logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Güler Şengül [2.B.], B. No: 2021/56, 27/2/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLER ŞENGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/56)

 

Karar Tarihi: 27/2/2025

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Kemal ÖZEREN

Başvurucu

:

Güler ŞENGÜL

Vekili

:

Av. Arzu PAMUKÇU YÖRDEM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, terör olayları sonucunda manevi zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği, bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar şöyledir:

5. Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda kısa adı PKK olan Kürdistan İşçi Partisi terör örgütü tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18; Murat Beydili [GK], B. No: 2019/14642, 17/6/2021, § 12).

6. Olayların yaşandığı dönemde Diyarbakır'ın Sur ilçesinde ikamet etmekte olan başvurucu, yaşanan terör olayları nedeniyle manevi zarara uğradığından bahisle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; terör saldırıları nedeniyle eşyalarını dahi alamadan ikamet ettiği evi terk ederek başkalarının evine sığınmak zorunda kaldıklarını, bu süreçte birçok güvenlik görevlisinin şehit olduğunu ifade ederek bu durumlar nedeniyle ağır üzüntü yaşadığını belirtmiştir. Olaylar esnasında ağır silahlarla evlerine ateş edildiğini vurgulayan başvurucu; çocuklarının da bu durumdan etkilendiğini, okula gidemediklerini ve psikolojilerinin bozulduğunu dile getirmiştir.

7. Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 30/5/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:

i. Başvurucu tarafından manevi tazminat talebine konu edilen zararların terör eylemleri sonucu oluşmuş zararlar olmadığı ve bunların terör olaylarının artması nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde günlük yaşamda çekilen sıkıntılar, eşyaların dahi tahliye edilemeden uzun yıllardır bulunulan yerden ayrılmak zorunda kalınması ve bu süreçte yaşanılan psikolojik rahatsızlıklar gibi hususlara ilişkin olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda başvurucunun terör olayları nedeniyle uğradığı zararın değil terörle mücadele faaliyeti nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın tazminini istediği belirtilmiştir.

ii. Tazminat talebine konu edilen zararın terör olayı sonucu gerçekleşmesi ve idarenin önlemekle yükümlü olduğu terör olaylarını önleyememesinden bahisle başvurucunun sırf vatandaş olması nedeniyle uğradığı bu zararın tüm topluma pay edilmesi suretiyle giderilmesinin amaçlanması hâlinde sosyal risk ilkesinin varlığından söz edilebileceği, somut olayda ise idari faaliyet ile başvurucunun zararı arasında illiyet bağının var olduğu bu nedenle başvurucunun uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmininde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.

iii. Bununla birlikte başvurucunun ileri sürdüğü manevi zararın idarenin faaliyet alanında meydana geldiği ve yürütülen idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen zararlardan olduğu ancak idarenin kusurunun bulunmadığı belirtilerek somut olayda kusursuz sorumluluk ilkesinin koşullarının oluştuğu değerlendirilmiştir.

iv. Diğer yandan kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca manevi tazminata hükmedilebilmesi için, yürütülen kamu hizmetleri sonucu uğranılan manevi zararın özel ve olağandışı bir zarar olması ve manevi zarara sebep olan olayın kamu külfeti olmaktan çıkıp başvurucu açısından özel ve olağandışı bir zarara sebep olmuş olması gerektiği vurgulanmıştır.

v. Bu doğrultuda başvurucunun bahsettiği hususların sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgede yaşayan tüm vatandaşlar açısından geçerli olduğu, diğer vatandaşlardan farklı, özel ve olağandışı bir nitelikte olmadığı ve somut olaydaki genel külfetlere kamu külfetleri karşısındaki eşitlik ilkesi uyarınca herkesin katlanması gerektiği belirtilerek başvurucunun manevi tazminat talebinin kusursuz sorumluluk ilkesi çerçevesinde de reddi gerektiği ve idare hukuku ilkeleri çerçevesinde kabulüne olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

8. Başvurucu, bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu, dava dilekçesinde belirttiği hususları yinelemekle birlikte yaşanan olaylar nedeniyle ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklarına vurgu yapmıştır.

9. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesi (Daire) 30/10/2020 tarihinde İdare Mahkemesi kararının ve dayandığı gerekçenin hukuka ve usule uygun olduğunu ve kararın kaldırılmasını gerektirecek bir neden bulunmadığını belirterek istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir.

10. Nihai karar 8/12/2020 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.

11. Öte yandan başvurucu hakkında Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği tarafından bir epikriz raporu düzenlenmiştir. M.Z.P ve E.T. isimli iki hekim tarafından bahse konu olaylar kapsamında 11/6/2018 tarihinde düzenlenen raporun sonuç bölümünde başvurucunun ruhsal değerlendirmesinde tespit edilen "Travma Sonrası Stres Bozukluğu" ve "Karışık Anksiyete ve Depresyon" tanılarının aktardığı fiziksel ve ruhsal travma öyküsüne bağlı olarak oluştuğu belirtilmiştir. Bununla birlikte şiddet olaylarının ruh sağlığı üzerindeki travmatik olumsuz etkilerinin ileriki zamanlarda farklı şekillerde de ortaya çıkabileceği vurgulanarak var olan belirtilerin ağırlaşabileceği olasılığı bulunduğundan başvurunun takip edilmesi ve belli aralıklarla tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir.

12. Diğer taraftan Sağlık Bakanlığı Özel N. Nöroloji Dal Merkezince 14/8/2017 tarihli muayene sonucunda düzenlenen ilaç raporunda başvurucu hakkında bipolar duygulanım bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluğu teşhisi konulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

13. 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir."

14. 5233 sayılı Kanun’un "Karşılanacak zararlar" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:

a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.

b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.

c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar."

15. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"1. İdari dava türleri şunlardır:

...

b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,

..."

16. 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."

B. İlgili Yargı Kararları

1. Anayasa Mahkemesi Kararı

17. Anayasa Mahkemesinin 5233 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptali talebiyle açılan davaya ilişkin 25/06/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başvuru kararında, Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu, devletin bu niteliğinin gereği olarak idarenin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olması gerektiği, ancak 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 1. maddesi, 2. maddesinin birinci fıkrası, 7. maddenin (c) bendi ve geçici 1. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenleme nedeniyle terör ve terörle mücadeleden doğan manevi zararların yargı denetimi dışında kaldığı, bu nedenle itiraz konusu 'maddi' ibaresinin hukuk devleti ilkesine; devletin önlemekle yükümlü olduğu terör olaylarından, toplumun sadece belli bir kesiminin etkilenmesinin sosyal adaletsizliğe yol açtığı bu nedenle devletin, zarara uğrayanların maddi zararlarının yanında manevi zararlarını da karşılamasının, Anayasa'nın 5. maddesinde yer alan hükmün gereği olduğu; herkesin yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğü ile davacı veya davalı olmak suretiyle adil yargılanma hakkı bulunduğu, ancak itiraz konusu kuralların, terör ve terörle mücadeleden dolayı manevi zarara uğrayanların dava açma hakkını, dolayısıyla hak arama hürriyetini engellediği; idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu, bu konuda manevi zararlarla ilgili Anayasa'da bir sınırlamanın bulunmadığı, bu nedenle kuralın Anayasa'nın 2., 5., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

...

5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.

İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.

Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir.''

2. Danıştay Kararları

18. Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/2/2018 tarihli ve E.2014/8997, K.2018/1434 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Dava, davacının Hakkari İli, Yüksekova İlçesi, Yeşiltaş Mevkisinde gerçekleştirilen bombalı terör saldırısı sonucunda bir gözünü kaybetmesi nedeniyle ... manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Van 2. İdare Mahkemesince; davacının zararının terör eyleminden kaynaklandığı ve 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu, 5233 sayılı Kanun kapsamında manevi tazminat talebinin karşılanmasının ise mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekili tarafından, anılan Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

...

İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasa'nın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.

Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.

...

Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, bir taraftan hayvanlara, ağaçlara, ürünlere, ev ve ev eşyalarına ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar, yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm nedeniyle uğranılan zararlar yada kişilerin malvarlıklarına ulaşamamalarından kaynaklı maddi zararlar yanında, esasen terör eylemlerine maruz kalan vatandaşların hayatları boyunca çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem ve psikolojik buhran, vb. gibi manevi zararların da mevcut olduğu ve bu manevi zararların büyük sıkıntılara yol açacağı hususu inkar edilemez bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasa'ya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının, içeriği itibariyle engelleyici bir hüküm taşımayan yasa ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.

Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceğinden, manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu Kanunda açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir.

...

Dolayısıyla, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Kanunun öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.

Bu durumda, İdare Mahkemesince manevi tazminat istemi hakkında bir değerlendirme yapılması gerekirken, manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunmadığı gerekçesiyle reddinde hukuka uyarlık görülmemiştir."

19. Danıştay Onuncu Dairesinin 7/7/2020 tarihli ve E.2019/3811, K.2020/2667 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.

Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Dairemizin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.

Tazminat hukukunda asıl olan, ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması olup, hizmet kusuru nedeniyle idarenin sorumluluğuna gidebilmek için ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması şarttır. Zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilmeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu sebeple, hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.

Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.

...

Bakılan dava, davacılar tarafından, patlama olayı nedeniyle uğradıklarını öne sürdükleri maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre açılmış bulunmaktadır. Bu halde; patlamanın, dolayısıyla davacının yaralanmasının terör eylemi sonucu gerçekleştiği sabit ise de; söz konusu olayın meydana gelmesinde idarenin kusur veya kusursuz sorumluluğu bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Aktarılan hususun açıklığa kavuşturulması amacıyla Dairemizin E:2009/10416 sayılı dosyasının 14/10/2009 tarihli ara kararıyla, olayın meydana gelmesinden önce terör eylemiyle ilgili olarak herhangi bir ihbar ya da istihbari bilgi intikal edip etmediği ve olayla ilgili ceza soruşturmasının sonucu davalı idareden sorulmuş; ara kararına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; eylemle ilgili herhangi bir ihbar ya da istihbari bilginin bulunmadığı, hazırlık soruşturmasının ise eylemi gerçekleştiren terör örgütü mensubunun olay sırasında ölmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, oluşan zararda idarenin kusur veya kusursuz sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir işlem ya da eylemi olmadığı görülmekte olup, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi kapsamında, davalı idarenin olayın meydana gelmesinde hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluğu bulunmamaktadır.

Bu itibarla dava konusu olayda idarenin hizmet kusuru / kusursuz sorumluluk hali bulunmamasına rağmen idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

...

Manevi tazminat yönünden ise; manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir.

Dava konusu olayda, olayın gerçekleşme şekli, zararın niteliği ve kalıcılığı dikkate alındığında, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, uğranılan zarara göre orantısız ve düşük kaldığı, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecekdüzeyde olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre manevi tazminatın miktarının yeniden belirlenmesi uygun görülmüştür."

3. Bölge İdare Mahkemesi Kararları

20. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesinin 30/9/2021 tarihli ve E.2020/956, K.2021/1534 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava, davacı tarafından, Diyarbakır İli, Sur İlçesi'nde 2015 yılında yaşanan terör olayları ve terörle mücadele faaliyetleri esnasında, maliki olup ikamet ettikleri konutun yıkılması ve konutta bulunan eşyaların tamamının zayi olması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 150.000,00 TL manevi zararın tazmini istemiyle 15/01/2019 tarihinde davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine 20.000,00-TL manevi tazminatın, olayların başladığı tarihden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesi'nce; "davacının, davalı idarece kamu yararı ve hizmet gerekleri doğrultusunda can güvenliği ve huzur ortamının sağlanması amacıyla yürüttüğü operasyonlar sırasında sivil kayıplar verilmesinin engellenmesi amacıyla ilan ettiği sokağa çıkma yasaklarından ve bu süreçte yürütülen terörle mücadele faaliyetlerinden kaynaklanan manevi zararlara katlanması gerektiği hukukun genel ilkeleri ile hak ve nesafet kurallarının bir sonucu olup, idarenin tazmin sorumluluğu açısından gerekli şartlar oluşmadığından, davacının manevi tazminat isteminin kusursuzluk sorumluluk ilkesi çerçevesinde de reddi gerektiği sonucuna varıldığı ve idare hukuku ilkeleri çerçevesinde tazminine olanak bulunmadığı" gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

...

Dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, davacının Diyarbakır ili, Sur ilçesi'nde güvenlik güçlerince terör örgütü mensuplarına yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda eşyalarını tahliye edemeden evini terk ettiği, çatışmalar sonrasında evinin içindeki eşyalar ile birlikte yıkıldığından bahisle,150.000,00 TL manevi tazminat verilmesi istemiyle yapmış olduğu 15/01/2019 tarihli (posta ekinde 25/01/2019 olarak mühür vardır) başvurusunun zımnen reddi üzerine, 20.000,00 TL manevi tazminatın çatışmaların başladığı tarihten itibaren işleyecek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.

...

Anayasa Mahkemesinin kararı da dikkate alınarak davacının manevi tazminat istemi değerlendirildiğinde; olayda davacının malvarlığı dahilinde olan evinin terör olayları nedeniyle evini eşyaları ile birlikte terk etmesi ve devamında yıkılmasından kaynaklanan bir durumun sözkonusu olduğu, davacının evinin terör olaylar nedeniyle yıkılması, evini terk etmesi, yeni bir yaşama alışmaya başlaması, alıştığı ve yaşadığı bir çevreyi terk etmek zorunda kalmasının özel ve olağandışı olduğu kabul edilmekle beraber, idarenin evi yıkılan davacının maddi zararlarını 5233 sayılı yasa kapsamında karşılamaya yönelik yasal düzenleme yaptığı, malvarlığına ilişkin zararlarının aynen ya da bedeli mukabilinde karşılandığı, dolayısıyla bu gibi durumlarda hükmedilecek manevi tazminatın vücut bütünlüğüne yönelik olarak verilen manevi tazminattan farklı değerlendirilmesi, verilecek tutarın tazmin değil manevi tatmini sağlamaya yönelik olması gerektiği hususları da dikkate alındığında tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerektiği kanaatine varılarak davacının evini terk etmek zorunda kalması, evinin ve eşyalarının terör hadiselerinden zarar görmesi nedeniyle davacıya 5.000,00 TL tazminat verilmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi'nce verilen 11/06/2020 gün ve E:2019/1873, K:2020/551 sayılı karara karşı yapılan;

1-Davacının istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile kısmen reddine,

...oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.''

21. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesinin 28/9/2021 tarihli ve E.2020/1008, K.2021/1517 sayılı kararı da aynı yöndedir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 27/2/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu; yaşanan olaylar esnasında bir süre evinden çıkamadığını sonrasında ailesiyle birlikte eşyalarını dahi alamadan evlerini terk etmek zorunda kaldıklarını ve nihayetinde evlerinin yıkıldığını belirtmiştir. Bu süreçte ağır çatışmalara ve birçok güvenlik görevlisinin şehit olduğuna şahitlik ettiğine dikkat çeken başvurucu; evde çocukları ile mahsur kaldığında ağır silahlarla evlerine ateş edildiğini, güvenlik görevlilerinin kendilerini evden çıkararak kurtardıklarını ifade etmiştir. Başvurucu; yaşanan bu olaylar, evlerini terk etmek zorunda kalıp başkalarının evine sığınmak zorunda kalmaları, evlerini, komşularını, hayat tarzlarını, resmî belgelerini, özel eşyalarını kaybetmeleri nedenleriyle ailece psikolojilerinin bozulduğunu, telafisi mümkün olmayan ağır bir üzüntü yaşadıklarını dile getirmiştir. Buna rağmen açtığı tam yargı davasının reddedildiğini vurgulayan başvurucu adil yargılanma hakkının, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, özel hayata saygı hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Bakanlık görüşünde, ilgili mevzuat ve içtihatlar hatırlatıldıktan sonra Diyarbakır Valiliğinden temin edilen bilgi ve belgeler başvuru ekinde sunulmuş ve başvurucunun şikâyetlerinin bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Diyarbakır Valiliğinin anılan yazısında başvurucunun maddi zararlarının karşılandığı, 5233 sayılı Kanun uyarınca manevi zararların karşılanmasına olanak bulunmadığı ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, ..., maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

26. Başvurucuların iddialarının özünün terör olayları nedeniyle ortaya çıkan manevi zararın tazmin edilmemesine ilişkin olduğu anlaşıldığından başvuru bir bütün hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

28. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Yargı mercilerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira yargı mercileri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

29. Maddi tazminat idari eylem ve işlem nedeniyle kişilerin uğradığı maddi zararlarının tazminini sağlarken manevi tazminat aynı işlem veya eylemden dolayı kişinin çektiği ızdırabın, elemin yarattığı manevi yıpranmanın hafifletilmesi ve tazmini amacına hizmet etmektedir. Öte yandan somut olayın özelliklerine göre tazminata hükmetmek ve tazminatın nasıl hesaplanacağı konusu hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin bir mesele olarak yargı mercilerinin takdirindedir. Bariz takdir hatası veya keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesinin yargı mercilerinin bu takdirine müdahale etmesi uygun değildir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Fatma Kılıç ve İbrahim Haldız, B. No: 2017/37387, 21/4/2021, § 39)

30. Bununla birlikte kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında yargısal makamların kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

31. Anayasa Mahkemesi daha önce Murat Beydili başvurusunda somut olayla benzer bir konuyu incelemiştir. Anılan başvuruda başvurucunun terör olayları nedeniyle yaşadığı ilçeden ayrılmak zorunda kaldığını, gittiği yerde yeni bir düzen kurmakta zorlandığını, aile düzeninin bozulduğunu ve çocuklarının eğitim hayatının aksadığını belirterek manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebiyle açmış olduğu tam yargı davasında sosyal risk ilkesi kapsamında bir değerlendirme yapılmıştır. Başvurucunun manevi zararının toplumun diğer bireylerinin uğradığı zararlardan ayrılabilir ve olağan dışı özellikli bir yönünün bulunmadığı belirtilerek idarenin nedensellik bağına dayalı olmayan kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davacının uğradığını ileri sürdüğü manevi zararlarını tazmin sorumluluğunun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi ise başvurucunun uğradığı zararın özel ve olağan dışı olmadığına yönelik yargısal makamlarca yapılan yorumun bariz takdir hatasına dayalı olduğunu ve bunun bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediğini belirterek hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Murat Beydili, §§ 72-74). Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra yargısal makamların kişilerin benzer sebeplerle açmış olduğu manevi tazminat talepli tam yargı davalarında anılan karara da vurgu yaparak davaların kabulüne karar verdiği görülmektedir (bkz. §§ 20, 21).

32. Bakılmakta olan bireysel başvuruya konu somut olayda ise İdare Mahkemesi öncelikle başvurucunun ileri sürdüğü manevi zararların temelinin terör olaylarından değil terörle mücadele faaliyetlerinden kaynaklandığına yönelik bir ayrım yapmıştır. Bu bağlamda idari faaliyet ile başvurucunun zararı arasında illiyet bağının bulunduğuna ilişkin bir tespitte bulunan İdare Mahkemesi, başvurucunun manevi tazminat talebine konu iddiaları hakkında sosyal risk ilkesinin dikkate alınamayacağını vurgulayarak idarenin kusursuz sorumluluğu kapsamında değerlendirilme yapılması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda manevi tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için de özel ve olağan dışı bir zararın var olması gerektiği ifade edilmiştir. Sonuçta başvurucunun ileri sürdüğü hususların özel ve olağandışı bir niteliğinin bulunmadığından ve olayların yaşandığı bölgede yaşayan tüm vatandaşlar açısından geçerli olduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 7).

33. İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlü olmakla birlikte bazen kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. İdarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu hâlde önleyemediği bu zararlara yönelik tazmin talepleri kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi kapsamında incelenmektedir.

34. Öte yandan Danıştay kararlarıyla sosyal risk ilkesinin çerçevesi Anayasa'nın 125. maddesinin birinci ve yedinci fıkralarından yola çıkılarak çizilmiştir. Bu bağlamda sosyal risk ilkesi toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların topluma pay edilerek giderilmesini amaçlayan bir idari sorumluluk ilkesi olarak tarif edilmiştir. Danıştay içtihadında terör olayları olarak nitelenen eylemlerin devlete yönelik olduğu, anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı vurgulanmış; bu nedenle sözü edilen olaylar nedeniyle ortaya çıkan zararların özel ve olağan dışı nitelikleri dikkate alınıp terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu hâlde önleyemeyen idarece topluma pay edilmesi suretiyle tazmininin hakkaniyet gereği olduğu ifade edilmiştir (§§ 18, 19).

35. Buna göre devletin sosyal risk ilkesi kapsamında sorumluluğunun doğabilmesi için zararın terör eylemleri veya terörle mücadele amacıyla yürütülen faaliyetler kapsamında gerçekleşmesi, zarar görenin bu olayların ortaya çıkmasında bir katkısının bulunmaması, zararın özel ve olağan dışı olması koşullarının bir arada olması gerektiği anlaşılmaktadır (Murat Beydili, § 68).

36. Somut olayda İdare Mahkemesi başvurucunun zarara uğramasına sebep olarak belirttiği hususları sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirmemiş, yürütülen terörle mücadele faaliyetinin bir sonucu olarak görmüş ve zararla idari faaliyet arasında bir illiyet bağının var olduğundan bahisle de sosyal risk ilkesinin uygulanmayacağını belirtmiştir. İdare Mahkemesinin bu belirlemesi bir tarafa netice itibarıyla davanın reddine gerekçe olarak belirtilen husus, başvurucunun özel ve olağan dışı bir zarara uğramadığına yöneliktir. Dolayısıyla uygulanacak hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinin öncelikle olağan yargı mercilerinin yetkisinde olduğu tekrar hatırlatılmakla birlikte uyuşmazlığa esas konunun başvurucunun manevi tazminat talebine konu ettiği hususların özel ve olağan dışı zarar kapsamında kalıp kalmadığına ilişkin olduğu vurgulanmalıdır.

37. Sosyal risk ilkesinden söz edilebilmesi için idari faaliyet ya da yürütülen kamu hizmeti ile zarar arasında doğrudan bir illiyet bağının var olmaması gerekmektedir. Zira sosyal risk ilkesinin söz konusu olduğu durumda ortaya çıkan zarara sebep olanlar idareye yabancı unsurlardır. Bunun yanında sosyal risk ilkesinin gündeme gelebilmesi için zarara idare tarafından önlenmesi beklenen ancak önlenemeyen bir tehlikenin sebep olması ve zararın toplum içinde yaşamanın kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkması gerekmektedir. Bunun yanında yukarıda da belirtildiği üzere Danıştay kararlarında özel ve olağan dışı bir zararın var olması yönünde bir gereklilik de sosyal risk ilkesinin unsurlarından biri olarak ortaya konulmuştur.

38. Öncelikle başvurucunun ikamet ettiği evde bulundukları dönemde çatışmalar esnasında evin isabet aldığından, sonrasında yıkıldığından; bununla birlikte evini terk etmek zorunda kalmasından ve yaşadığı psikolojik sorunlardan bahsederek manevi zarara uğradığından yakındığını vurgulamak gerekmektedir. İdare Mahkemesi kararında belirtilenin aksine başvurucunun bahsettiği bu hususların tek başına o dönemde uygulanan sokağa çıkma yasağı uygulamasından kaynaklandığını söylemek ise güçtür. Bununla birlikte yargısal makamlar tarafından başvurucunun bahse konu olayların ortaya çıkmasında katkısının olduğuna yönelik bir tespit de bulunmamaktadır.

39. Öte yandan bakılan uyuşmazlıkta başvurucunun ileri sürdüğü, yaşanan olaylar esnasında bir süre evinden çıkamamak, sonrasında ailesiyle birlikte eşyalarını alamadan evlerini terk etmek zorunda kalmak ve nihayetinde evin yıkılması, bununla birlikte yaşanan çatışmalar esnasında ağır silahlarla açılan ateşte evlerinin isabet alınması, genel olarak evlerini, komşularını, hayat tarzlarını, resmî belgelerini, özel eşyalarını kaybetmeleri nedenleriyle ailece psikolojilerinin bozulması şeklinde ifade ettiği hususlarla ortaya çıkan manevi zararın özel ve olağan dışı olmadığına ilişkin yargısal makamların ortaya koyduğu değerlendirmenin makul ve kabul edilebilir bir yorum olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim başvurucunun yaşadığı olaylar bağlamında birtakım zorluklarla karşılaştığı ve bunun acı ve ıstıraba neden olduğu açık olduğu gibi toplumun diğer bireylerinin de başvurucu ile aynı şekilde zarara uğradığı söylenemez (benzer bir değerlendirme için bkz. Murat Beydili, § 72)

40. Dolayısıyla somut olayda yargısal makamlar tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılmadığı, bu bağlamda makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine getirilmediği ve neticede yargısal makamlarca ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı görülmektedir. Bu bağlamda başvurucunun maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna ulaşılmıştır.

41. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

42. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesine, yeniden yargılama yapılmasına ve tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

43. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

44. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

45. Diğer yandan ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 2. İdare Mahkemesine (E.2018/2406, K.2019/1415) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 446,90 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.446,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Üçüncü İdari Dava Dairesine (E.2019/1716, K.2020/1446) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/2/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim İkinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Güler Şengül [2.B.], B. No: 2021/56, 27/2/2025, § …)
   
Başvuru Adı GÜLER ŞENGÜL
Başvuru No 2021/56
Başvuru Tarihi 18/12/2020
Karar Tarihi 27/2/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, terör olayları sonucunda manevi zarara uğranıldığından bahisle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı Fiziksel ve ruhsal bütünlük (şiddet, kazalar vs) İhlal Yeniden yargılama
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi