logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Elif Öztürk [1. B.], B. No: 2021/22380, 14/5/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/22380)

 

Karar Tarihi: 14/5/2025

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

İsmail ŞAHİN

Başvurucu

:

Elif ÖZTÜRK

Vekili

:

Av. Hasan PİLAVCI

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. 1989 doğumlu olan başvurucu, boyun ve memede şişlik şikâyeti ile Özel Ç. Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Başvurucuya lokal anestezi altında ameliyathane şartlarında eksizyonel servikal lenf bezi biyopsisi uygulanmış ve sonrasında başvurucu tüberküloz ön tanısıyla tedavi için Taksim Verem ve Savaş Hastanesine gönderilmiştir. Taksim Verem ve Savaş Hastanesi tarafından tüberküloz enfeksiyonunun kültürü ve ilaç hassasiyetini tespit etmek amacıyla başvurucudan biyopsi talep edilmiş ve Hastane tarafından 21/7/2008 tarihinde başvurucuya sağ servikal lenf bezinin eksizyonel biyopsisi yapılmıştır.

3. Başvurucu; aynı yara üzerinden iki defa ameliyat yapıldığını, ikinci ameliyatta doktorun hatalı uygulama yaptığını, yanlış müdahale nedeniyle omuz bölgesindeki sinirlerinin yanlışlıkla kesildiğini ve bunun sonucunda sağ kolunda ciddi işlevsel kayıplar oluştuğunu beyan ederek 27/12/2010 tarihinde 1.000 TL maddi ve 6.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi talebiyle Hastane ve ameliyatı gerçekleştiren doktor G.G. aleyhine tazminat davası açmıştır. Ayrıca dava dilekçesinde başvurucu; ameliyatlardan önce kuaför olarak çalıştığını, ameliyat sonrası omuz ve kolundaki işlev kayıpları nedeniyle işinden ayrılmak zorunda kaldığını, fiziksel görüntüsünü ve faaliyetini etkileyecek bir hasara maruz bırakılmasının tüm hayatını olumsuz etkilediğini belirtmiştir.

4. Davaya bakan İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafların sunduğu deliller ve Hastaneden gelen belgeler doğrultusunda konu ile ilgili olarak bilirkişi incelemesi yapılmasına karar vermiş, bu kapsamda Adli Tıp Kurumu (ATK) 2. İhtisas Kurulu 22/1/2014 tarihli rapor hazırlamıştır. Rapor öncesinde ATK 2. İhtisas Kurulunca başvurucunun 11/12/2013 tarihli muayenesinde, sağ kol abdüksiyon % 30 derecede kısıtlı ve kanat skapula görülmüştür. Anılan raporda, başvurucuya sağ servikal lenf bezinin eksizyonel biyopsisi yapıldığı ve sonrasında sağ aksesuar sinirin trapezius kasına giden dalında parsiyel akson hasarı oluştuğu belirtilmiştir. Öte yandan lenf bezi tüberkülozunun akciğer dışı tüberküloz olgularının en sık görülen formu olduğu, sıklıkla boyun bölgesindeki lenf bezlerini tuttuğu, lenf bezi tüberkülozunda tanı etkilenen lenf bezinden iğne biyopsi ya da eksizyonel biyopsi alınması ile konulduğu, boyun bölgesindeki lenf bezlerinde tanı amaçlı eksizyonel biyopsi alınması esnasında lenf bezi çevresinde bulunan sinir dokularında da hasar oluşabileceği ifade edilmiştir. Sonuç olarak uyuşmazlık konusu olayda başvurucuda ortaya çıkan hasarın her türlü özene rağmen oluşabilen herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen komplikasyon olarak nitelendirildiği, kişinin tedavisinde görev alan hekimlere atfı kabil kusur tespit edilmediği kanaati bildirilmiştir.

5. Başvurucu; anılan rapora itiraz dilekçesinde, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (Üniversite Hastanesi) Nöroloji ve Fizik Tedavi Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen raporlarda fiziksel hasarın biyopsi sonucu sinir yaralanması sebebiyle gerçekleştiği ortaya konulmasına rağmen ATK raporunun hekim hatasını ortaya koymamasının raporlar arasında çelişki oluşturduğunu belirtmiştir. Bunun yanında usulüne uygun olarak aydınlatılmış onam da alınmadığını, alınan onam usulüne uygun olsa dahi hekimin kusur ve sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını ifade etmiş, ATK raporunun yetersiz olduğunu vurgulayarak ATK Genel Kurulundan yeniden rapor aldırılmasını talep etmiştir.

6. Mahkeme, başvurucunun itirazlarını da dikkate alarak ATK Genel Kurulundan rapor alınmasına karar vermiş ve bu kapsamda ATK Genel Kurulu 28/5/2015 tarihli rapor hazırlamıştır. Anılan raporda; ATK'nın 22/1/2014 tarihli raporunda yer alan tespitler ve değerlendirmeler genel olarak yinelenerek sonuç olarak kişide ortaya çıkan hasarın her türlü özene rağmen oluşabilen herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen komplikasyon olarak nitelendirildiği, kişinin tedavisinde görev alan hekimlere atfı kabil kusur tespit edilmediği kanaati bildirilmiştir.

7. Başvurucunun anılan rapora itirazını ve talebini gözeten Mahkeme farklı üniversitelerin tıp fakültelerinden resen seçilecek nöroloji uzmanı, kalp ve damar cerrahı ile sigorta hukukçusundan oluşacak heyetten bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiş ve bilirkişi heyeti 6/4/2016 tarihinde raporunu Mahkemeye sunmuştur. Bu raporda; boyun bölgesindeki tanı amaçlı lenf bezlerine yönelik biyopsi sonucunda başvurucunun mevcut delillere göre bir önceki grafilerde olmayan omuz hasarının ikinci grafide belli olduğu, öncesinde bu hasarın olmadığı belirtilmiştir. Nörolojik değerlendirmede ise EMG bulguları ile hastanın muayene bulguları ve hastada oluşan hasarın her türlü özene rağmen oluşabilecek cerrahi uygulama sonrası gelişen bir komplikasyon olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun tıbbi durumunun cerrahi uygulama sonrası gelişen bir komplikasyon olduğu davalılara atfedilecek bir kusur bulunmadığı kanaati bildirilmiştir.

8. Başvurucu; bu rapora karşı itirazında, heyetin hekim üyelerinin üniversite öğretim üyesi olmadığını, üniversitelerin tıp fakültelerinin öğretim üyelerinden oluşturulacak genel cerrahi, nöroloji ve göğüs hastalıkları ana bilim dallarından seçilecek bir bilirkişi heyetinden rapor alınması gerektiğini ifade etmiştir. Öte yandan bilirkişi heyet raporunda; mevcut tüm tıbbi raporların hasarın biyopsi operasyonu sebebiyle oluştuğunu tespit ettiği, bu kapsamda yapılan uygulama sonrasında sağ omzunda düşme, sağ kolda kalıcı uyuşma/hissizlik, ciddi işlev azalması gibi son derece ağır sonuçlar meydana gelmesinin komplikasyon veya doğal sonuç olarak görülemeyeceğinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucu ayrıca davalıların kusuru tespit edildikten sonra hak kazanacağı maddi tazminat miktarının belirlenmesi bakımından dosyanın tekrar bilirkişiye gönderilerek olay tarihindeki yaşı, mesleki eğitim durumu, mesleki tecrübesi, kaza sonrasında oluşan iş gücü kaybı ve sair veriler ışığında maddi zarar miktarının belirlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

9. Mahkeme, başvurucu tarafından yapılan itirazları yerinde görmeyerek 15/11/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, ATK raporlarındaki ve bilirkişi heyet raporundaki tespitlere yer verildikten sonra başvurucuya uygulanan tedavi ve yapılan işlemlerde bu raporlardan ve dosyadaki diğer bilgi ve belgelerden hareketle ortaya çıkan hasarın her türlü özene rağmen komplikasyon olarak nitelendirildiği, başvurucunun tedavisinde görev alan hekime karşı herhangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyeceği sonucuna ulaşmıştır.

10. Başvurucu, bu karara karşı 15/5/2017 tarihli istinaf kanun yolu başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu bilirkişi raporlarına itiraz dilekçelerinde belirttiği hususları tekrar etmiştir.

11. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi (Daire) 14/3/2018 tarihinde Mahkemenin kararının ve dayandığı gerekçenin usul ve kanunlara, yerleşik içtihatlara uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

12. Başvurucu, bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu, alınan raporların her birinin içerik itibarıyla davalı hekimin kusuruna açıkça işaret etmesine rağmen sonuç kısımlarında aksi kanaat bildirildiğini belirtmiştir. Sonuç olarak istinaf dilekçesinde belirtilen hususlar tekrar edilerek ATK raporlarının ve bilirkişi heyet raporunun hekim lehine olacak şekilde hukuka aykırı hazırlandığını ve hükme esas alındığını ifade ederek Daire kararının bozulmasını talep etmiştir.

13. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 10/2/2021 tarihinde, 14/3/2018 tarihli Daire kararının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir.

14. Başvurucu, nihai hükmü 10/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 3/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

15. Başvurucu 21/7/2008 tarihinde gerçekleştirilen ikinci ameliyatta; operasyonun riskleri konusunda aydınlatılmadığını, bu hususta rızasının alınmadığını, ameliyat sonrasında da kalıcı hasar oluştuğunu, sağ omuzunun sol omzuna göre düşük pozisyona geldiğini ve sağ kolunun felç olduğunu bunun görsel olarak vücut bütünlüğünü bozduğunu belirtmiştir. Yargısal makamların kararlarının yetersiz ve hukuka aykırı olduğunu ifade eden başvurucu, doktorun ağır ihmali sonucunda kalıcı hasar meydana geldiğini, ATK ve bilirkişi raporlarına itirazlarının dikkate alınmadığını vurgulayarak maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

16. Başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

17. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

18. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk [2. B.], B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51; Özkan Şen [2. B.], B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40;). Anayasa’nın 56. maddesi belirtildiği üzere anılan pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

19. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35; Ahmet Acartürk, § 51;). Bununla birlikte sağlık personeli, mesleğini de yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 54). Anayasa Mahkemesi ise Anayasa'nın anılan maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli [2. B.], B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36).

20. Bu bağlamda maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. (Yasin Çıldır [2. B.], B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, § 32). Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu [1. B.], B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan [1. B.], B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 45).

21. Başvurucu, bahse konu şikâyetlerinin ikinci ameliyattaki ameliyatı gerçekleştiren doktorun ağır ihmalinden kaynaklandığını ve alınan bilirkişi raporlarının taraflı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme; olayda doktorların ve hastanenin kusurunun bulunmadığı, başvurucuda oluşan şikâyetlerin tıbbi müdahalenin bir komplikasyonu olduğu yönünde görüş bildiren bilirkişi raporlarına dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan raporlarda tarafların iddialarının kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek değerlendirildiği görülmüştür. Buna göre yargı makamlarının vardığı sonucun bariz takdir hatası veya keyfîlik içerdiği söylenemez. Ayrıca başvurucunun yargılama sürecine etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip itirazlarını ileri sürebildiği anlaşılmıştır. (Benzer değerlendirmeler için birçok karar arasından bkz. Zümrüt Ağapınar [2. B.], B. No: 2015/3747, 26/12/2018; Fesih Ayda [1. B.], B. No: 2015/4259, 10/1/2019; Tuba Arıkan [1. B.], B. No: 2018/17729, 6/10/2021; Ğanime Yayman ve diğerleri [2. B.], B. No: 2021/1039, 18/9/2024).

22. Bununla birlikte ilgili mevzuata göre istisnai hâller dışında tıbbi müdahale, müdahaleye maruz kalacak kişinin bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir. Ancak yaş küçüklüğü veya ayırt etme gücüne sahip olmayanlar ile hastanın bilincinin kapalı olması veya acil müdahale gerektirmesi gibi zorunlu hâllerde yasal temsilcisinin izni alınabilir. Rızanın geçerliliği bakımından kişinin öncelikle neye rıza gösterdiğini bilmesi gerekir ki bu da ancak hastanın somut olaya uygun yeterli bilgilendirmesi ile mümkün olabilir Ayrıca hukuka uygun rızanın varlığından söz edilebilmesi için kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi hâlinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları, hastalığın seyri ve neticeleri konusunda hastanın bilgilendirilmiş olması gerekir. Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır. Bu bağlamda hasta veya temsilcisinin (veli-vasi) somut olaya uygun şekilde bilgilendirilerek rızalarının alındığını ispat yükümlülüğünün de hastane ve tıbbi müdahaleyi yapan doktorda olduğu vurgulanmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56, Fındık Kılıçaslan [1. B.], B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 49, 50; Sultan Bulut ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/37430, 20/10/2021 §§ 55, 56).

23. Ayrıca hastanın ya da temsilcisinin sözlü ya da yazılı rıza göstermesinin tek başına tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hâle getirmeyeceği, bu rızanın aydınlatılmış iradeye dayanması gerektiği vurgulanmalıdır. Bu bağlamda yargı makamlarının öncelikle hastanın veya istisnai durumların varlığı hâlinde veli ya da vasinin olayın koşullarına göre yazılı veya sözlü olarak yeterli bir şekilde bilgilendirilerek rızalarının alınıp alınmadığını tespit etmesi devletin pozitif yükümlülüğünün gereği olduğu söylenebilir (M.Ş.O., B. No: 2020/24126, 26/3/2025, § 20;Sultan Bulut ve diğerleri § 57).

24. Somut olayda başvurucunun 21/7/2008 tarihinde gerçekleştirilen ameliyatla ilgili olarak operasyonun riskleri konusunda bilgilendirilmediğine ve rızasının alınmasına ilişkin fırsat verilmediğine ilişkin iddialarını yargı makamları önünde de ileri sürdüğü görülmektedir. Mahkeme alınan ATK ve bilirkişi heyet raporlarında başvurucunun biyopsi uygulaması hakkında bilgilendirildiği ve yakınının şahitliğinde onayının alındığı şeklinde ifadeye yer verilmiş olmakla birlikte Mahkemece alınan raporların sonuç kısmında bu hususta bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir (bkz. §§ 4-7).

25. Bunun yanında yargısal makamlar tarafından da başvurucunun dava dilekçesinde ve bilirkişi raporlarına itiraz dilekçesinde belirttiği bu itirazı ATK ve bilirkişi heyet raporlarındaki ifadeden hareketle dahi olsa incelenmemiş, bu hususta herhangi bir tartışma gerekçeli kararlara yansıtılmamıştır. Bu bağlamda yargılama sürecinde başvurucunun biyopsi uygulamasına ve bu uygulama sonucunda oluşabilecek sinir dokularında hasar oluşabileceği komplikasyon riski yönünden bilgilendirilmesine ve buna ilişkin onam belgesinin usulüne uygun şekilde tanzim edilip edilmediğine ilişkin yeterli düzeyde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulmamıştır.

26. Ayrıca hastanın öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Ancak başvurucunun anılan iddiasının yargı makamları tarafından somut olaya uygun ve yeterli bir gerekçeyle karşılanmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda somut olayda yargılama makamlarının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yaptığı söylenemez. Dolayısıyla kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır (Aydınlatılmış onama ilişkin birçok karar arasından bkz. Sultan Bulut ve diğerleri; Fındık Kılıçaslan; Emrah Egeç [2. B.], 2015/9714,11/12/2018; Göktürk Kurt ve diğerleri [2. B.], B. No: 2018/19177, 19/10/2021; Ferit İşlek [1. B.], B. No: 2019/11247, 3/5/2023; İhsan Yılmaz [2. B.], B. No: 2021/54092, 22/5/2024).

27. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

28. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

29. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

30. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

31. Başvurucu; ihlalin tespitine, yeniden yargılama yapılmasına ve 300.000 TL maddi, 60.000 TL manevi olmak üzere toplam 360.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

32. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

33. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

34. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2010/809, K.2016/327) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 487,60 TL başvurucu harcı ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Elif Öztürk [1. B.], B. No: 2021/22380, 14/5/2025, § …)
   
Başvuru Adı ELİF ÖZTÜRK
Başvuru No 2021/22380
Başvuru Tarihi 3/5/2021
Karar Tarihi 14/5/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (hukuk) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Tıbbi ihmal-Tıbbi uygulamalar İhlal Yeniden yargılama
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi