TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ASUMAN DENİZ TUNÇ BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2021/40689)
|
|
Karar Tarihi: 16/9/2025
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
İrfan FİDAN
|
|
|
Muhterem İNCE
|
Raportör
|
:
|
Şehadet ÖZTÜRK
|
Başvurucu
|
:
|
Asuman DENİZ TUNÇ
|
Vekili
|
:
|
Av. Eylem SOYLU
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen ölüm temelinde oluşan zararların tazmini talebiyle açılan tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, hükmedilen manevi tazminatın yeterli olmaması nedeniyle de hakkaniyet uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 12.00-16.00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre farklı şehirlerden gelen gruplar Ankara Tren Garı'nda toplanacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürüyecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 10.04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş, olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş ve yaralanmıştır (Hasan Kılıç [2. B.], B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 7, 8). Başvurucunun kardeşi olan A.D. de bu patlama sonucu vefat edenlerden biridir.
3. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının olay hakkında yürüttüğü soruşturmada saldırının DEAŞ terör örgütüne üye olan iki canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.
4. İçişleri Bakanlığı, olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır (söz konusu patlama ilgili olarak İçişleri Bakanlığının yaptırdığı ön incelemeye dair süreç, bu süreç sonunda düzenlenen soruşturma raporu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan diğer işlemlere ilişkin tüm izahatlar için bkz. Hasan Kılıç, §§ 11-15).
5. Olayda vefat eden A.D.nin kardeşi olan başvurucu ile annesi G.D. ve babası M.D. İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak bombalı saldırı sonucu uğradıklarını ileri sürdükleri zararlar için tazminat talebinde bulunmuştur. Talebin zımnen reddi üzerine 8/4/2016 tarihinde Ankara 7. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde toplam 659.340,17 maddi tazminat ve toplam 450.000 TL manevi tazminat talepli tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde davacılar, saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olunmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin birçok iddiada bulunup güvenlik güçlerinin ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine olaydan sonra gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür.
6. Davalı İçişleri Bakanlığı savunmasında, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, idarenin hizmet kusuru bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca terör eylemi sonucu maddi zarara uğrandığından uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini öne sürmüştür.
7. İdare Mahkemesi, yargılama sürecinde duruşmalı yargılama yapıp ara kararları vermiştir. Bu kararlar; gösteri ile ilgili alınan önlemlerin tespitine, patlamadan sonra yapılan ceza ve disiplin soruşturması süreçleriyle ilgili bilgi ve belgelerin temin edilmesine, davacıların maddi zararlarının tespiti açısından istenen bilgi ve belgelere ile bilirkişi tayinine ilişkindir.
8. İdare Mahkemesi 27/9/2019 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul kısmen reddetmiş; vefat eden A.D.nin annesi G.D. için 119.674,01 TL maddi ve 50.000 manevi tazminat, babası M.D. için 77.666,16 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat, kardeşi başvurucu Asuman Deniz Tunç için 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine, başvurucu Asuman Deniz Tunç'un maddi zararı bulunmadığından maddi tazminat talebinin ise reddine hükmetmiştir. 5233 sayılı Kanun ve sosyal risk ilkesine ilişkin geniş çaplı açıklamada bulunulan karar gerekçesinde, 5233 sayılı Kanun'un terör saldırısı niteliği taşıyan olay nedeniyle yakınları vefat eden davacıların yaşadıkları elem ve üzüntü sonucu oluşan manevi zararlarının karşılanmasını engellenmeyen bir kanun niteliğinde olduğunu belirtmiş ve sosyal risk ilkesi kapsamında davacıların maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmesinin uygun olduğunu belirtmiştir.
9. Davacılar ile davalı idare, İdare Mahkemesi tarafından verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 12/2/2020 tarihinde davacıların istinaf taleplerini reddederken davalı idarenin istinaf talebini kısmen kabul edip kısmen reddetmiştir. Gerekçede sosyal risk ilkesine ilişkin açıklamalarda bulunup maddi tazminat hükümleri onandıktan sonra manevi tazminatın niteliği vurgulanarak sebepsiz zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerektiğini belirtmiş, istinafa konu karardaki manevi tazminat hükümleri kaldırılarak anne ve babanın her biri için 30.000 TL, kardeş için 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.
10. Davacı M.D. 17/2/2020 tarihinde vefat etmiştir. M.D.nin kızı olan davacı Asuman Deniz Tunç veraset ilamı sunarak M.D.nin mirasçısı olarak davaya devam etme iradesi göstermiştir.
11. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 15/12/2020 tarihinde İstinaf Mahkemesi kararını kısmen onamış; karar gerekçesinde öncelikle aynı olayı temel olan uyuşmazlıklarda farklı idare mahkemeleri tarafından verilen ara kararları üzerine Ankara Valiliği (emniyet birimleri) tarafından verilen cevaplarda emniyet birimlerine konuya ilişkin ihbarda bulunulmadığının belirtildiğini ifade etmiştir. İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ön inceleme raporu içeriğinde Terörle Mücadele Daire Başkanlığının (TEM) Ankara dâhil olmak üzere çok sayıda emniyet birimine ilettiği DEAŞ'ın canlı bomba gibi eylemlerde bulunma hazırlığı yaptığı yönündeki yazının toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde emniyet tedbiri almakla görevli güvenlik şube müdürlüğüne iletildiği yönünde bir bilgi/belge bulunmadığını vurgulamıştır. Bununla beraber TEM tarafından birden fazla birimle paylaşılan istihbari yazı nedeniyle elinde bilgi bulunan idarenin önceki standart uygulamadan ayrılarak bu bilgiyi ilgili birimlere iletmemesi nedeniyle güvenlik tedbirleri alması noktasında gerekli hassasiyet ve özeni göstermediğinin düşünülebileceğini ancak söz konusu yazı nedeniyle idarenin hizmet kusuru temelinde sorumlu tutulabilmesi için bu yazının yer, zaman ve kişi bakımından somut bir içeriği olması gerektiğini, bu bağlamda olay öncesine ilişkin olarak idarenin hizmet kusurundan bahsedilemeyeceğini açıklamıştır.
12. Daire, gerekçesinin devamında İçişleri Bakanlığının ön inceleme raporu, Ankara Valiliği tarafından sunulan Olay Tutanağı ile emniyet tedbirleri konulu yazı temel alınarak idarenin önceki uygulamaları doğrultusunda açık hava toplantılarında toplanma yeri ile ilgili olarak genel bir arama yapılmadığı, yeterli sayıda emniyet personelinin görev yaptığı, önleyici ve güvenliğe yönelik bomba aramalarının yapıldığını belirterek idarenin bu yönden de kusuru olmadığını değerlendirmiştir. Sağlık hizmetinin sunumu ve olaya yaralılara müdahale yönünden de Türk Tabipler Birliği tarafından düzenlenen rapor ve Ankara Valiliği tarafından sunulan bilgi/belge temel alınarak olay yerinde yeterli sayıda ambulans görevlendirildiği, sadece 65 dakika içinde tüm yaralıların sağlık kurumlarına nakledildiğini, sağlık hizmetinin sağlanması bağlamında bir iletişim aksaklığı yaşanmadığını belirterek idarenin bu bakımdan da hizmet kusuru olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Sonuç itibarıyla somut olayda idarenin hizmet kusurunun ve/veya kusursuz sorumluluğun söz konusu olmadığını ifade ederek yukarıda özetlenen gerekçe ile anne ve baba olan davacılaraayrı ayrı 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine, kardeş için maddi tazminat talebinin reddedilmesine yönelik İstinaf Mahkemesi hükümlerini onamıştır. Kararda İstinaf Mahkemesince sosyal risk ilkesinin kanunlaşmış hâli olan 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi tazminat taleplerinin değerlendirilmesi gerekirken genel hükümlerle sosyal risk ilkesine dayanılarak maddi tazminat ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet olmadığını, kardeş için hükmedilen manevi tazminat miktarının olay karşısında duyulan acıyla orantılı olacak şekilde yeniden takdir edilmesi gerektiğini değerlendirmiştir. Daire, bu değerlendirmesiyle İstinaf Mahkemesi kararının anne ile baba için hükmedilen maddi tazminat hükmü ve kardeş için hükmedilen manevi tazminat hükmü kısımlarını bozmuştur.
13. Başvurucu, Daire kararını 27/7/2021 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından kararın onanarak kesinleşen kısmına ilişkin 26/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
14. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
II. DEĞERLENDİRME
15. Başvurucu; kardeşi A.D.nin pek çok kolluk tedbirinin alındığı olay yerinde terör örgütü DEAŞ'ın bombalı saldırısı sonucu vefat ettiğini, yargılama sırasında vefat eden ve manevi tazminat hakkı sahibi olan babası lehine hükmedilen manevi tazminatta mirasçısı olarak hak sahibi olduğunu, yaşanan vahim olay nedeniyle duydukları acı ve kedere rağmen nihai karar ile 30.000 TL şeklinde belirlenen manevi tazminat miktarının çok düşük olduğunu, bu nedenle hakkaniyete aykırı olarak hükmedilen manevi tazminat miktarı nedeniyle yaşam, mülkiyet, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca 5 yıl 3 ayda tamamlanan tam yargı davası yargılamasına ilişkin sürecin çok uzadığını belirterek adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiştir.
16. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde öncelikle başvurucunun mirasçısı olduğu babası lehine sosyal risk ilkesi uyarınca hükmedilen manevi tazminata işaret edilerek başvurucunun mağdur sıfatı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun asıl olarak idare aleyhine açtığı manevi tazminat davasında babası M.D. lehine düşük miktarda manevi tazminata hükmedilmesi suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü, yargılama sırasında kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulduğu, İdare Mahkemesinin de yargılama süresince ilgili yerlerden gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp detaylı araştırma yaparak karar verdiği açıklanmıştır. Ayrıca mahkeme kararının istinaf ve temyiz kanun yolları incelemesinden geçtiği, ilke olarak uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmamasının bireysel başvuru konusu olamayacağı belirtilmiş; Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.
17. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında meydana gelen patlamadan önce idare tarafından gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmadığını, patlamadan sonra da ambulansların olay yerine en kısa sürede gelmeyerek yaralıların hastaneye yetiştirilmesine engel olduğunu iddia etmiş; olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürmüştür.
18. Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de olayın niteliğine -yaşam hakkının kasten ihlal edilip edilmediğine- bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalar yürüterek olayı soruşturma ve gerektiğinde ihlale uygun karşılık gelen yeterli yaptırımlara karar verme (usul yükümlülüğü) ödevini içermektedir (Aziz Biter ve diğerleri [1. B.], B. No: 2015/4603, 19/2/2019, § 58).
19. Başvurucu, başvuru formunda yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürse deyaşam hakkının neden ihlal edildiğini açıklamamış; devletin yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerinin ihlal edildiğine ilişkin olarak olgusal iddialar sunmamıştır. Bu nedenle başvurucunun bireysel başvuruda ilk kez Bakanlık görüşüne verdiği cevapta temellendirdiği yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelenmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü hâlinde bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına her türlü hak taleplerinin sunulması kaçınılamaz bir hâl alır ve bireysel başvuru için öngörülen otuz gün kuralı da anlamsız hâle gelir (Ümüt Demir [2. B.], B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31).
20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Olayın niteliği ve formdaki iddialar doğrultusunda başvurucunun, kardeşinin ölümüne neden olan patlama sonucu açtığı davada düşük miktarda manevi tazminata hükmedilmesinden ve yargılamanın uzun sürmesinden yakındığı anlaşılmıştır. Başvurucunun şikâyetlerinin özü nazara alınarak ihlal iddiaları hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.
21. Başvurucu; vefat eden A.D.nin kız kardeşi olmakla birlikte eldeki başvuruyu, yargılama sırasında vefat edip hakkındaki manevi tazminat hükmü kesinleşen babası M.D.nin mirasçısı olarak yapmıştır. Dolayısıyla başvurucunun ölüm olayı nedeniyle dolaylı mağdur sıfatı olan M.D.nin mirasçısı olarak bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Bununla birlikte başvuru aşağıda açıklanan nedenlerle her hâlükârda kabul edilemez bulunduğundan başvurucunun mağdur sıfatı ve bu bağlamda kişi bakımından yetkiye ilişkin kabul edilebilirlik kriteri yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir (benzer değerlendirme için bkz. Abdullah Akhamur ve diğerleri [1. B.], B. No: 2015/14355, 31/10/2018, § 56).
A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucu, kardeşinin ölümüne neden olan patlama sonucu açtığı davada düşük miktarda manevi tazminat takdir edilmesinden yakınmıştır.
23. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlık konusunda varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam [2. B.], B. No: 2013/3351, 18/9/2013).
24. Diğer taraftan açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hâle geldiği çok istisnai hâllerde aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getirip getirmediğini ve açık bir keyfîlik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açık bir keyfîlik ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hâle getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 149; M.B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, § 83).
25. Somut olayda yargılama sürecinde verilen nihai kararda olayın bir terör eylemi olduğu, idarenin hizmet kusurunun ve/veya kusursuz sorumluluk hâlinin bulunmadığı ifade edilerek sosyal risk ilkesi uyarınca başvurucunun babası lehine 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Yargılama sürecinde tarafların iddia ve itirazlarının incelendiği, gerekli bilgi ve belgelerin toplandığı, tüm dosya kapsamında inceleme yapılmak suretiyle bir sonuca varıldığı görülmüştür. Ulaşılan sonuç açısından hizmet kusurunun hatta kusursuz sorumluluk hâlinin de bulunmadığı sonucuna ulaşılırken terör saldırısından önce mevcut olan bilgilere dayanarak durumun değerlendirildiği ve yetkililerin terör saldırısının yakın olduğunu gösterecek herhangi bir bilgiye sahip olmadığının tespit edildiği görülmüştür. Derece mahkemelerinin bu değerlendirmesinin hukuk kurallarının somut olaya uygulanmasına yönelik olup bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir unsur içermediği anlaşılmıştır.
26. Başvurucu, hükmedilen manevi tazminatın düşük miktarda olmasının anayasal haklarını ihlal ettiğini öne sürmekte ise de tazminata dayanak olayın şartlarını tespit etmek, tazminatın hangi ilkeler uyarınca kabul edileceğini belirlemek ve hükmedilecek tazminatın miktarına karar vermek öncelikle derece mahkemelerinin takdirindedir.
27. Bu itibarla başvuru konusu olayda başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların yargılama mercilerince delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik de içermediği dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
29. Başvurucu, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
30. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvurular ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında anılan şikâyetle ilgili olarak uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır.
31. Somut başvuruda anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
32. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA 16/9/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.