TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
SÜLEYMAN DAŞKIN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2022/100238)
|
|
Karar Tarihi: 7/1/2025
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üyeler
|
:
|
Recai AKYEL
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Muhterem İNCE
|
|
|
Yılmaz AKÇİL
|
Raportör
|
:
|
Tolga BAŞBOZKURT
|
Başvurucu
|
:
|
Süleyman DAŞKIN
|
Vekili
|
:
|
Av. Ahmet Murat YURTSEVEN
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, bir gazetede yayımlanan köşe yazısındaki ifadeleri nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesinin başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
2. Başvurucu, başvuru tarihinde Manisa Celal Bayar Üniversitesinde kamu görevlisi olarak çalışmaktadır. Başvuruya konu makaleyi yazan C.K. ise gazeteci olarak görev yapmaktadır.
3. Türkiye gazetesinde C.K. imzasıyla 19/11/2018 tarihinde yayımlanan ve başvuruya konu olan "Anadolu'dan Trajikomik Bir Yargı Hikayesi" başlıklı yazı şu şekildedir:
"Geçtiğimiz iki yazımda Türkiye’de yeniden hortlayan ve âdeta gizli iktidar odağı konumuna oturmak isteyen Kemalist vesayet zihniyetinden bahsetmiştim. Kemalistler bu ülkede özellikle yargıdaki ve bürokrasideki yerleşik kadrolarından hareketle yeni bir 28 Şubat ya da 27 Mayıs ortamını oluşturabilir miyiz diye toplumu yokluyorlar. Daha önce ifade ettiğim gibi FETÖ tehlikesinin bizler tarafından bitirilmesinin ardından yeni vesayet ve darbecilik tehlikesinin kaynağı Kemalizm adı altında faaliyet gösteren bu ulusalcı kadrolardır. Fetullahçılar nasıl vesayetçi bir çeteyse, bu ulusalcılar da aynı şekilde devlet içinde çeteleşmeye çok müsait bir yapıdır. Bu tespitler de bana ait değildir. Bu topraklardaki büyük harfle DEVLET olgusu noktası virgülüne kadar bu ulusalcı vesayet ve darbe tehdidini tespit etmiştir. Türkiye gazetemizin çok konuşulan 'Ulusalcı darbe tehlikesi var' manşeti boşa atılmamıştır.
Şunu herkes bilmeli ki, Gülenist vesayetçilik ile Kemalist vesayetçilik arasında sadece dış boya farkı vardır. 28 Şubat zihniyeti ile 15 Temmuz zihniyeti arasında fark yoktur. Her türlü vesayetçilik Müslüman Türk milleti ve DEVLET için tehdittir. Öte yandan FETÖ’cülerin de tamamen temizlendiğini söylemek mümkün değildir. Şu an tüm hain FETÖ’cüler Kemalist kılığına girerek saklanmaktadır. Yani şu an hem bürokrasi hem yargı içinde Kemalizm görünümlü Gülenizm tehlikesi de mevcuttur. Çoğu zaman da çok daha örgütlü hareket eden Fetullahçılar maalesef Kemalistleri de yönlendirmekte ve provoke etmektedir. Bu iki grubun ajandası Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a düşmanlık başlığında çoğu zaman birleşmektedir.
Bu yeniden hortlayan Kemalist görünümlü Gülenist vesayetçiliğin hem yargı hem de özellikle üniversiteler ayağında örnekleri vardır. Bugün bu iki ayağı birleştiren trajikomik bir örneği anlatacağım sizlere. Manisa Celal Bayar Üniversitesi 2014 yılından itibaren FETÖ ile mücadele konusunda tüm üniversitelerimize örnek olacak kadar başarılı bir üniversitedir. Yayınlarda ara ara bu gerçeği ifade ettiğimi beni takip edenler bilir. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörü [K.Ç.] ve Rektör yardımcısı [B.K.] FETÖ ile mücadele konusunda çok cesur ve çok titiz bir mücadele vermişlerdir.
Tüm bu mücadele sürecinde DEVLET ile tam koordine içinde olmuşlar ve tüm tehditlere rağmen istisnasız tüm FETÖ’cüleri bu güzide okulumuzdan atmışlardır. Kendi üniversiteleri bünyesinden en çok sayıda FETÖ’cüyü ihraç eden üniversitelerden biri Celal Bayar Üniversitesi olmuştur. Oysa birçok üniversitemiz tehditlerden korkarak çok sayıda atılması gereken ismi okullarından atmadı. Bu zor süreçte gösterdikleri kararlılık sebebiyle [K.Ç.] ve [B.K.] gibi profesörlerimiz FETÖ’cülerin hedefi olmuşlardır. Manisa’nın milliyetçi-muhafazakâr halkı tarafından bu yönetim destek alırken pozisyonlarını kaybettikleri için Kemalistler de tıpkı Gülenistler gibi bu yönetimin düşmanı konumunda.
Şimdi ise bu bahsettiğim Kemalist vesayet odakları ile beraber bu Kemalist görünümlü Gülenistler tuhaf yöntemlerle intikam almaya kalkıyorlar. Bu üniversitede görev yapan Süleyman Daşkın isimli kendine Kemalist diyen şahıs kendisini görevden aldığı için Rektörlüğe kızıyor ve [B.K.'a] 'Trafikte selektör yakmak' suçundan dava açıyor. Evet sayın okurlarım yanlış duymadınız, böyle komik bir gerekçeyle dava açılıyor. Herkes başta gülüp geçiyor. Türkiye böyle çetin bir süreçten geçerken kimse bu konu ile ilgilenmiyor. Peki sonuçta ne oluyor? Yargı ve bürokrasideki Kemalist dayanışması çalışıyor ve [K.] 'trafikte selektör yapmak'tan 2 ay 15 gün hapis cezası alıyor. Hâkim [M.D.] hukuk tarihine geçen bu karara imza atıyor. Bu karar üzerine de Süleyman Daşkın yeniden eski görevine iadesini istiyor. [A.N.] mezarından çıksa bundan daha komik bir öykü yazabilir mi bilmiyorum.
Yani 'Benim gibi Atatürkçüyü görevden aldınız. Ben de size selektör yakmaktan hapis cezası aldırdım. Hadi beni görevime iade edin' diye özetlenebilecek mikro düzeyde tuhaf bir vesayet mekanizması. Hâkimbence eksik ceza vermiş. 'Trafikte selektör yakarak çaktırmadan Atatürk ilkelerini ihlal'den direkt tutuklama vermeliydi! [B.K.] da öğrenirdi böylece bu ülkenin sahibi kimmiş. 27 Mayıs ve 28 Şubat zihniyetinin hâlâ dipdiri olduğunu öğreteceksiniz bu Erdoğancılara ki, hadlerini bilsinler! Bu sene fahri doktorayı da [Y.G.Ö.'e ] versin Celal Bayar Üniversitesi. Yoksa bir selektör cezası da [K.Ç.'ye ] gelir ha.
Gülüyorsunuz ama Anadolu üniversitelerimizde böyle örnekler çok sayın okurlarım. Her grup adamını bulup bürokrasi ve yargı içi mekanizmalarla tuhaflıklar yapmaya kalkıyor. Genelde perde arkasında olan Kemalist görünümlü Gülenist yapılar da provokasyonlara destek oluyor. Ama bu arada herkes bilsin ki DEVLET de uyumuyor. Yaşanan her şey görülüyor, raporlanıyor. 5 sene önce bugünlerde Fetullahçılar da kendilerini böyle çok güçlü falan zannediyordu. DEVLET ile oyun oynanmayacağını öğrendiler..."
4. Bahse konu köşe yazısı ile ilgili olarak başvurucu, kişilik haklarının ihlal edildiğini ve hakkında gerçek dışı isnatlarda bulunulduğunu ileri sürerek manevi tazminat davası açmıştır. İlk derece mahkemesi manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde şu hususları belirtmiştir:
"Somut olayda; davacı hakkında Türkiye Gazetesinin 19/11/2018 tarihli nüshasında yer alan haberde Anadolu'dan trajikomik bir yargı hikayesi başlığı atılmak sureti ile davacının ismi açık olarak belirtilerek mensubu olduğu üniversitenin mevcut rektör yardımcısı olan kişi ile görülmekte olan Manisa 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 2018/254 Esas 2018/667 Karar sayılı 'Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma' suçundan Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2018/1640 D.iş kararı ile kesinleşen yargılamasının sonucu hakkında gerek yargılamayı yapan hakimin isminin gerekse davacının isminin açıkça yazılması ve hakim ile davacı arasında "yargı ve bürokrasideki kemalist dayanışması çalışıyor trafikte selektör yapmaktan hapis cezası" veriliyor ifadesi ile hakim ile davacı arasında işbirliği yapıldığına dair herhangi bir açılmış dava ya da verilmiş karar yok iken asılsız haber yapılarak davacının kişilik hakkına saldırıda bulunulduğu, yazı bütünü itibariyle değerlendirildiğinde davaya konu haberde özle biçim arasındaki dengenin korunmadığı, maksadı aşar ifadelere yer verildiği, haberin içeriğinde yer alan vurgulamaların davacıyı toplum karşısında küçük düşürmeye yönelik, kişilik haklarına ağır saldırı oluşturduğu, kamu yararı da bulunmayan bu şekilde haberlerin kişilik haklarına saldırı şeref ve haysiyetinin ihlal edilmesine yol açtığı kabul edilmiştir."
5. İlk derece mahkemesi kararının davalı tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 11/10/2020 tarihinde davalının istinaf talebinin kabulüne karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararında şu hususları belirtmiştir:
"Bu hali ile dava konusu haberin adli bir olaya ilişkin olduğu, güncel ve verildiği tarihteki görünürdeki gerçeğe uygun olarak yazıldığı, basının soruşturma makamları dışında ayrıca maddi gerçekliği araştırmasının beklenemeyeceği, adli olaylar ile ilgili haber yapılmasında kamusal yararın yüksek mahkeme içtihatları uyarınca var sayılacağı, olayın niteliğinden dolayı toplumsal ilginin de bulunduğu anlaşılmıştır. Davacının ismi basında yer aldıktan kısa süre sonra davacının cevabının yayın yapılmış olması göz önünde tutulduğunda, yayının suçsuzluk karinesini ihlal ettiği kabul edilemez .
Davacının Manisa Celal Bayar Üniversitesi'nde Öğrenci İşleri Daire Başkanı kadrosunda bulunduğu, 28 yıldır görev yaptığı, kamusal bir şahsiyetinin bulunduğu, sıradan bir yönetici olmadığı, kamuoyunda tanınan ve bilinen bir kişi olduğundan davacının sade vatandaştan daha fazla eleştirilere katlanma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yüzden, davacı hakkında kullanılan ifadelerin kişisel değer yargısı ile bağlantılı ağır eleştiri niteliğinde olduğu, ancak hakaret boyutuna ulaşmadığı, davalı hakkında TBK.nun 74. Maddesi kapsamında hukuk hakimini bağlayan bir ceza kararı bulunmadığı gibi doğrudan davacının kişilik haklarına saldırının hedeflenmediği, ifade özgürlüğünün, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil; incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu,ifadelerin düşünceyi açıklama ve eleştiri hakkının sınırları kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır. İfade şekli de hoşa gitmeyen, sert, kaba ve rahatsız edici nitelikte ise de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. Maddesi ile Anayasa 26. maddesi uyarınca, ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği; kişisel değer yargısı niteliğindeki bu beyanların eleştiri sınırlarında kaldığı kişilik haklarına zarar verecek boyuta ulaşmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Bu duruma göre; davalı tarafından davacıya yönelik olarak söylenilen sözler onun kişilik haklarına hukuka aykırı şekilde zarar verecek nitelikte olmadığından ve hakkındaki yorum, eleştiri ve iddialara cevap verebilme imkanına da aynı şekilde sahip olduğundan, İlk Derece Mahkemesince kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamış vedavalı vekilinin istinaf istemi yerinde görülmüştür."
6. Başvurucu, nihai kararı 18/10/2022 tarihinde öğrendikten sonra 14/11/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
7. Başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
8. Başvurucu; başvuruya konu köşe yazısı ile terör örgütü üyesi olarak ifşa edildiğini, bu durumun gerçeği yansıtmayıp ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, ayrıca köşe yazısında geçen ifadelerin ağır eleştiri kapsamında olmadığını ve köşe yazarının kişisel değerlendirmeleri ile kaleme alındığını, bu durumun ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığını, şeref ve itibar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
9. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü iddiaları yinelemiştir.
10. Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkı kapsamında incelenmesi gerekir (benzer yöndeki karar için bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 27; İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 49).
11. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
12. Devletin bireyin manevi varlığının bir parçası olan kişisel şeref ve itibarına üçüncü kişilerin saldırılarını önlemek şeklinde bir pozitif yükümlülüğü vardır (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33). Diğer yandan demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğu dikkate alınmalıdır (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 43; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36).
13. Somut olayda başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkı ile davalının ifade özgürlüğü arasında adil bir denge kurulmalıdır. Buna göre Anayasa Mahkemesince çözümlenmesi gereken mesele, yayımlanan köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle açılan tazminat davasının reddedildiği somut olayda başvurucunun şeref ve itibarının korunması hakkı ile basın özgürlüğü arasında adil bir denge kurulup kurulmadığını belirlemek olacaktır. Başvurucu esas olarak köşe yazısında dile getirdiği ifadelerin gerçekle ilgisinin olmadığını ileri sürmüştür. O hâlde ihtilaflı ifadelerin gerçekle ilişkisini belirlemek için ele alınması gereken ölçüt, başvuruya konu ifadelerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesidir (ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkının dengelenmesinde dikkate alınacak kriterlere ilişkin daha detaylı açıklama için bkz. Bilal Uçar, B. No: 2019/10122, 21/9/2022, § 14). Çünkü maddi olgu olarak değerlendirilen ifadelerin kanıtlanması beklenirken değer yargısı sayılan ifadeler için ise belli bir olgusal temelin varlığı şartı aranmalıdır (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 57; İlhan Cihaner (2) § 64).
14. Demokratik bir toplumda basının işlevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmesi için özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi şarttır (İlhan Cihaner (2), § 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, § 42; Kadir Sağdıç § 53). Basın tarafından kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması bazen kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Gerçeğe uygun bir beyana kamunun gözünde yanlış bir imaj uyandırabilecek vurgular, değer yargıları, varsayımlar hatta imalar eşlik edebilmektedir. Dolayısıyla haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ve basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir. Bu durum, özellikle basında yer alan söylemlerde isimleri zikredilen kişilerin ciddi şekilde itham edilmeleri hâlinde geçerlidir (İlhan Cihaner (2), § 61; Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş., § 43; Kadir Sağdıç, § 54).
15. Başvuruya konu köşe yazısı incelendiğinde başvurucunun çalıştığı kurumdaki görevinin değişmesi sonrasında yöneticisi hakkında trafikte selektör yapma eylemi nedeniyle şikâyetçi olarak kamu davası açılmasını sağladığı, dahası davaya bakan hâkimle hukuka aykırı iş birliği yaptığı ileri sürülmüştür. Ayrıca köşe yazısında bu iş birliğinin bir ideolojik düşünce çerçevesinde organize edildiği ve başvurucunun bu durumu eski görevine iade edilebilmesi için bir araç olarak kullandığı iddia edilmiştir.
16. Anayasa Mahkemesi, kararlarında kamusal yetki kullanan görevlilerin işlevleri nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Nilgün Halloran, § 45; İlhan Cihaner(2), § 82; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 42). Bu açıdan kamu görevlisi olan başvurucunun görev değişikliği nedeniyle hakkında ileri sürülen eleştirilere daha fazla tolerans göstermesi gerektiği kabul edilmekle birlikte bu eleştirilerin şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerektiği de unutulmamalıdır.
17. Dolayısıyla burada ele alınması gereken husus, başvurucu hakkındaki iddiaların şeref ve itibarın korunması hakkını ihlal eder boyutta olup olmadığıdır. Bu nedenle dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2) § 64).
18. Bu doğrultuda köşe yazısında ileri sürülen iddialar bir bütün olarak ele alındığında başvurucu hakkındaki iddiaların genel itibarıyla maddi olgulara dayalı olduğu kabul edilmelidir. Özellikle başvurucunun yargı mensubuyla iş birliği yaparak yöneticisinin ceza almasını sağladığına dair iddiaların olgusal isnatlar olduğu açıktır. Bu nedenle olgusal isnat içeren ifadeler kapsamında basının gazetecilik etik ve ilkelerine uygun olarak ve iyi niyetle topluma doğru ve güvenilir bilgi sağlama ödev ve sorumluluğunu yerine getirip getirmediği belirlenirken ileri sürdüğü olgusal iddiaların doğruluğu konusunda yeterli araştırmayı yapıp yapmadığı denetlenmelidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Çetin Doğan (2) [GK], B. No: 2014/3494, 27/2/2019, § 63; Mehmet Doğan Uğurlu ve diğerleri, B. No: 2015/954, 12/9/2018, § 54). Bununla birlikte gazetecilerden bir beyanın doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü savcı gibi hareket etmelerini beklemek aşırı yüksek bir ispat külfeti getirir ve böyle bir mükellefiyet sanık veya davalı olarak yargılandıkları davalarda hakkaniyete uygun düşmeyen sonuçlara ulaşılmasına neden olabilir (Orhan Pala, § 51).
19. Somut başvuruda köşe yazarı tarafından bahsedilen ve yazıda trajikomik olarak nitelenen trafikte selektör yakmak eylemi nedeniyle görülen bir ceza davasının varlığı ile bu davanın taraflarından birinin başvurucu ve diğer tarafın başvurucunun çalıştığı kurumdaki yöneticisi olduğu konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Nitekim ilk derece mahkemesi de kararında bu durumun varlığını kabul etmektedir. Diğer yandan köşe yazısında başvurucunun ceza yargılaması yapan hâkim ile iş birliği yaptığına ilişkin iddiaların dayanaklarının gösterilemediği anlaşılmıştır. Her ne kadar basın özgürlüğünde belli ölçüde abartıya hatta tahrik yoluna başvurmak mümkün olsa da bu özgürlük aynı zamanda ilgililerin meslek ahlakına saygı göstererek doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini de zorunlu kılmaktadır (İlhan Cihaner (2), § 60). Ancak davalı köşe yazarı tarafından başvurucunun hâkim ile iş birliği yaptığına ilişkin bir olgu, bilgi veya belge ortaya konmadığı gibi yapılan yargılamalar sırasında buna ilişkin destekleyici bir açıklamada da bulunulmamış, yine söz konusu iddianın ilk kez kendisi tarafından dile getirilmeyip daha önce haberlere konu olduğu da ileri sürülmemiştir. Nitekim bu nedenle ilk derece mahkemesi kararında başvurucunun hâkim ile iş birliği yaptığına dair açılan bir dava veya verilen bir karar olmadığı, bu nedenle başvurucu hakkındaki iddiaların kişilik haklarına saldırı kapsamında olduğu belirtilmiştir.
20. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Yukarıda yapılan tespitler kapsamında başvurucunun şeref ve itibarının korunması amacıyla açtığı davada Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ortaya konulan ret gerekçesinin davanın temeliyle ilgili maddi ve hukuki sorunların açıklığa kavuşturulması bakımından ilgili ve yeterli olduğu kabul edilemez. Sonuç olarak yargı mercilerinin ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge kurduğundan bahsedilemeyeceği değerlendirilmiştir.
21. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan kişinin şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
22. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ve 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.
23. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama yaparak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar ve benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
24. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak ihlalin tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için başvurucuya net 34.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan şeref ve itibarın koruması hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Kararın bir örneğinin şeref ve itibarın korunması hakkına yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine (E.2020/255, K.2022/1953) iletilmek üzere Manisa 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2019/303, K.2019/801) GÖNDERİLMESİNE,
D. Başvurucuya net 34.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,
E. 664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/1/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.