TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ŞEHAP KORKMAZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU (2)
|
(Başvuru Numarası: 2021/29627)
|
|
Karar Tarihi: 13/3/2025
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
Murat İlter DEVECİ
|
Başvurucular
|
:
|
1. Şehap KORKMAZ
|
|
|
2. Emel KORKMAZ
|
|
|
3. Gürkan KORKMAZ
|
|
|
4. Melike ÇAKIRKAYA
|
|
|
5. Aylin TAKTUK
|
Vekilleri
|
:
|
Av. Doğukan Tonguç CANKURT
|
|
|
Av. Esra BAŞBAKKAL KARA
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında görev alan bilirkişinin incelediği bazı kamera görüntülerine ait kayıtların silindiği ve görüntü kayıtlarının içeriği hakkında gerçeğe aykırı bilirkişi raporu düzenlendiği iddiası sebebiyle yürütülen ceza muhakemesinde delil toplanmasına ilişkin bazı taleplerin karşılanmaması, eylemlerin hukuki vasıflandırılmasında hata edilmesi, eylemlerle orantılı ceza verilmemesi ve makul bir süratle yürütülmeyen kovuşturma sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 26/5/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Şehap Korkmaz ve diğerleri (B. No: 2017/7592, 26/5/2022) kararı ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu Emel Korkmaz ve Şehap Korkmaz’ın çocuğu, diğer başvurucuların kardeşi olan Ali İsmail Korkmaz, Eskişehir’de 2/6/2013 tarihinde gece saatlerinde gerçekleşen ve kamuda Gezi Parkı olayları olarak bilinen olaylara bir arkadaşıyla katılmıştır. Ali İsmail Korkmaz’ın katıldığı gösteri göz yaşartıcı gaz ve tazyikli su da dâhil olmak üzere maddi güç kullanan polisin müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Müdahaleden kaçarak eski otogar diye bilinen mevkideki Sanayi Sokak’a girdiğinde bir grubun saldırısına uğrayıp yaralanan Ali İsmail Korkmaz; tedavi gördüğü Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde, darbedilmesinden 38 gün sonra 10/7/2013 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
A. Ali İsmail Korkmaz’ın Öldürülmesi Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasıyla İlgili Süreç
6. Ali İsmail Korkmaz’ın darbedilerek öldürülmesi ile ilgili olarak Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) bir soruşturma başlatılmıştır.
7. Başsavcılık 12/6/2013 tarihinde, olayın şüphelileri arasında polis memurlarının olduğunu değerlendirerek jandarma birimlerine olayın gerçekleştiği yerdeki MOBESE ve işyerlerinin güvenlik kameralarının görüntülerinin elde edilmesi yönünde talimat vermiştir. Başsavcılık ayrıca İl Emniyet Müdürlüğünden olay günü görevli olan memurların isim listesi, bu memurlara ilişkin nöbet çizelgeleri ile telsiz kayıtlarının gönderilmesini, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından olay yerindeki baz istasyonlarından alınabilecek görüşmelerin tespitini, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezinden ise kamera görüntülerinin silinip silinmediği konusunda bilgi vermesini istemiştir.
8. Bazı işyerlerinden elde edilen kamera görüntülerini içerir veri saklama donanımları ile video kaydedicilerin incelenmesi için S.U. bilirkişi olarak görevlendirilmiştir. S.U. soruşturma dosyasına sunduğu bilirkişi raporunda işyerlerinden birine ait kameranın hard diskinde bir veri tespit edemediğini, verilerin sonradan silinmiş olma ihtimaline karşı araştırma yaptığını ancak bu araştırma neticesinde de bir veriye ulaşamadığını bildirmiştir.
9. S.U.ya verilen görev bu kez Merkez Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğine (Amirlik) verilmiştir. Amirlikçe hazırlanan raporda cihazdaki görüntü kayıtlarının farklı tarihlerde silindiği belirtilmiştir. Bazı silinme tarihleri cihazın bilirkişi S.U.da inceleme için bulunduğu tarihlere denk gelmektedir. Silinen görüntülerin geri getirilebilmesi, Amirliğin bu konudaki özel çalışmasıyla mümkün olabilmiştir.
10. Başsavcılığın görüntüleri elde ettikten sonraki tespiti, görüntülerde darbedildiği görülen kişinin başvurucuların yakını Ali İsmail Korkmaz olduğu yönündedir. Başsavcılığın tespitlerine göre görüntülerde bazı eylemcilerin tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz da kullanan polisin müdahalesinden kurtulmak için olayın gerçekleştiği sokak ile başka sokaklara kaçıştığı ancak eylemcilerin olayın gerçekleştiği sokağa öncesinde gelen sivil polis memurları ile sokaktaki ekmek fırınının işletmecisi olan İ.K. ve İ.K.nın yakınları tarafından burada sopa ve coplarla darbedildiği yer almaktadır.
11. Görüntü kayıtlarının silindiği iddiası yönünden ayırma kararı veren Başsavcılık; ölüm olayını çevreleyen koşulların aydınlatılması ve ölümden doğan ceza sorumluluğun tespiti için gerekli delilleri toplamasının ardından Ş.G., İ.K., H.E., E.H.,R.K. ve M.V. ile polis memurları Y.A. ve M.S. hakkında kamu davası açmıştır (Görüntü kayıtlarının silinmesi ile ilgili soruşturma süreci için bkz. §§ 17-24). İddianamede M.S.nin kasten öldürme suçunu işlediği, diğer şüphelilerin de bu suça yardım ettikleri iddia edilmiştir. Açılan kamu davasının Kayseri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesi nedeniyle kovuşturma Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülmüştür.
12. TÜBİTAK tarafından 25/7/2014 tarihinde hazırlanan analiz raporunda; ekmek fırınının güvenlik kamerası görüntülerinin yansıdığı cihaz üzerindeki zaman bilgilerine göre 2/6/2013 tarihinde saat 23.48.47-23.48.58 ile aynı gün saat 23.57-23.59 arasında meydana gelen darp olayındaki darbeden kişiler ile darbedilen kişinin iyileştirilmiş görüntülerinin tespit edildiği, 6/6/2013 günü saat 19.02.40, aynı gün saat 19.03.02, 21/6/2013 günü saat 14.54.54 ve 22/6/2013 tarihinde saat 14.21.37'de olmak üzere toplam dört kez sürücüleri temizleme (görüntü silme) işleminin yapıldığı açıklanmıştır.
13. Yürütülen kovuşturmada S.U. tarafından düzenlenen rapor dikkate alınmamıştır.
14. Kovuşturma sonunda Ş.G.nin beraatine, Y.A., M.S., İ.K., R.K., M.V. ve E.H.nin kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyetine, ayrıca H.E.nin kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine ve bu hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir (yargısal süreçle ilgili daha fazla bilgi için bkz. Şehap Korkmaz ve diğerleri, §§ 33-74).
15. Başvurucuların ölüm nedeniyle meydana gelen zararlarının karşılanması talebiyle açtığı tam yargı davası neticesinde başvuruculara59.180,39 TL maddi tazminat ile650.000 TL manevi tazminat yasal faiziyle birlikte ödenmiştir.
16. Başvurucular; başka ihlal iddiaları yanında, yakınlarının kolluk görevlileri ve bu görevlilerle hareket eden kişiler tarafından darbedilerek öldürüldüğü ve bu olay hakkında yürütülen ceza muhakemesinin etkisiz olduğu iddiasıyla başvurular yapmıştır. Başvuruları birleştirerek yaptığı incelemede Anayasa Mahkemesi; yetkili makamların Ali İsmail Korkmaz’ın kötü muamele oluşturan kasıtlı fiiller sonucunda hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak etkili bir ceza muhakemesi yürütmek suretiyle yaşam hakkının ihlalini tespit edip olayın sorumlularını eylemlerine uygun ve yeterli cezalarla cezalandırdıkları, ayrıca başvuruculara ölümle sonuçlanan olaydan kaynaklanan zararlarına karşılık olarak yeterli miktarlarda tazminatların da ödendiği, bu nedenle başvurucuların ihlalden doğan mağduriyetlerinin giderildiği gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiayı kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Şehap Korkmaz ve diğerleri, §§ 149-185). Kararda olay yerindeki güvenlik kameralarının kaydettiği ancak akabinde silindiği anlaşılan görüntülerin yeniden elde edilmesi yönünde gösterilen yoğun çaba sayesinde görüntülerin geri getirildiği ve olayın gerçekleşme koşullarının belirlenip buna göre bir sonuca varılmasında bu görüntülerin kritik bir önemi olduğu ve ağırlıklı olarak bu görüntüler sayesinde olayın faillerinin belirlenebilip cezalandırılabildiği ifade edilmiştir.
B. Görüntü Kayıtlarının Silindiği İddiası Hakkında Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç
17. Başsavcılık; S.U. ile silinen görüntülerin ait olduğu işyeri sahibi İ.K., Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büroda görevli Emniyet Amiri E.K. ve aynı büroda görevli Komiser Yardımcısı G.B. hakkında soruşturma yürütmüştür. Yürütülen bu soruşturmada Başsavcılık, S.U. dışındaki şüpheliler hakkında 2/10/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçundan ceza verilemeyeceğine işaret edilerek şüpheli İ.K. hakkında kamu davası açılamayacağı, şüpheliler E.K. ve G.B. hakkında ise kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği belirtilmiştir. Bu karara yapılan itiraz, Bilecik Ağır Ceza Mahkemesinin 20/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
18. Başsavcılık, 11/11/2014 tarihli iddianameyle S.U. hakkında görevi kötüye kullanma ve gerçeğe aykırı bilirkişilik yapma suçundan Eskişehir 6. Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır.
19. Ceza Mahkemesi, S.U.nun soruşturma dosyasına sunduğu raporun yanıltıcı nitelikte olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesi yaptırılması için Ankara Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep etmiştir. Bilirkişi heyetince hazırlanan raporda sanığın raporunda imaj alma işleminden bahsettiği ancak söz konusu imaj alma sırasında oluşturulan HASH değerlerini raporda sunmadığı, yapılmaması gerekirken asıl delil üzerinde inceleme yaptığı ve sanığın kasıtlı veya kasıt olmaksızın biçimlendirme işlemlerini gerçekleştirdiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca sanığın verileri kalıcı olarak yok etme konusunda teknik bilgiye sahip olduğu ve hazırladığı raporda incelemesini tam olarak yapamadığından, bunun Amirlik veya TÜBİTAK gibi kurumlarca yapılabileceğinden ve yanlışlıkla biçimlendirme işlemi yapmış olabileceğinden söz etmediği ifade edilmiştir. Bilirkişi heyetine göre sanık tarafından sunulan rapor yanıltıcı niteliktedir.
20. Ceza Mahkemesi, sanığın savunmasını dikkate alarak kayıt cihazının incelenmesini de içerecek şekilde sanığın hazırladığı raporun aldatıcılığı konusunda yeni bir bilirkişi raporu almak için İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep etmiştir. Bilirkişiler veriye ulaşamadıklarından görüş bildirememiştir. Ceza Mahkemesi bu kez incelemeyi Amirliğe yaptırmıştır. Amirlik tarafından hazırlanan 8/1/2021 tarihli raporda teknik açıklamalar yapılmış ve sabit diskin gerek cihazla biçimlendirme işlemi yapıldığında gerek bilgisayar ortamında “disk başlatma” işlemi yapılarak biçimlendirildiğinde sabit disk içerisindeki dosyalara/verilere adli bilişim yazılımları ile erişim sağlanabildiği belirtilmiştir.
21. Ceza Mahkemesi yargılamayı 16/3/2021 tarihinde sonlandırmış ve yargılamaya konu eylemlerin bir bütün olarak gerçeğe aykırı bilirkişilik suçunu oluşturduğu gerekçesiyle S.U.nun anılan suçtan sonuç olarak 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Kararda Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesine ilişkin olarak yürütülen ceza muhakemesinde S.U.nun yanıltıcı raporunun dikkate alınmadığı ifade edilmiştir.
22. Başvurucular ve S.U. Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazlarında başvurucular; sanığın aynı zamanda ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma ve suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçlarında da cezalandırılması gerektiğini ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın cezasızlığa neden olduğunu iddia etmiştir.
23. Başvurucuların ve sanık S.U.nun itirazı, Eskişehir 4. Ağır Ceza Mahkemesince 26/4/2021 tarihinde reddedilmiştir.
24. Başvurucular nihai kararı 27/4/2021 tarihinde öğrenip 26/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
25. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi kötüye kullanma” kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:
“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
26. 5237 sayılı Kanun’un “Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık” kenar başlıklı 276. maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:
“Yargı mercileri veya suçtan dolayı kanunen soruşturma yapmak veya yemin altında tanık dinlemek yetkisine sahip bulunan kişi veya kurul tarafından görevlendirilen bilirkişinin gerçeğe aykırı mütalaada bulunması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”
27. 5237 sayılı Kanun’un “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme” kenar başlıklı 281. maddesi şöyledir:
“(1) Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez.
(2) Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(3) İlişkin olduğu suç nedeniyle hüküm verilmeden önce gizlenen delilleri mahkemeye teslim eden kişi hakkında bu maddede tanımlanan suç nedeniyle verilecek cezanın beşte dördü indirilir.”
B. Uluslararası Hukuk
28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “İnsan haklarına saygı yükümlülüğü” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
“Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.”
29. Sözleşme’nin “Yaşam hakkı” kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...
2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:
a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;
b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun tutulan bir kişinin kaçmasını önleme;
c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması.”
30. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin 2. maddesini 1. maddesi ile birlikte yorumladığında Sözleşme’ye taraf devletin yaşam hakkı kapsamındaki olay hakkında etkili şekilde bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir. AİHM, bu bağlamda Sözleşme’nin 1. maddesi kapsamında devletlerin yetki alanı dâhilindeki kişilerin Sözleşme’de tanımlanan haklarını ve özgürlüklerini koruma genel görevi ile değerlendirilen Sözleşme’nin 2. maddesindeki yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün güç kullanımı sonucunda hayatını kaybeden kişilerin ölümünü araştırmak için etkili bir soruşturma açılmasını dolaylı olarak gerektirdiğini belirtmektedir (McCann ve diğerleri/BirleşikKrallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM, bu yönde incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü ilk kez kamu görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili olarak belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve hukuka aykırı olarak öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için yetkili makamlarca ölümcül güce başvurulmasının yasallığının denetlenmesini sağlayan bir usulün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğünün temel amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevli ve makamların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163).
31. Soruşturmanın gerekliliklerine ilişkin ölçütler Hugh Jordan/Birleşik Krallık (B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109) kararında sistematikleştirilmiştir.
32. Kovuşturma aşamasına geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin gereklilikler AİHM’e göre soruşturma aşamasının ötesine uzanır ve karar verme aşaması da dâhil kovuşturmanın tamamı, kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğün gereklerinin yerine getirmesi gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). AİHM, yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin hukuka aykırı olarak bir kişiyi öldüren ya da ölümcül yaralayanlar hakkında ceza hukukunu uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (pek çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 160; Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 57). Öte yandan soruşturmadaki eksikliklerin kovuşturmada sorumlulukların ortaya konulması kapasitesine ciddi şekilde zarar verebileceğinin göz ardı edilemeyeceğini de ifade eder (Ağdaş/Türkiye, B. No: 34592/97, 27/7/2004, § 102).
33. AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin kişilerin hayatlarını tehlikeye atan suçların cezasız kalmasına izin vermeye hazır olmaması gerektiği kanaatindedir. Kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde iş birliği olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 58).
34. Kamu görevlisinin karıştığı öldürme olayları için uygun olan yaptırımların seçimlerinde ulusal mahkemelere saygı gösterdiğini sıkça belirten AİHM, eylemin vahameti ile verilen ceza arasında açık orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme hususunda yetki kullanmasının gerekli olduğunu ifade etmektedir (Nikolova ve Velichova/Bulgaristan, B. No: 7888/03, 20/12/2007, § 62; Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 59). AİHM, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme’nin 2. maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini değerlendirmesi görevinin bulunduğunu açıklamaktadır (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62).
35. Bir polis memurunun bir şüpheliyi yakalamak isterken yetkilerini taksirle aşarak bu kişiyi öldürmesi olayıyla ilgili bir başvuruda (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 42) AİHM, Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş 1 yıl 1 ay 10 günlük hapis cezasını polis memurunun eylemiyle açıkça orantısız bulmuştur. Yetersiz cezanın ertelenmesini de eleştirmiştir. AİHM, derece mahkemesinin çok daha ağır bir ceza verme yetkisine sahip olmasına rağmen son derece hafif bir ceza belirlemesini ve bunu dahi ertelemesini, takdir hakkını böylesi ağır bir suça asla hoşgörüyle yaklaşılmadığını göstermek yerine suçun sonuçlarını hafifletmek için kullandığı şeklinde değerlendirmiştir. Yukarıda değinilen Kasap ve diğerleri/Türkiye başvurusunda (aynı kararda bkz. §§ 60, 61) da taksirle öldürme suçundan suçlu bulunan polis memurunun eylemine karşılık olarak belirlenen 1 yıl 8 aylık hapis cezasının açıklanmasının geri bırakılması, cezasızlık oluşturduğu gerekçesiyle ihlal nedeni olarak görülmüştür.
36. AİHM, kolluk görevlilerinin güç kullanma yetkilerini aşarak kişilerin ölümüne neden olduklarının açıkça veya özü itibarıyla ulusal mahkemelerce tespit edilmesi hâlinde kural olarak öldürmenin Sözleşme’nin 2. maddesini ihlal ettiğinin kabul edildiği anlamına geldiğini belirtmekte; bu durumun kullanılan gücün Sözleşme’nin 2. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kesinlikle gerekli ve orantılı olup olmadığının kendisi tarafından tespit edilmesini gereksiz kıldığını açıklamaktadır. AİHM, belirtilen durumda incelemesinin sadece ulusal makamların ihlale uygun ve yeterli giderim sağlayıp sağlamadığı ve buna bağlı olarak devletin Sözleşme’nin 2. maddesindeki yükümlülüklerini usul ve esas bakımından yerine getirip getirmediğinin belirlenmesiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir (bkz. Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 38; Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; güç kullanımının gerekliliği ve orantılılığı ile olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olup olmadığının açıkça incelendiği başvuru için bkz. Özcan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18893/05, 20/4/2010).
37. AİHM’e göre ölüme kasten sebep olunduğu veya ölümün bir saldırı ya da kötü muamele sonucu meydana geldiği olaylarda tazminat ödenmesine hükmedilmesi; Sözleşme’ye taraf devletleri, sorumluların tespit edilmesine ve cezalandırılmasına yol açabilecek soruşturma yürütme yükümlülüğünden muaf tutamaz (Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 165; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 130). AİHM sürekli olarak; tazminatın yeterli olabilmesi için iki tedbirin uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmaktadır. İlk olarak devletin yetkili makamları, sorumluların tespit edilmesini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili bir soruşturma yürütmelidir. İkinci olarak başvurucu gerektiği takdirde tazminat almalı ya da en azından tazminat talebinde bulunma ve tazminat elde etme imkânına sahip olmalıdır [kötü muamele yasağı kapsamında yapılan aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116. Bu atfa yer verilerek yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının incelendiği başvuru için bkz.Tursun/Türkiye (k.k.), B. No: 23307/10 ve 64591/11,22/5/2018].
38. AİHM’in ulusal mahkemenin takdir ettiği cezai yaptırımın yeterli, maddi ve manevi zararların da giderilmiş olduğunu tespit ettikten sonra mağdur sıfatının ortadan kalktığını değerlendirerek kabul edilemez bulduğu başvurular bulunmaktadır. AİHM değinilen Tursun/Türkiye başvurusunda; polis memurunun silah kullanımını 5237 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereğince hukuka uygun bulmakla birlikte silahını dikkatsizce kullanarak ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedende sınırı taksirle aştığını kabul edip ceza veren ulusal mahkemenin takdir ettiği 2 yıl 1 aylık hapis cezasını olayın şartlarına göre uygun ve yeterli bulmuştur. AİHM bunun yanında ulusal mahkemenin kararının gerekçesinde yaşam hakkının ihlal edildiğinin açıkça ifade edildiğini, mağdurların durumuna benzer başvurularda bizzat kendisinin belirlediği tazminatlarla uyumlu maddi ve manevi tazminatların verildiğini, polis memurunun on ay süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası aldığını belirtmiştir. Bu değerlendirmenin ardından AİHM; resmi belgede sahtecilik, yetkililere suçu bildirme yükümlülüğünü yerine getirmeme, suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme suçlarından 36 polis hakkında verilen ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar hakkındaki şikâyetleri, Sözleşme’nin 2. maddesi açısından özü itibarıyla daha önce incelenmiş olduğu gerekçesiyle ayrıca inceleme gerek görmemiş ve yetkili makamlarca yaşam hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi, ihlale ilişkin mağduriyetin de ortadan kaldırılması sebebiyle başvuruyu kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (aynı kararda bkz. §§ 59-65).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
39. Anayasa Mahkemesinin 13/3/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
40. Başvurucular, yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bu iddiaları kapsamında başvurucular öncelikle veri saklama donanımları ile video kaydedicilerini incelediği süreçte S.U.nun kimlerle iletişim kurduğunun tespit edilmemesinden yakınmıştır. Başvuruculara göre S.U.nun kolluk görevlilerinin yönlendirilmesiyle veri silmesi kuvvetle muhtemeldir. Başvurucular ayrıca S.U.ya eylemiyle orantılı bir ceza verilmemesinden ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinden şikâyet etmiştir. Başvurucular anılan nedenlerle yaşam hakkı ihlalinden doğan mağduriyetlerinin giderilmediğini ileri sürmektedir. Son olarak başvurucular, yargılamanın makul bir süratle yürütülmemesinden ve ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu ile suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme suçunu işlemesine rağmen S.U.nun söz edilen suçlardan dolayı cezalandırılmamasından yakınmıştır.
41. Bakanlık görüşünde, adli makamlar tarafından gerekli ceza muhakemesi işlemlerinin yapıldığı ve olayda sorumluluğu bulunduğu tespit edilen kişilerin cezalandırılmasına karar verildiği açıklanarak, başvurunun öncelikle mağdur statüsü yönünden incelenmesi gerektiğinin değerlendirildiği ifade edilip somut başvuruya konu süreç aktarılmıştır.
42. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.
B. Değerlendirme
43. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.
...
(…) meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması (…) veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
44. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“ Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
45. Başvurucunun ihlal iddiaları hakkında bir sonuca varabilmek için öncelikle devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerinin ne olduğunun ve bu yükümlülüklerin ihlalinden doğan mağduriyetin nasıl giderileceğinin Anayasa Mahkemesi içtihadıyla ortaya konulması gerekir.
46. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50; Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 82). Bu yükümlükleri kapsamında devlet; bireylerin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme (negatif yükümlülük) ve yetki alanındaki bireylerin yaşamlarını kamu görevlileri ile diğer bireylerin eylemlerinden hatta kişilerin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı korumak için gerekli tedbirleri alma (pozitif yükümlülük) ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Negatif yükümlülük, öldürme kastının olmadığı ancak güç kullanımının ölümle sonuçlandığı hâlleri de kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 83).
47. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında “meşru müdafaa hâli”, “yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi”, “bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi”, “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” veya “olağanüstü hâllerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması” sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve orantılı bir biçimde silahlı güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilir (Cemil Danışman, § 50; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 85). Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrası esas itibarıyla bir kişinin kasten öldürülmesine izin verilen durumları değil istenmeyen bir sonuç olarak ölüme sebep olan silahlı güç kullanımına izin verilen durumları açıklamaktadır (Narin Kurt [GK], B. No: 2018/2540, 1/12/2022, § 87).
48. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri kapsamında devlet, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla da yükümlüdür. Bu usul yükümlülüğü, şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§52, 54; Cemil Danışman, §§43, 95; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 97).
49. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türü, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespit edilir. Kasıtlı öldürme olayları ile saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında devlet, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütmekle yükümlüdür. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).
50. Usul yükümlüğünün ceza soruşturmasını gerektirdiği hâllerde yürütülen soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği şekilde etkili olduğunun kabul edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmesi, soruşturma makamlarının olaya karışan kişilerden bağımsız olması, soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi, soruşturmanın veya sonuçlarının gerektiği ölçüde kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmesi gerekir. Ayrıca soruşturma sonucunda alınan karar; soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanmalıdır (Serpil Kerimoğlu, §§ 57, 58; Cemil Danışman, §§ 98-100; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 99). Sözü edilen soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında sorumlular ile sorumlulukları tespit etmektir (Cemil Danışman, § 97; Narin Kurt, § 91).
51. Usul yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Bu sebeple Anayasa’nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 98). Bununla birlikte olası cezai sorumluluğun tespiti adına soruşturma sonrasında kovuşturma evresine geçilmiş ise bu aşamanın da Anayasa’nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 30; Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 100).
52. Bütün kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir cezayla sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamaktadır ancak mahkemeler; hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçlar ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına veya af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemeli, sorumlulara yaptırım uygulamakta kararlı olmalı ve suçun ağırlık derecesi ile verdikleri ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunmamasına dikkat etmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 77; Umut Tamaç, B. No: 2014/13514, 18/7/2018, § 85). Aksi yöndeki uygulamalar, eylemleriyle yaşam hakkını ihlal eden kolluk görevlilerinin cezasız kalmalarına ya da gerektiği gibi cezalandırılmamalarına yol açar ki bu durum; caydırıcılık sağlanmadığı için etkili ceza soruşturması yürütme yükümlülüğünün açıkça zedelenmesine, yaşam hakkını korumak için oluşturulan mevzuatın etkili şekilde uygulanmamasına, dolayısıyla yaşam hakkının kanunla korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesine sebebiyet verir (Seyfullah Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 162; Narin Kurt, § 105). Ayrıca sözü edilen uygulamalar nedeniyle -olay nedeniyle meydana gelen maddi ve manevi zararlar giderilmiş, aynı zamanda fail veya failler yeterli disiplin cezaları ile cezalandırılmış olsalar da- mağdurlara uygun ve yeterli giderim sağlanmamış olur (Narin Kurt, § 111). Bu sebeple kamu güveninin sürdürülmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması adına mahkemelerin, takdir haklarını bu tür eylemlere müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaları ve takdir hakkının suçun sonuçlarının hafifletilmesi için kullanıldığı yönünde bir izlenim oluşmasına neden olmamaları gerekir (Cembeli Erdem, B. No: 2014/19077, 18/4/2018, §§ 100-102; Narin Kurt, § 109).
53. Kovuşturma evresinde kolluk görevlilerinin güç kullanmasının yaşam hakkını ihlal ettiği açıkça ya da öz itibarıyla kabul edilmiş ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmişse Anayasa Mahkemesince yapılacak inceleme, eylem ile sanığa verilen ceza arasında açık bir orantısızlık bulunup bulunmadığı ve/veya verilen kararın sanığın cezadan muaf tutulduğu izlenimini verip vermediğiyle sınırlıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Narin Kurt, § 97).
54. Öldürmeme yükümlülüğünün söz konusu olduğu bir durumda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkması, ihlalin yargılama makamlarınca açıkça veya özü itibarıyla kabul edilerek sorumluların eylemlerine uygun ve yeterli cezalarla cezalandırılmalarına, ölümden doğan zararları için başvurucuya tazminat ödenmesine ya da buna ilişkin etkili bir yol sağlanmasına bağlıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Şehap Korkmaz ve diğerleri, §§ 148, 183).
55. Konuyla ilgili içtihadın ortaya konulmasından sonra somut olaya dönüldüğünde yargılama makamları, bazı üçüncü kişiler yanında bazı polis memurları hakkında da kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan mahkûmiyet kararları vermiş ve bu kararlar kesinleşmiştir (bkz. § 14). Ayrıca Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden doğan zararları nedeniyle başvuruculara yasal faiziyle birlikte 59.180,39 TL maddi tazminat ile650.000 TL manevi tazminat ödenmiştir (bkz. § 15).
56. İşbu başvurunun yapılmasından sonra verilen Şehap Korkmaz ve diğerleri kararında başvurucuların devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiğine yönelik şikâyetleri incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi yaptığı incelemede Ali İsmail Korkmaz’ın kötü muamele oluşturan kasıtlı fiiller sonucunda hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak yargı mercilerinin etkili bir ceza muhakemesi yürüterek, yaşam hakkının ihlalini tespit edip olayın sorumlularını eylemlerine uygun ve yeterli cezalarla cezalandırdıkları, başvuruculara ölümle sonuçlanan olaydan kaynaklanan zararlarına karşılık olarak yeterli miktarlarda tazminatların da ödendiği sonucuna varmış ve başvurucuların ihlalden doğan mağduriyetlerinin giderildiği gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiayı kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.
57. Anılan kararda olay yerindeki güvenlik kameralarının kaydettiği ancak akabinde silindiği anlaşılan görüntülerin yeniden elde edilmesi yönünde gösterilen yoğun çaba sayesinde görüntülerin geri getirildiği, olayın gerçekleşme koşullarının belirlenip buna göre bir sonuca varılmasında bu görüntülerin kritik bir önemi olduğu, ağırlıklı olarak bu görüntüler sayesinde olayın faillerinin belirlenebilip cezalandırılabildiği de ifade edilmiş, böylece bilirkişi S.U.ya atfedilen eylemlerin Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden doğan sorumluluğun belirlenmesine olan etkisi de değerlendirilmiştir (bkz. § 16).
58. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Düşme kararı” kenar başlıklı 80. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“ (1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:
...
c) İhlalin ve sonuçlarının ortadan kalkmış olması.
ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.
(2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir.”
59. Başvurucuların ihlal iddiası, özü itibarıyla Şehap Korkmaz ve diğerleri başvurusunda zaten incelenmiştir. Ayrıca anılan başvuruda yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddia da değerlendirilmiş ve devletin yaşam hakkından doğan yükümlülüğünü ihlal ettiğinin yargı mercilerince tespit edildiği ve bu ihlalden doğan mağduriyetin giderildiği saptanmıştır. Dolayısıyla başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamıştır.
60. Açıklanan nedenle başvurunun düşmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurunun DÜŞMESİNE,
B. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA, 13/3/2025tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.