logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Şenel Yorulmaz [1. B.], B. No: 2021/5855, 29/4/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞENEL YORULMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2021/5855)

 

Karar Tarihi: 29/4/2025

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Kemal ÖZEREN

Başvurucu

:

Şenel YORULMAZ

Vekili

:

Av. Alp Tekin OCAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin kararın iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar şöyledir:

5. Ordu ili, Fatsa ilçesi, Bahçeler Köyü, Kayatepe mevkiinde bulunan 1773 ve 1829 parsel sayılı taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin 22/11/2012 tarihli Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (Kurul) kararı, A. Madencilik isimli şirket (Şirket) tarafından dava konusu edilmiştir.

6. Şirket; dava dilekçesinde anılan taşınmazların ruhsat sahibi olduğu yere denk geldiğini, sahanın arkeolojik sit özelliği taşımadığını ve tescilini gerektirecek bilimsel gerekliliklerin gerçekleşmediğini ileri sürmüştür. Anılan davada Kültür ve Turizm Bakanlığı (İdare) davalı olarak yer almakta iken başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler İdare yanında davaya müdahil olarak katılmıştır.

7. Ordu İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 20/11/2013 tarihli ara kararıyla anılan taşınmazların çevresiyle bir bütün olarak ele alınarak incelenmesi suretiyle I. derece arkeolojik sit alanı özelliklerini taşıyıp taşımadığının, bu kapsamdan çıkarılması hâlinde çevresinin ne şekilde etkileneceğinin belirlenebilmesi amacıyla mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Hazırlanan bilirkişi raporu; söz konusu taşınmazlar üzerinde korunması gereken taşınmaz kültür varlığına rastlanmazken hafriyat ve yol açma amacıyla açılmış alanlarda erken tunç çağa ait çok sayıda seramik parçalarına rastlandığını, bulgu ve değerlendirmeler ışığında anılan taşınmazlar kapsamındaki Kale Tepe'nin prehistorik bir höyük olduğunu ifade ederek dava konusu işlemin haklı ve kamu yararına uygun olduğu yönünde görüş ve kanaat bildirmiştir.

8. İdare Mahkemesince 26/12/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, bilirkişi raporundaki tespitlere değinilmiştir. Bununla birlikte hafriyat yapılan alanlarda tarih öncesi döneme ait yoğun seramik parçalara rastlanılması ile bu alanların topoğrafik konumu itibarıyla bölgedeki höyük tipi prehistorik yerleşmelere uygunluk göstermesi hususuna vurgu yapılarak 1773 ve 1829 parsel sayılı taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin dava konusu işlemin hukuka aykırılık taşımadığı sonucuna varılmıştır.

9. Şirket tarafından bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunulmuştur. Danıştay Ondördüncü Dairesince (Daire) 28/1/2016 tarihinde İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararda Şirketin maden işletme ruhsatına sahip olduğu belirtilerek bahse konu 1773 ve 1829 parselleri de kapsayan saha için yapılan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) başvurusu üzerine hazırlanan 12/10/2012 tarihli rapora değinilmiştir. Arkeolog, mimar ve harita mühendisi olan üç kişi tarafından hazırlanan raporda yer alan, maden ölçümleri için hafredilmiş olan kesitlerde geç dönem seramik parçaların yaygın olarak gözlendiğine, maden arama kapsamında yapılan sondajların alanda kısmen tahribata yol açmakla birlikte sık orman örtüsü nedeniyle yüzeyde kültür varlığı tespiti yapılamadığına ilişkin tespit hatırlatılmıştır. Bunun yanında alandaki kültür varlığı izlerinin de bu kesitler sayesinde görülebildiği vurgusuyla birlikte seramik bulguların varlığı ve kesitlerdeki dağılımı ışığında bu alanda Geç Roma dönemine ait olduğu değerlendirilen küçük bir antik yerleşimin bulunduğunun anlaşıldığı şeklindeki tespitlerden hareketle dava konusu işlemin tesis edildiği belirtilmiştir. Somut uyuşmazlıkta da tescil kararına esas alınan 12/10/2012 tarihli raporda, maden ölçümleri için hafredilmiş olan kesitlerden yararlanıldığı ve sık orman örtüsü nedeniyle yüzeyde kültür varlığı tespiti yapılamadığından alandaki kültür varlığı izlerinin de bu kesitler sayesinde görülebildiğinin belirtildiği gözönünde bulundurulduğunda sit sınırlarının yeterli ve detaylı bir topoğrafik inceleme yapılmadan belirlenmesi suretiyle tesis edildiği sonucuna varılmıştır. Bu nedenle dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı anlaşıldığından davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, Dairenin 17/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

10. İdare Mahkemesi 27/12/2017 tarihinde Dairenin bozma kararına uyarak dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dava konusu taşınmazlar üzerinde yer alan antik yerleşim yerinin I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin davacı Şirketin söz konusu sahayı da kapsayan maden işletme ruhsatına sahip olduğu, bu nedenle sit sınırlarının somut ve net olarak tespit edilmesinin önem arz ettiği belirtilmiştir. Bu tespit yapılırken yüzeysel kalıntıların varlığı ile iktifa edilmesi yeterli olamayacağından ilgili mevzuat uyarınca topoğrafik yapı yönünden detaylı bir inceleme, sondaj ve benzeri çalışmalar da yapılmak suretiyle sit sınırlarının bunun sonucuna göre tespit ve tescil edilmesinin gerektiği sonucuna varılmıştır.

11. Bu karara karşı İdare ve başvurucunun da içinde bulunduğu müdahil kişiler tarafından yapılan temyiz başvurusu Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 3/11/2020 tarihinde, İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu ve bozulmasını gerektirecek bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karara karşı karar düzeltme başvurusunda bulunulmaması nedeniyle anılan karar 21/1/2021 tarihinde kesinleşmiştir.

12. Nihai karar 28/12/2020 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir.

13. Diğer taraftan İdare Mahkemesi aynı tarihli (26/12/2014) diğer bir kararında Şirket tarafından anılan alanda madencilik faaliyetine başlayabilmek için yapılan izin başvurusunun Kurul tarafından reddine ilişkin işlemi incelemiştir. Dava konusu edilen bu işlem öneri sit alanı sınırlarının alt ölçekli kadastral haritalarda belirlenmesine yönelik çalışmaların Kurula sunulmasından sonra konunun değerlendirileceği belirtilerek bu süreç içinde söz konusu alana herhangi bir müdahalede bulunulmamasına yöneliktir. İdare Mahkemesi bu işleme ilişkin yaptığı yargılamada hafriyat yapılan alanlarda tarih öncesi döneme ait yoğun seramik parçalara rastlanılması ile topoğrafik konumu itibarıyla bölgedeki höyük tipi prehistorik yerleşmelere uygunluk gösteren 1773 ve 1829 parsellerde önemli bir arkeolojik sit potansiyeli bulunmasına vurgu yapmıştır. Netice itibarıyla öneri sit alanı sınırlarının alt ölçekli kadastral haritalarda belirlenmesine yönelik çalışmaların Kurula sunulmasından sonra konunun değerlendirilebileceğine ve bu süreç içinde söz konusu alana herhangi bir müdahalede bulunulmamasına yönelik dava konusu işlemin hukuka aykırılık taşımadığı sonucuna varılmıştır. Yine bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu Dairenin 28/1/2016, karar düzeltme başvurusu 17/10/2017 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir.

14. Öte yandan bahse konu alanda Şirket tarafından yapılması planlanan altın madeni projesi ile ilgili olarak verilen ÇED olumlu kararı daha önce dava konusu edilmiş, İdare Mahkemesince 11/11/2015 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporundaki tespitlere de değinilerek altın madeni projesinin çevreye olabilecek olumsuz etkilerinin kapsamlı bir şekilde incelendiği, bu etkilerin giderilmesi için gerekli ve yeterli önlemlerin alındığı belirtilmiştir. Söz konusu altın madeni inşasının ve tamamlandıktan sonra da işletilmesinin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin ÇED raporunda alınması öngörülen önlemlerle birlikte ilgili mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeyde olduğu sonucuna varılarak dava konusu ÇED olumlu kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu ise Dairenin 14/12/2016 tarihli kararıyla dava ehliyeti olan davacılar yönünden reddedilerek İdare Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.

15. Bu yargılama sonucunda başvurucular ÇED olumlu kararı nedeniyle konut dokunulmazlığı ile özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğinden bahisle bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; Ali Güney ve diğerleri kararında (B. No: 2017/24659, 16/11/2021) kamusal makamların olaya gereken özenle yaklaşmadıklarının, olayda söz konusu olan kamusal ve bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmediklerinin ve kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğinin söylenemeyeceği gerekçesiyle anılan hakların ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

16. Diğer taraftan 1773 ve 1829 parsel sayılı taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin 22/11/2012 tarihli kararın iptali sonrasında (bkz. § 10), İdare Mahkemesinin kararında belirtilen alanda topoğrafik yapı yönünden detaylı bir inceleme, sondaj ve benzeri çalışmalar da yapılmak suretiyle, sit sınırlarının bunun sonucuna göre tespit ve tescil edilmesinin gerektiğine yönelik gerekçeden hareketle sondaj kazısı yapılmıştır. Bundan sonra Kurul 26/7/2018 tarihinde anılan parsellerin sit dışı kalmasına karar vermiştir. Anılan kararda bahse konu alanda seramik gibi küçük buluntular elde edilmiş olmakla birlikte bu alanın bir yerleşim yeri olduğuna yönelik kesin veri olabilecek herhangi bir mimari kalıntıya rastlanmadığı, küçük buluntuların da oldukça düşük yoğunlukta olduğu belirtilmiştir. Neticede Kurul, bahse konu alanın arkeolojik sit alanı olarak tescile değer potansiyelde olmadığı sonucuna varmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun “Tanımlar ve kısaltmalar” kenar başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(3) "Sit"; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır."

18. 13/3/2012 tarihli ve 28232 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bu Yönetmelikte geçen;

a) Arkeolojik sit: İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanları,

...

ifade eder.”

19. Yönetmelik'in “Tespit ve tescil işlemlerinde değerlendirme kıstasları” başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... taşınmaz kültür varlıklarından korunması gerekli olanlar ile sitlerin tespitinde;

...

d) (Değişik paragraf:RG-9/1/2015-29231) Arkeolojik sitler için; yazılı bilgilere, sathi kalıntılara veya bilimsel araştırmalara dayanması; çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar veya topoğrafik açılardan yeterli niteliklere sahip olması;

...

hususları göz önünde bulundurulur."

20. Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Mehmet Kurt [GK], B. No: 2013/2552, 25/2/2016, §§ 19-31; Binali Özkaradeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/4686, 1/2/2018, §§ 32, 33; Ahmet Bilgin ve diğerleri [1. B.], B. No: 2015/11709, 12/12/2018, §§ 18-24; Yasemin Pelenk ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/33865, 1/11/2023, §§ 22-29).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 29/4/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucu; öncelikle sit alanı statüsü iptal edilen alanın bulunduğu bölgede ikamet ettiğini, gayrimenkullerinin bulunduğunu, atalarından kalan bu kadim topraklarda kendi kültürlerini, yaşam alışkanlıklarını ve sosyal birlikteliklerini sürdürdüklerini belirtmiştir. Bununla birlikte sit alanı statüsünün iptali sonucunda bu statünün sağladığı çevresel korumadan faydalanamadıklarını belirten başvurucu alanın Şirket tarafından siyanürlü altın arama ve işleme faaliyetine konu olacağını dile getirmiştir. Dairenin 28/1/2016 tarihli bozma kararının yetersiz ve hatalı gerekçeye dayandığını ve bozma kararı sonrasında yeni bir bilirkişi raporu alınmaksızın dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini vurgulayan başvurucu, önceki karardan ayrılmayı gerektiren bir hususun bulunup bulunmadığına dair yeterli gerekçe oluşturulmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte başvurucu İdare Mahkemesinin aynı tarihli iki kararı arasında çelişki olduğunu iddia etmiştir. Sonuç olarak başvurucu adil yargılanma hakkının, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bakanlık görüşünde; somut başvuruya ilişkin olarak İdareden temin edilen görüş ve ilgili belgeler gönderilmiş, yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.

B. Değerlendirme

24. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Özel hayatın gizliliği" kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."

25. Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” kenar başlıklı 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

“Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”

26. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun ihlal iddialarının mahiyeti gereği özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Binali Özkaradeniz ve diğerleri, § 46; Ahmet Bilgin ve diğerleri, § 51).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, esas itibarıyla Anayasa'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanında bulunmayan Anayasa'nın 56. maddesinde düzenlenmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi; daha önce pek çok kararında söz konusu hakkın Anayasa’nın fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması ile ilgili hukuksal çıkarları ihtiva eden 17. maddesi, özel hayata ve aile hayatına saygıyı güvence altına alan 20. maddesi ve konut dokunulmazlığını düzenleyen 21. maddesi ile bağlantılı olarak ve söz konusu hükümlerde yer alan hukuksal çıkarlar üzerindeki etkisi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (Mehmet Kurt, § 46; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk [2. B.], B. No: 2013/6587, 24/3/2016, § 43; Ahmet İsmail Onat [2. B.], B. No: 2013/6714, 21/4/2016, § 59; Ahmet Bilgin ve diğerleri, § 52).

29. Somut başvuru açısından değerlendirilmesi gereken ilk husus, başvuruya konu çevresel etkinin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamındaki güvenceleri harekete geçirecek asgari ağırlıkta olup olmadığıdır. Bu kapsamda ilgili tesis, işletme veya sair faaliyet sonucu ortaya çıkan çevresel etkiler ile başvurucuların özel ve aile hayatı veya konutunu kullanım hakkı arasında gereğince sıkı bir bağın varlığı yeterlidir (Mehmet Kurt, § 70; Ahmet İsmail Onat, § 84; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, § 68). Bireysel başvuru dosyasına sunulan belgelerden başvurucunun bahse konu I. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilen ve sonrasında bu özelliği kaldırılan parsellerin yer aldığı bölgede ikamet ettiği, bu nitelik değişikliğinin başvurucunun sosyal hayatına etkisinin olduğu anlaşılmıştır. Nitekim başvurucu sit alanı statüsünün iptali sonucunda bu statünün sağladığı çevresel korumadan faydalanamayacaklarına, alanın Şirket tarafından siyanürlü altın arama ve işleme faaliyetine konu olacağına yönelik de temel bir şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun bu bağlamdaki iddiaları gözönüne alındığında özel hayata saygı hakkı yönünden inceleme için gerekli olan bağın ortaya konulduğu görülmüştür. Dolayısıyla bahse konu taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin kararın iptal edilmesiyle ortaya çıkan başvurucunun özel hayata saygı hakkına yönelik etkinin Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

31. Devletin özel hayata saygı hakkını etkili olarak koruma ve bu hakka saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Pozitif yükümlülük ilgililerin çevresel mesele ile ilgili karar alma sürecine katılımı ile etkili idari ve yargısal yollara başvuru imkânı tanınmasını içeren usule ilişkin yükümlülüklerin yanı sıra anayasal hakların korunmasına yönelik maddi yükümlülükleri ihtiva etmektedir.

a. Genel İlkeler

32. Bu tür başvurularda devletin negatif veya pozitif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılabilmesi ise oldukça güçtür. Kaldı ki söz konusu başvurularda devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri yönünden uygulanacak ilkeler çoğunlukla aynıdır (benzer yöndeki karar için bkz. Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, § 59; Binali Özkaradeniz ve diğerleri, § 54).

33. Çevresel meseleler bağlamında devletin usule ilişkin yükümlülükleri daha önce Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında ortaya konulmuştur. Buna göre muhtemel olumsuz çevresel etkilerin önlenmesi veya en aza indirilmesi amacının gerçekleştirilebilmesi için sürece dâhil olan söz konusu tarafların menfaatlerinin titizlikle değerlendirilmesi, bu değerlendirmenin sağlıklı şekilde yapılabilmesi için de ilgili tarafların sürece etkin katılımının sağlanması gerektiği tartışmasızdır (Mehmet Kurt, §§ 61-66; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, §§ 64, 65; Ahmet İsmail Onat, §§ 79-81; Ahmet Bilgin ve diğerleri, § 56).

34. Anayasa'nın 48. maddesi gereğince özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine uygun yürümesinin sağlanması konusunda devlete düşen bazı yükümlülükler vardır (Ahmet İsmail Onat, § 99). Ayrıca devletin Anayasa'nın 20. maddesi kapsamında koruyucu bir mevzuat oluşturma ödevi yanında denetleme yapma ve koruyucu fiilî tedbir ve faaliyetlerde bulunma yükümlülüğü de bulunmakta olup bu kapsamda devletin gereken tedbirleri alması gerekir. Bununla birlikte hangi tedbirlerin alınması gerektiği ve bu tedbirlerin nasıl uygulanacağı hususlarında kamu otoritelerinin geniş bir takdir yetkisi mevcuttur (Binali Özkaradeniz ve diğerleri, § 57).

35. Bu bağlamda söz konusu çevresel etki kapsamında karşı karşıya gelen menfaatler arasında adil bir dengenin tesis edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekir. Bu alanda kamusal makamların sahip olduğu geniş takdir yetkisi dikkate alındığında çevresel meseleler bağlamında Anayasa Mahkemesinin görevi, söz konusu çevresel rahatsızlığın nasıl sonlandırılacağı veya etkilerinin nasıl azaltılacağının bizzat belirlenmesi değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, yargısal makamlar başta olmak üzere kamusal makamların konuya gereken özenle yaklaşıp yaklaşmadıklarını ve ilgili tüm menfaatleri gözetip gözetmediklerini değerlendirmek durumundadır (Mehmet Kurt, § 78; Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, §§ 70, 71; Ahmet İsmail Onat, § 87; Ahmet Bilgin ve diğerleri, § 61).

36. Karmaşık çevresel sorunların ele alınıp çözümlenmesi aşamasında karar süreci, çevreye ve kişi haklarına zarar verebilecek faaliyetlerin etkilerini önceden değerlendirecek ve önleyecek şekilde tesis edilmelidir. Böylece bireysel ve kamusal menfaatler arasında adil bir denge tesis edilerek karşıt görüşlerin dile getirilmesine olanak tanıyacak gerekli etüt ve değerlendirmelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. Bu bağlamda söz konusu sürece ilişkin bilgilere erişim ve karar alma sürecine aktif katılımın yanı sıra karardan etkilenebilecek olan bireylerin karar alma sürecinde görüş ve menfaatlerinin yeterince dikkate alınmadığını dile getirebilmek için konuyla ilgili her türlü tasarrufa karşı yargısal başvuru hakkına sahip olmaları ve iddialarının yargısal makamlarca özenli bir şekilde değerlendirilmesi son derece önemlidir (Hüseyin Tunç Karlık ve Zahide Şadan Karluk, § 75; Ahmet İsmail Onat, § 94;Ahmet Bilgin ve diğerleri, § 62). Bu anlamda anılan anayasal güvenceleri gözeten bir yargılama süreci yürütülmesi ve neticede ulaşılan sonucun konuyla ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının bulunduğu yerler olarak tanımlanan arkeolojik sit alanlarının tespitinde yazılı bilgilere, sathi kalıntılara veya bilimsel araştırmalara dayanılması; çevresel gözlemler ile bilimsel varsayımlar veya topoğrafik açılardan yeterli niteliklere sahip olması hususlarının dikkate alınacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 18, 19).

38. Somut başvuruda I. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilmiş olan 1773 ve 1829 parsel sayılı taşınmazların bu niteliğinin iptali talebiyle açılan dava İdare Mahkemesince ilk olarak reddedilmiştir. Temyiz başvurusu sonucunda ise Daire 28/1/2016 tarihinde sit sınırlarının yeterli ve detaylı bir topoğrafik inceleme yapılmadan belirlenmesi suretiyle tesis edildiği gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir. İdare Mahkemesi tarafından da bu karara uyularak bahse konu işlemin iptaline karar verilmiştir. Nitekim yargısal makamların iptal gerekçelerinden hareketle İdarenin gerekli araştırmaları ve sondaj kazısını yapmak suretiyle son tahlilde bahse konu alanın arkeolojik sit alanı olarak tescile değer potansiyelde olmadığı sonucuna vardığı görülmektedir.

39. Bu bağlamda yargısal makamlar arkeolojik sit alanı tespiti konusundaki uyuşmazlığı incelerken işlemin iptaline ilişkin nihai kararını bu alanla ilgili topoğrafik incelemenin yetersizliğine dayandırmıştır. Nitekim İdarenin yargısal safahat sonucunda bu eksikliği ikmal etmek amacıyla yapmış olduğu sondaj çalışması ve incelemelerle bahse konu alanın bir yerleşim yeri olduğuna yönelik kesin veri olabilecek herhangi bir mimari kalıntıya rastlanmadığını, küçük buluntuların da oldukça düşük yoğunlukta olduğunu belirttiği vurgulanmalıdır.

40. Çevresel karar alma süreçlerinin karmaşık yapısı nedeniyle kamusal makamların geniş bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu bağlamda çevresel bir meseleyle ilgili kamusal makamlarca verilen kararın yerindeliğinin denetlenmesi Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte süreçte, bireyin temel hakları ile söz konusu kamusal menfaat arasında gerekli dengenin tesisine hizmet edecek güvencelerin yer alıp almadığının tespiti önemli olup belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğinin tespitinde ise çevresel meseleler bağlamında söz konusu olan usul güvencelerinin gözetilip gözetilmediği belirlenmelidir (Mehmet Kurt, § 75; Yasemin Pelenk ve diğerleri, § 64).

41. Başvurucu, yargısal makamların kararlarının yetersiz ve hatalı gerekçeye dayandığını ve bozma kararı sonrasında yeni bir bilirkişi raporu alınmaksızın dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini ileri sürmüştür. Buna karşın Dairenin bozma kararında ve bu karara uyan İdare Mahkemesinin kararında daha önce ÇED başvurusu üzerine hazırlanan 12/10/2012 tarihli rapora dayanılarak sit sınırlarının yeterli ve detaylı bir topoğrafik inceleme yapılmadan belirlendiği sonucuna ulaşıldığı anlaşılmaktadır (ayrıca ÇED olumlu kararı ile ilgili yargılamaya ilişkin bilgiler için bkz. §§ 14, 15).

42. Yine başvurucunun İdare Mahkemesinin aynı tarihli iki kararı arasında çelişki olduğuna yönelik iddiasına karşın bahsedilen diğer uyuşmazlığın, sit alanı sınırlarının alt ölçekli kadastral haritalarda belirlenmesine yönelik çalışmaların Kurula sunulmasından sonra konunun değerlendirileceğinden bahisle söz konusu alana herhangi bir müdahalede bulunulmamasına ilişkin olduğu belirtilmelidir. Bu işleme ilişkin yargısal incelemede 1773 ve 1829 parsel sayılı taşınmazlarda önemli bir arkeolojik sit potansiyeli bulunduğu ifade edilmiş, anılan parsellerin bu potansiyel niteliğiyle ilgili herhangi bir sonuca varılmamıştır.

43. Sonuç olarak başvurucunun ve kamunun somut başvuru özelinde karşı karşıya gelen menfaatleri arasında yargısal makamlar tarafından adil bir denge kurulmadığı ve takdir hakkının sınırlarının aşıldığı sonucuna ulaşmak mümkün değildir. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin kendi takdirini, bilimsel veriler ile bu teknik ve karmaşık alana ilişkin olarak olağan yargı mercilerinin takdiri yerine ikame etmesi düşünülemez.

44. Yukarıda yer verilen tespitler ışığında kamusal makamların olaya gereken özenle yaklaşmadıkları, olayda söz konusu olan kamusal ve bireysel menfaatleri gerektiği şekilde değerlendirmedikleri, başvurucuların özel hayata saygı hakkı bağlamında kamusal makamların pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği sonucuna varılması mümkün değildir.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/4/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Birinci Bölüm
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal Olmadığı)
Künye
(Şenel Yorulmaz [1. B.], B. No: 2021/5855, 29/4/2025, § …)
   
Başvuru Adı ŞENEL YORULMAZ
Başvuru No 2021/5855
Başvuru Tarihi 27/1/2021
Karar Tarihi 29/4/2025

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, taşınmazların I. derece arkeolojik sit alanı olarak tesciline ilişkin kararın iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı Çevre İhlal Olmadığı
  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi