır. Dolayısıyla bir banka şubesi müdürü ile fabrika müdürü, iş yerini sevk ve idare etmekle beraber, özgür iradesi ile işçi alma ve işten çıkarma yetkisi yoksa işveren vekili sayılmaz. İş güvencesinden yararlanır. Aynı şekilde, işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan insan kaynakları müdürü ile personel müdürü, iş yerinin tümünü yönetmediğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilecektir..."
20. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 27/11/2019 tarihli ve E.2019/3434, K.2019/21097 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekillerinin ikinci grubunu, işletmenin değil de işyerinin bütününü yöneten ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleridir. Buna göre, işletmenin bütününü sevk ve idare edenler, başka bir şart aranmaksızın işveren vekili sayılırken; işletmenin değil de işyerinin bütününü sevk ve idare edenlerin 18’nci madde anlamında işveren vekili sayılabilmesi için ilave olarak, işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisini haiz olması şartı aranır. İşyerinin tümünü sevk ve idare ile işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi katlanmış olarak, birlikte aranır. Bu işyeri işletmeye bağlı bir işyeri de olabilir. Dolayısıyla bir banka şubesi müdürü ile fabrika müdürü, işyerini sevk ve idare etmekle beraber, özgür iradesi ile işçi alma ve işten çıkarma yetkisi yoksa İş Kanunu’nun 18’nci maddesi anlamında işveren vekili sayılmaz. İş güvencesinden yararlanır. Aynı şekilde, işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan insan kaynakları müdürü ile personel müdürü, işyerinin tümünü yönetmediğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilecektir. Ancak işletmeye bağlı bir işyerinde, bu işyerinin tümünü sevk ve idare eden, ayrıca işe alma ve işten çıkarma yetkisi olan işçi, iş güvencesi hükümlerinden yararlanamaz. Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (26.05.2008 gün ve 2007/35929 Esas, 2008/12484 Karar sayılı ilamımız).
Somut uyuşmazlıkta; işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekilinin yardımcısı durumunda 'genel müdür yardımcısı' olan davacının 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı açıktır..."
21. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 20/9/2010 tarihli ve E.2009/25316, K.2010/24186 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:
"...Dosya içeriğine göre somut uyuşmazlıkta davacının davalıya ait Gaziantep’te bulunan işyerinde Bölge Müdür Yardımcısı olarak çalışmakta iken iş sözleşmesinin olumsuz davranışlarda bulunduğu gerekçesi ile feshedildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece davalı şirket tarafından davacıya verilen vekâletnamede ve tanık anlatımlarına göre davacının işçi alma ve çıkarma yetkisine sahip olduğundan hareketle işveren vekili olduğu sonucuna varılmıştır. Öncelikle davacı Bölge Müdür Yardımcısı olduğundan işyerinin bütününü sevk ve idare ettiği söylenemez. Diğer yandan, Bölge Müdürü ve davacıya verilen vekâletnamede işçi alma işlemlerini yapmaya, işçi çıkarma işlemlerini ise Genel Müdürün onayı ile gerçekleştirmeye yetkili oldukları belirtilmiştir. Vekâletnameye göre davacının işçiyi çıkarma konusunda tek başına yetkili olduğu söylenemez. Bu nedenle davacının işveren vekili olarak kabulü doğru olmamıştır..."
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 5/9/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
23. Başvurucu, işverence yapılan fesih yönünden Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen yapıyla irtibatı yahut iltisakına dair şüpheye yeter nitelikte somut bir olgunun ortaya konulamadığını, bu noktada aynı mahkemeler tarafından benzer uyuşmazlıklarda birbirinden farklı değerlendirmeler yapılmak suretiyle hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerinin ihlal edildiğini belirtmiştir. Ayrıca derece mahkemelerince somut olayın ve hukuk kurallarının değerlendirmesinde hataya düşüldüğünü, işveren vekili sıfatı olmadığı hâlde gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan sadece genel müdür yardımcısı unvanından hareketle davanın reddedildiğini, iş güvencesine tabi olup olmadığı hususu ile ilgili iddia ve tespitlerin yargılama sürecinde tartışılmadığını, dolayısıyla buna dair bir savunma da geliştiremediğini ifade etmiştir. Öte yandan işten çıkarılma işleminin Sermaye Piyasası Kurulunun onayına sunulması gerektiği hâlde sadece Yönetim Kurulunun kararına dayandırıldığını, bu şekliyle hem maddi anlamda hem usule ilişkin yönü itibarıyla feshin hukuka aykırı olduğunu belirtmiş; izah edilen nedenlerle adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
24. Bakanlık görüşünde, derece mahkemeleri tarafında somut olayın ilgili mevzuat çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle bir sonuca varıldığı, bariz takdir hatası yahut açık keyfîlik içeren bir durumun bulunmadığı ifade edilmiştir.
25. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında genel itibarıyla başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları tekrarlamıştır.
2. Değerlendirme
26. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan gerekçeli karar hakkına ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.
a. Kabul Edilebilirlik Yönünden
28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Esas Yönünden
i. Genel İlkeler
29. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak gerekçeli karar hakkından açıkça söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).
30. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).
31. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve bunu denetlemeyi amaçlamaktadır. Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
32. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değilse de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.
33. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
ii. İlkelerin Olaya Uygulanması
34. Başvuruya konu olayda özetle Şirkette genel müdür yardımcısı olarak çalışan başvurucunun iş akdi işveren Şirketin Yönetim Kurulu tarafından feshedilmiş olup başvurucu bunun üzerine işe iade davası açmıştır. Mahkeme, şüphe feshi nedeniyle davanın kabulüne karar vermiş ancak istinaf incelemesi neticesinde şüpheye dayanak olgu bulunmadığından kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargılamanın temyize taşınması neticesinde ise Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, başvurucunu genel müdür yardımcısı olarak çalıştığının tespiti ve iş güvencesine sahip olmadığı gerekçesiyle davanın kesin olmak üzere reddine hükmetmiştir (bkz. §§ 9-13).
35. Başvurucu öncelikle şüphe feshini ortaya koyan somut bir olgu bulunmadığı hâlde iş akdinin feshedildiğini, hakkında devam eden soruşturmanın yargılama sürecinde takipsizlik ile sonuçlandığını ifade etmiş; buna mukabil aynı mahkemelerin benzer olaylara dair farklı kararlar verdiğini belirterek haksızlığa uğradığını ileri sürmüş ve örnek kabilinden şüphe feshine dair mahkeme kararlarını başvuru formu ve eklerinde ibraz etmiştir. Başvurucuya ilişkin yargılama sürecine bakıldığında ise yargılamanın nihai olarak feshe dair bir değerlendirme neticesinde değil başvurucunun iş güvencesine tabi olmadığı gerekçesiyle reddedildiği, feshin geçerliliği hususunda bir değerlendirmenin yapılamadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun şüphe feshine dair itirazlarının başvuruya konu yargılama kapsamında incelenmesine imkân olmadığı görülmüştür.
36. Öte yandan başvurucu; iş güvencesine ilişkin olarak yapılan tespitin Yargıtay kararında ortaya konulduğunu, öncesinde ise derece mahkemelerince bu hususun tartışılmadığını, nitekim bu konuya ilişkin dosyada hiçbir bilgi yahut belgenin de bulunmadığını, ayrıca fesih işleminin ilgili mevzuata uygun olarak gerçekleştirilmediğini ileri sürmüştür.
37. Başvurucunun iddiaları doğrultusunda yapılan inceleme neticesinde Mahkemenin 2016/833 sayılı esasına kayden görülen yargılamada 10/1/2017, 26/4/2017 ve 5/10/2017 tarihlerinde duruşma açıldığı, tarafların katılımı sağlanmak suretiyle iddia ve itirazların dinlendiği tespit edilmiştir. Yine yargılama devam ederken davalı Şirket tarafından 6/1/2017, 21/4/2017, 8/5/2017 tarihlerinde ibraz edilen dilekçeler ile feshin geçersizliğine yönelik iddialara cevap verildiği, ayrıca başvurucunun genel müdür yardımcısı olması münasebetiyle iş güvencesine sahip olmadığı hususunun ileri sürüldüğü anlaşılmıştır. Nitekim başvurucunun da 22/4/2017 tarihli dilekçesi ile işveren tarafından ileri sürülen iddialara cevap verdiği ve ayrıca duruşmalarda vekili aracılığı ile savunma yapma imkânı bulduğu görülmüştür. Buna mukabil gerekçeli kararda, başvurucunun iş güvencesine tabi olduğu değerlendirilerek -iş tanımına dair bir değerlendirmeye yer verilmeden- dosya işin esasına geçilerek incelenmiştir. Davalı Şirket ayrıca temyiz başvurusu sırasında da iş güvencesine ilişkin iddiasını dile getirmiş; temyiz incelemesi devam ederken başvurucu 6/11/2018, 27/4/2018, 30/1/2018 tarihli beyan dilekçelerinde anılan iddia yönünden hiçbir açıklama yapılmamıştır.
38. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, başvurucunun genel müdür yardımcısı pozisyonunda olduğunu belirterek davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddi kararında her ne kadar başvurucunun sahip olduğu pozisyonun işletmenin bütününün sevk ve idare etmek olduğu (bkz. § 13) belirtilmiş ise de yargılamanın bütününe bakıldığında bu sonuca nasıl gidildiği mahkeme kararlarından anlaşılamadığı gibi dosyaya giren bilgi ve belgelerde de başvurucunun iş tanımına dair bir tespitin yer almadığı görülmüştür. Nitekim yargılama sürecinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde başvurucunun iş güvencesine sahip olduğu belirtildiği gibi bu husus ilk derece mahkemesi ve istinaf merci tarafından da teyit edilerek işin esasına geçilmiştir. Her ne kadar yargılama boyunca davalı Şirket tarafından iş güvencesine ilişkin itirazlar dile getirilmiş ise de itirazların başvurucunun unvanı üzerinden ileri sürüldüğü, iş tanımına dair bir açıklamada bulunulmadığı, buna mukabil başvurucunun iddialara cevaben işveren vekili sıfatına haiz olmadığı açıklamasının yapıldığı görülmektedir.
39. Yukarıda da izah edildiği gibi gerekçeli karar hakkı, derece mahkemelerinin bütün iddia ve itirazları karşılaması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak davanın sonucuna etki edebilecek meselelere ilişkin kanaatin ne olduğunun gerekçeli karardan anlaşılması gerekmektedir. Bu kapsamda somut olaya bakıldığında iş güvencesine ilişkin değerlendirmede kişinin sahip olduğu unvandan ziyade iş tanımı daha çok önem arz etmektedir (Yargıtay kararları için bkz. §§ 19-21). Başvuruya konu yargılamaya bakıldığında bu hususun ilk defa Yargıtay tarafından dikkate alındığı ancak yukarıda yer verilen Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi başvurucunun iddia ve savunmaları değerlendirilerek gerekçelendirilmediği anlaşılmıştır. Bu nedenle yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
40. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden
41. Başvurucu, iş akdinin hukuka aykırı bir şekilde feshedildiğini belirterek çalışma hakkı ile suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ifade etmiştir.
42. Başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden diğer ihlal iddialarına ilişkin olarak kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
43. Başvurucu; ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
44. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
45. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
46. Dosyadaki belgeden tespit edilen 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yargıtay 9. Hukuk Dairesine (E.2019/3601, K.2019/21258) iletilmek üzere İstanbul 35. İş Mahkemesine (E.2016/833, K.2017/372) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
E. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/9/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.