logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(G.T. ve diğerleri [1. B.], B. No: 2021/53214, 27/5/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

G.T. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/53214)

 

Karar Tarihi: 27/5/2025

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RESEN GİZLİLİK KARARI

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

İsmail ŞAHİN

Başvurucular

:

1.G.T.

 

 

2.R.T.

 

 

3.U.C.T

Vekili

:

Av. Murat KAKİ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tazminat davasında tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. Birinci ve ikinci başvurucu, üçüncü başvurucunun anne ve babasıdır. Birinci başvurucu 20/10/2000 tarihinde A.S.H. şirketi tarafından işletilen özel bir hastanede doğum yapmıştır. Normal yolla gerçekleşen doğum sonrasında dünyaya gelen çocuğun doğum sırasında boyun sinirleri ezilerek sağ kolu işlevsiz kalmıştır.

3. Başvurucular; doğumunun sezaryenle yapılması gerekirken doğumu gerçekleştiren doktor tarafından normal doğum yaptırılarak çocuğun doğum kanalında fazla kalması nedeniyle doğum esnasındaki zorlama sonucu boyun sinirlerinin ezildiği ve sağ kolunda ağır hasar meydana geldiği gerekçesiyle 25/10/2004 tarihinde doktor S.Z.ye ve ilgili özel hastaneye karşı Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, 4.900 gram (g) ağırlığındaki çocuğun doğumunun sezaryenle yapılması gerektiğini ancak normal doğum yaptırılması sonucu doğum esnasında oluşan zorluk nedeniyle yapılan zorlama ve çekme sonucu çocuğun boynundaki sinirlerin ezildiğini ve sağ kolunun hasar gördüğünü yıllarca fizik tedavi yaptırmalarına rağmen sağ kolun işlevsiz kaldığını ve ömür boyu engelli kalacağını belirtmiştir.

4. Mahkeme tarafından konu ile ilgili ilk olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı (ATK) 3. İhtisas Dairesinden bilirkişi raporu alınmıştır. 17/9/2007 tarihinde düzenlenen bir üyenin muhalif kaldığı raporda; annenin daha önce normal doğum yapmış olduğu, gebelik süresince düzenli takip yapıldığına dair belgenin olmadığı doğum ağırlığı 4.900 g olan çocuğun doğumu sırasında gelişen kalıcı sinir hasarının önceden öngörülemeyeceği belirtilmiştir. Sonuç olarak doğumu gerçekleştiren doktora kusur atfedilemeyeceği ve çocuğun %59 meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı kanaati bildirilmiştir. Muhalefet şerhinde annenin sevk edildiği Göztepe SSK Hastanesi kayıtlarında omuz distozisi tespiti olduğu ancak doğum yapılan özel hastane kayıtlarında bu ve buna benzer anormal doğum olayının kayıtlı olmadığı, annenin hiçbir tetkik yapılmadan gelişigüzel doğum eylemine yönlendirildiği doğum sonucunda çocukta horner sendromuyla birlikte kol felci ve göz rahatsızlığı meydana geldiği ve yüksek doğum tartılı bir bebekte bu durumun meydana gelmesinin doktor tarafından öngörülmesi gerektiği ifade edilmiştir.

5. Başvurucular; anılan rapora itirazlarında, annenin gebelik sürecinde beşinci aydan itibaren düzenli bir şekilde muayenelere ve kontrollere gittiğini özel hastane tarafından tıbbi belgelerin sunulamamasının kendilerine kusur olarak atfedilemeyeceğini ve doğumu gerçekleştiren doktorun hatalı ve özensiz davranışları nedeniyle çocukta maluliyet meydana geldiğini belirtmiştir. Maluliyet ve kusur incelemesi yönünden ATK Genel Kurulundan yeniden rapor aldırılmasını talep etmiştir.

6. Mahkeme, başvurucuların itirazlarını da dikkate alarak ATK Genel Kurulundan rapor aldırılmasına karar vermiştir. ATK Genel Kurulunun 11/9/2008 tarihli raporunda; ATK 6. İhtisas Dairesinin yaptığı tespitleri de tekrar ederek doğum için anneye sezaryen düşünülmemesinin uygun olduğu, iri bebeklerde brokial pleksus hasarının doğum komplikasyonu olarak ortaya çıkabileceği belirtilerek doğumu gerçekleştiren doktora atfı kabil kusur bulunmadığı sonucuna oyçokluğu ile varılmıştır.

7. Anılan ATK Genel Kurulu raporuna 12 üye muhalefet şerhi yazmıştır. Muhalefet şerhinde özel hastanenin kapatılmış olması ve doğuma ait tıbbi belgelerin temin edilememesi nedeniyle doğum öncesi yapılan kontroller ve doğum travması hakkında ayrıntılı bir bilgi dosyada bulunmamasına karşın özel hastane tarafından Göztepe SSK Hastanesine yazılan yazıda düzenli takibi olup gebe olan annenin zor doğum ve omuz distozisi ile 4.900 g bir bebek doğurduğu belirtilmiştir. Annenin gebelik süresince kan şekerlerinin normal olduğu belirtilmiş olduğundan doğum öncesi kontrollerinin yapılmış olduğunun anlaşıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca normal ağırlıkla doğan bebeklerde de omuz distozisi görülebilmekle beraber, 4.900 g ağırlıkta olan bir bebeğin doğumunda omuz distozisi riskinin daha fazla olmasının doğumu gerçekleştiren hekim tarafından öngörülmesi ve böyle bir durumda sezaryen endikasyonu konulması gerektiği ifade edilmiştir. Netice itibarıyla doğumun zor ve omuz distokzisi riski yüksek bir bebek olacağının düşünülmeden zorlu manevralarla yaptırılan doğum sonucunda bebekte Horner sendromuyla birlikte pleksus paralizisi meydana geldiği bu nedenle doğum eylemini gerçekleştiren doktorun kusurlu bulunduğu kanaati bildirilmiştir.

8. Başvurucular; anılan rapora itirazlarında, ATK Genel Kurul raporunun bir önceki ATK raporunun tekrarı niteliğinde olduğunu belirterek 19/3/2008 tarihli ATK raporuna itiraz dilekçesinde belirttikleri hususları yinelemiştir. ATK Genel Kurulu raporundaki muhalefet şerhindeki yapılan tespitlerin esas alınması gerektiğini belirten başvurucular, üniversite öğretim üyelerinden oluşacak bir heyetten bilirkişi raporu aldırılmasını talep etmiştir.

9. Mahkeme 25/5/2010 tarihinde davalı doktor yönünden zaman aşımı itirazının kabulü ile davanın reddine ve davalı şirket yönünden ise davanın kabulüne (4.000 TL maddi tazminat ve 100.000 TL manevi tazminatın davalı şirket tarafından başvuruculara ödenmesine) karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde bilirkişi raporlarındaki ve muhalefet şerhlerindeki tespitlere yer verildikten sonra raporlardaki muhalefet şerhlerinde belirtilen tespitler esas alınarak davalı şirket aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir.

10. Başvurucular, Mahkeme kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. 2/9/2010 tarihli temyiz dilekçesinde başvurucular, zamanaşımı süresinin hesabında Mahkemece hataya düşüldüğünü bu yönden kararın bozulmasını talep etmiştir. Davalı şirket 13/9/2010 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur.

11. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Yargıtay) tarafından 22/6/2011 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararda; davalı doktor yönünden zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin usul ve kanuna aykırı olduğu, zararın öğrenildiği tarih ile dava tarihi arasında 5 yıllık zamanaşımı süresi henüz dolmadığından mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği belirtilmiştir. Diğer taraftan Mahkemece Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu ve Genel Kurul kararındaki muhalefet şerhli azınlık görüşü benimsenerek karar verildiği vurgulanmıştır. Sonuç olarak uyuşmazlık teknik incelemeyi gerektirdiğinden üniversite öğretim görevlilerinden konusunda uzman yeni bir bilirkişi heyeti oluşturularak bilirkişi heyetinden kusur durumu ve uyuşmazlığın nedenlerini açıklayıcı, taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli rapor aldırılması gerektiği ifade edilmiştir.

12. Mahkemece Yargıtayın bozma kararı sonrasında görevlendirilen üniversite öğretim üyelerinden oluşan heyet 19/9/2014 tarihli bilirkişi raporunu sunmuştur. Raporda; mevcut olan muayene yöntemleri ve ultrasonografi incelemesine göre bebeğin ağırlığının tam olarak tahmin edilmesinin mümkün olamayacağı, bebeğin ağırlığının omuz takılmalarını öngörmede mutlak faktör olmadığı dolayısıyla bebeğin normal doğuma yönlendirilmesinin tıbbi hata olarak değerlendirilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca komplikasyon olarak kabul edilen omuz takılması durumu ile karşılaşıldığında hekimin omuz takılmasının derecesine bağlı olarak yapacağı fiziksel yardımın şekli ve derecesi değişebileceği için doğum sırasında nasıl bir omuz takılması ile karşılaşıldığı ve ne kadar zorlandığının tıbben söylenemeyeceği belirtilmiştir. Bu olgularla yapılan fiziksel yardımla brakial pleksus gelişmiş olmakla birlikte beyin felci ya da bebeğin kaybedilmesi gibi daha ciddi komplikasyonların gelişmesinin önlenmiş olduğu ifade edilmiştir. Netice itibarıyla olayın oluş şekli ve derecesi ile yapılan müdahalenin ayrıntılarına ilişkin detaylı bilgi notu bulunmasa da klinik tabloya göre gelişen bu komplikasyon durumunda hekimin yaptığı müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu ve tıbbi hata olarak değerlendirilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

13. Başvurucular anılan rapora daha önce sundukları itiraz dilekçelerindeki iddiaları tekrarlayarak farklı üniversitelerin öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişi kurulundan rapor aldırılmasını talep etmiştir.

14. Mahkeme 2/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda; Yargıtay bozma kararı sonrası alınan bilirkişi heyet raporundaki tespitlere yer verildikten sonra gerçekleştirilen doğum sürecinde davalı doktor S.Z.ye atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı, buna bağlı olarak davalı şirketin de olay nedeniyle sorumlu tutulamayacağı belirtilerek davanın sübut bulmadığı ifade edilmiştir.

15. Başvurucular, mahkeme kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucular; bilirkişi raporlarına itiraz ettikleri hususları yineleyerek hükme esas alınan bilirkişi heyet raporunun yetersiz olduğunu, annenin hamileliğin beşinci ayından itibaren davalı şirket tarafından işletilen özel hastaneye düzenli olarak gittiğini ve ATK Genel Kurul raporuna muhalefet şerhinde belirtilen tespitlerin esas alınması gerektiğini beyan etmiştir. Mesleğinde tecrübesiz olan doktor tarafından annenin muayene edildiğini ve doğumunun gerçekleştirildiğini beyan eden başvurucular, doğumun geciktiği ve iri bir bebek dünyaya geleceği bilinmesine rağmen annenin normal doğum yaptırılarak uzun süre bekletilmesinin doktor açısından ağır kusur teşkil edeceğini ileri sürmüştür. Sonuç olarak başvurucular, Mahkeme kararının bozulmasını talep etmiştir.

16. Yargıtay 9/10/2019 tarihli kararıyla Mahkeme kararının usul ve kanuna uygun olduğuna ve onanmasına karar vermiştir.

17. Başvurucuların bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24/3/2021 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.

18. Başvurucular, nihai hükmü 25/4/2021 tarihinde öğrendikten sonra 24/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

II. DEĞERLENDİRME

20. Başvurucular; doğum sırasında izlenilecek yolu belirlerken bebeğin kilosunun gözardı edildiğini böylece normal doğum yaptırılması sonucu bebeğinin kolunda sinir zedelenmesi oluştuğunu, ATK Genel Kurulu raporundaki muhalefet şerhindeki tespitlere itibar edilmeden açmış oldukları tazminat davasının reddedildiğini belirterek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular ayrıca yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

21. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; tıbbi ihmal dosyalarına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına yer verildikten sonra mevcut başvuruda Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunan başvurucular, bireysel başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

22. Makul sürede yargılanma hakkı şikâyetini de içeren başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

24. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk [2. B.], B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri [2. B.], B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51; Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40). Anayasa’nın 56. maddesi belirtildiği üzere anılan pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

25. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç [1. B.], B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35; Ahmet Acartürk, § 51). Bununla birlikte sağlık personeli, mesleğini de yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamındarisklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri [2. B.], B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 54). Anayasa Mahkemesi ise Anayasa'nın anılan maddeleri kapsamında devlete düşen pozitif yükümlülüklerin somut olay bağlamında yerine getirilip getirilmediğini denetlemek durumundadır (Tevfik Gayretli [2. B.], B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 36).

26. Bu bağlamda maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. (Yasin Çıldır [2. B.], B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, § 32). Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu [1. B.], B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan [1. B.], B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 45).

27. Tıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen ihlal iddiaları açısından ayrıca belirtmek gerekir ki sağlık kurumlarında işlenen kusurlu eylemlerin bilinmesi, ilgili kurumlara ve sağlık personeline, potansiyel kusurlarını giderme ve benzer hataların meydana gelmesini önleme imkânı vermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu tür olaylara ilişkin soruşturma veya davaların hızlı bir şekilde incelenmesi, sağlık hizmetlerinden faydalanan tüm bireylerin güvenliği için son derece önemlidir (İlker Başer ve diğerleri [1. B.], B. No: 2013/1943,9/9/2015, § 76; Süleyman Ege/Türkiye, B. No: 45721/09, 25/6/2013, § 53; Eryiğit/Türkiye, B. No: 18356/11, 10/4/2018, § 49). Ayrıca yargı makamlarının ivedi davranmasının halkın güveninin ve hukuk devletine bağlılığının sağlanması, yasa dışı fiillerin hoş görüldüğüne veya böyle fiillerin işlenmesinin gizli şekilde kabul edildiğine dair her türlü görünümün engellenmesi için zorunludur (Eryiğit/Türkiye, B. No: 18356/11, 10/4/2018, § 51; İ.A. [2. B.] , B. No: 2018/24873,15/6/2022, §10).

28. Somut olayda Mahkeme; kusur tespitine yönelik olarak ATK İhtisas Dairesinden, ATK Genel Kurulundan ve son olarak bilirkişi heyetinden rapor aldırmıştır. Mahkeme, Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda kusur durumu ve uyuşmazlığın nedenlerini açıklayıcı üniversite öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyet raporuna dayalı olarak davanın reddine karar vermiştir. Bilirkişi heyeti mevcut olan muayene yöntemleri ve ultrasonografi incelemesine göre bebeğin ağırlığının tam olarak tahmin edilmesinin mümkün olamayacağını ve bebeğin ağırlığının omuz takılmalarını öngörmede mutlak faktör olmadığını belirterek bebeğin normal doğuma yönlendirilmesinin tıbbi hata olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmiştir. Sonuç olarak mevcut klinik tabloya göre gelişen komplikasyon olarak kabul edilen omuz takılması durumunda hekimin yaptığı müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu ve tıbbi hata olarak değerlendirilmemesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.

29. Ayrıca yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların bilirkişi raporlarına ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildikleri, toplanan delillerden haberdar edildikleri anlaşılmıştır.

30. Anne ve çocuğa yapılan tıbbi girişim ve uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi heyet raporuyla belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak ilgili hekimin ve özel hastanenin kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı, dolayısıyla uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır.

31. Bununla birlikte başvurucuların tazminat davasının hızlı bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati ile gecikmede kendilerinin esaslı bir etkilerinin olmaması, davanın taraflarının çok fazla kişiden oluşmaması ve davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar değerlendirildiğinde 16 yıl 4 ay 29 günlük yargılama süresinin makul olmadığı kabul edilmelidir. Diğer taraftan devletin koruma yükümlülüğünün içinde müdahalenin sonuçlarını ortadan kaldırma, zararı giderme, benzer zararların oluşmasını engelleme konusunda ivedi davranması da yer almaktadır. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma yükümlülüğünün yerine getirilmesinin bir gereklilik olduğu açıktır. Bu bağlamda başvurucuların tıbbi müdahaleye ilişkin ileri sürdüğü iddiaların ivedi şekilde hareket edilerek sonuçlandırılmadığı, dolayısıyla bu yönüyle Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği şekilde bir yargılama yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

32. Açıklanan gerekçelerle ivedi bir yargılama yapılmadığından Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

33. Başvurucular, ihlalin tespiti ile toplam 200.000 maddi ve 300.000 manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

34. Tıbbi ihmal nedeniyle açılan tazminat davası yargılamasının makul sürede ve Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hızda sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle ihlal sonucuna ulaşıldığı dikkate alındığında tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.

35. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvuruculara toplam 300.000 TL manevi tazminatın ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun niteliği gereği kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin RESEN GİZLİ TUTULMASINA,

B. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara toplam 300.000 TL manevi tazminatın müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 487,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.487,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(G.T. ve diğerleri [1. B.], B. No: 2021/53214, 27/5/2025, § …)
   
Başvuru Adı G.T. VE DİĞERLERİ
Başvuru No 2021/53214
Başvuru Tarihi 24/5/2021
Karar Tarihi 27/5/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tazminat davasında tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Tıbbi ihmal-Tıbbi uygulamalar İhlal Manevi tazminat
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi