TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
MİRAÇ TOPKAN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2022/39311)
|
|
Karar Tarihi: 26/3/2025
|
|
İKİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Basri BAĞCI
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Kenan YAŞAR
|
|
|
Ömer ÇINAR
|
Raportör
|
:
|
Hasan HÜZMELİ
|
Başvurucu
|
:
|
Miraç TOPKAN
|
Vekili
|
:
|
Av. Hüseyin BOĞATEKİN
|
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; bir etkinlikte yasa dışı bir örgüte ait sembol ve işaretin taşındığı iddiasıyla mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, savunma için yeterli süre tanınmaması nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Başvurucu hakkında terör örgütü üyeliği suçundan yürütülen başka bir soruşturma kapsamında cep telefonuna el konulmuş ve incelenmesi amacıyla ilgili uzman kuruma gönderilmiştir. Ancak dijital materyalin incelenmesi tamamlanmadan başvurucu hakkında terör örgütü üyeliği suçundan beraat kararı verilmiştir.
3. Söz konusu beraat kararının ardından tamamlanan incelemede; başvurucunun cep telefonunda, PKK/KCK silahlı terör örgütü tarafından düzenlendiği değerlendirilen ve terör örgütü bayraklarının bulunduğu bazı etkinlikler ile ölen bir terör örgütü mensubunun cenaze törenine ilişkin görüntülerin yer aldığı belirlenmiştir. Ayrıca başvurucunun, PKK/KCK silahlı terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H'nin (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) bayrağını elinde tutarak bir toplumsal müdahale aracının (TOMA) yanında çektirdiği 22/3/2015 tarihli bir fotoğraf ile aynı tarihte, PKK/KCK terör örgütünün bayrağında yer alan renklerden oluşan bir örtünün başında olduğu bir başka fotoğrafının bulunduğu tespit edilmiştir (PKK/KCK'nın bir yapılanması olan YDG-H hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 21-28).
4. Bu tespitler üzerine başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçunun yanı sıra 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 33. maddesinin (b) fıkrası uyarınca toplantıya yasa dışı örgüt veya topluluklara ait amblem ve işaretler taşıyarak katılma suçunu işlediği gerekçesiyle kamu davası açılmıştır.
5. Başvurucu, yargılama sürecindeki sözlü savunmasında katıldığı etkinliğin amacını hatırlamadığını, başına örgütsel simgeler içeren herhangi bir materyal takmadığını ve bayrak taşımadığını savunmuştur.
6. İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), başvurucu hakkında daha önce suç tarihleri aynı olan eylemler nedeniyle PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından yargılama yapılarak beraat kararı verildiğini belirterek, sonradan incelenen dijital materyallerin yeni delil sayılmayacağını ve bu nedenle yeniden soruşturma başlatılamayacağını değerlendirmiştir. Bu doğrultuda Mahkeme, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin 7. fıkrasında düzenlenen “aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir” hükmünü gözeterek silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden davanın reddine karar vermiştir.
7. Bununla birlikte Mahkeme, başvurucunun "22/3/2015 tarihindeki Nevruz etkinliğine, PKK/KCK terör örgütünü simgeleyen bez parçaları eşliğinde katıldığı"nı ve bu eylemin önceki iddianamede yer almadığını belirlemiştir. Mahkeme, başvurucunun örgütü simgeleyen "bez parçaları"yla katıldığı bu eylemin toplantıya yasa dışı örgüt veya topluluklara ait amblem ve işaretler taşıyarak katılma suçu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek başvurucuyu 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir.
8. Kararın istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 27. Ceza Dairesi, cezaya dayanak teşkil eden kanun maddesinde değişiklik yapıldığını belirterek lehe kanun değerlendirmesi yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bozma kararının ardından yeni bir duruşma günü belirlenmiş ve başvurucu ile müdafiine tebligat çıkarılmıştır. Tebligat, başvurucunun adresinin kapalı olması nedeniyle mahalle muhtarına teslim edilmiş ve haber kâğıdı kapıya yapıştırılarak 13/2/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ancak bozma sonrası yapılan 23/3/2021 tarihli ilk duruşmaya başvurucu katılmamış, başvurucunun müdafii ise duruşmada hazır bulunarak bozma kararına karşı savunmada bulunmuştur. Mahkeme, bozma kararına uygun olarak lehe kanun değerlendirmesi yapmış ancak yeniden yapılan yargılama sonucunda ilk duruşmada, önceki hükmün başvurucu lehine olduğu kanaatine vararak aynı cezaya hükmetmiştir. Bu karar, istinaf incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
9. Başvurucu, nihai hükmü 16/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 15/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
10. Ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
A. Savunma İçin Gerekli Zaman ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
11. Başvurucu, istinafın bozma kararına karşı savunmasının alınmadan ilk celsede mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.
12. Başvuru, adil yargılanma hakkı kapsamındaki savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı çerçevesinde incelenmiştir.
13. Anayasa Mahkemesi, savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkına ilişkin ilkeleri Ufuk Rifat Çobanoğlu ([2. B.], B. No: 2014/6971, 1/2/2017) kararında açıklamıştır. Buna göre, suç isnadı altında bulunan kişiye savunmasını hazırlamak için yeterli zaman tanınmalı, bu durum yargılamanın makul sürede tamamlanmasını engellememelidir. Diğer bir ifadeyle, yargılama süreci, savunma hakkını zedeleyecek şekilde aceleye getirilmemeli ve bu hakkın etkili şekilde kullanılabilmesine imkân verecek bir hızda yürütülmelidir. Yargılama sürecinde, esaslı işlemler için süre verilmemesi, başvurucunun savunmasını hazırlama ve mahkeme önünde dile getirme imkânını sınırlayabilir. Bu durum, iddia makamına kıyasla başvurucuyu dezavantajlı bir duruma düşürerek adil yargılanma ilkesini zedeleyebilir. Ayrıca, mahkemenin kararını esaslı şekilde değiştirebilecek nitelikte yeni durumların ortaya çıkması hâlinde, başvurucuya gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması gerekir (Ufuk Rifat Çobanoğlu, §§ 35-49).
14. Somut olayda, bozma öncesi yargılama beş celse sürmüş ve başvurucu, müdafii huzurunda suçlamalara ilişkin savunmasını yapmıştır. Başvurucu, her ne kadar istinafın bozma kararı sonrasında savunması alınmaksızın hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini iddia etmişse de bozma kararının yalnızca lehe kanun değerlendirmesi ile sınırlı olduğu anlaşılmıştır. Duruşmada başvurucunun müdafii hazır bulunmuş ve öncelikle beraat, aksi takdirde ise lehe hükümlerin uygulanması talebinde bulunmuştur.
15. Nitekim Mahkeme bozma kararına uygun olarak yalnızca lehe kanun değerlendirmesi yapmış, önceki hükmün başvurucu lehine olduğu kanaatine vararak aynı cezaya hükmetmiştir. Bu süreçte, başvurucu aleyhine yeni bir karar tesis edilmediği anlaşılmıştır. Diğer yandan başvurucu, Mahkeme kararını esaslı biçimde değiştirecek yeni bir durum ortaya koymadığı gibi gerekçeli kararın ardından istinaf aşamasında iddia ve itirazlarını dile getirmesine engel bir durumun mevcut olduğunu da ileri sürmemiştir.
16. Öte yandan bozma kararı sonrasında başvurucuya duruşmaya katılması için tebligat gönderilmiş olmasına rağmen başvurucu duruşmaya katılmama gerekçesine ilişkin herhangi bir açıklama yapmamış ve tebligatın usulsüz olduğuna dair bir iddiada da bulunmamıştır. Yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde, başvurucunun savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkına yönelik bir ihlalin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
17. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
18. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; her olayın kendine özgü farklılıkları olması nedeniyle yargılama süresinin makul olup olmadığının davanın özellikleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
19. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
20. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
21. Başvurucu, cep telefonunda nevruz kutlamasında çekildiği belirtilen bir fotoğrafın tespit edilmesi sonucu cezalandırılmasının, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca nevruz etkinliğine katılımın ve etkinlikteki bazı söylem ve eylemlerin terör örgütü propagandası ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçunu oluşturmadığına ilişkin Yargıtay kararlarına atıf yapmıştır.
22. Bakanlık, ifade özgürlüğünün mutlak bir hak olmadığını ve Anayasa'da belirtilen sebeplerle sınırlandırılabileceğini belirtmiştir. Terör örgütlerinin propaganda amacıyla farklı araçlara başvurabileceği ve bu kapsamda terör propagandasının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği ifade edilmiştir. Ayrıca somut olayın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatları doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği görüşü dile getirilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.
23. Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. Müdahalenin dayanağı olan 2911 sayılı Kanun'un 33. maddesinin (b) fıkrası kanunilik ölçütünü karşılamakta olup, müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacına yönelik yapıldığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda, müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı değerlendirilecektir.
26. Anayasa Mahkemesi, birçok kararında Anayasa'nın 34. maddesinin, bireylerin düşüncelerini barışçıl yollarla ifade edebilmeleri için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına aldığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, şiddet kullanma niyeti taşıyan kişilerin düzenlediği veya katıldığı gösterilerin, barışçıl toplantı kapsamında değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır (bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 37; Ferhat Üstündağ [1. B.], B. No: 2014/15428, 17/7/2018, §§ 50, 51).
27. Somut olayda, başvurucunun cep telefonunda PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H'nin bayrağını tutarken bir güvenlik aracının yanında çekilmiş bir fotoğrafı ile aynı örgütün bayrağında yer alan renklerden oluşan bir örtüyü başında taşıdığına dair görüntüler tespit edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun 22/3/2015 tarihli nevruz etkinliğine bu örgütü simgeleyen materyallerle katıldığını sabit görerek, 2911 sayılı Kanun'un 33. maddesinin (b) fıkrası uyarınca yasa dışı örgüt veya topluluklara ait amblem ve işaretler taşıyarak toplantıya katılma suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezasına hükmetmiştir.
28. Başvurucu; söz konusu fotoğrafların kendisine ait olmadığını açıkça ileri sürmemiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, Mahkemenin tespitlerinden ayrılmayı gerektiren bir neden olmadığını değerlendirmiştir. Nitekim delillerin değerlendirilmesi ve hükme esas alınacak unsurların belirlenmesi, ilkesel olarak Anayasa Mahkemesinin görev alanı dışındadır (bkz. Ferhat Üstündağ, § 35; Mahmut Catın ve Saadet Aksoy [2. B.], B. No: 2015/324, 30/6/2020, § 27). Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin incelemesi, başvurucunun anılan materyaller ile etkinliğe katılması nedeniyle aldığı hapis cezasının demokratik toplum düzeninin gereklerine ve orantılılık ilkesine uygun olup olmadığının değerlendirilmesiyle sınırlı olacaktır.
29. Toplum içinde yaşamanın doğal bir sonucu olarak bireylerin hak ve özgürlüklerine müdahale teşkil eden tedbirlerin uygulanmasında, bu müdahalenin sağladığı toplumsal yararın önemi arttıkça bireylerin bu müdahaleye katlanma yükümlülüğü de aynı oranda artmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri gibi kitlesel etkinlikler, bireysel eylemlere kıyasla kamu düzeni açısından daha büyük bir tehdit potansiyeli taşımaktadır (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 118, 119). Bu nedenle kanun koyucu tarafından 2911 sayılı Kanun'un 33. maddesi uyarınca yasa dışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaretlerin taşınarak bir toplantıya katılmak, kamu düzenini koruma amacıyla suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır.
30. Anayasa Mahkemesi, terör örgütüne ait sembollerin toplantılarda kullanılmasına ilişkin değerlendirmelerini ve uygulanacak ilkeleri Ferhat Üstündağ kararında ortaya koymuştur (Ferhat Üstündağ, §§ 40-62). Kararda, terör örgütlerine ait sembollerin kullanılmasının örgütün düşünce ve eylemleriyle özdeşleştirilerek doğrudan ya da dolaylı şekilde terör propagandasına hizmet edebileceğini ifade etmiştir. Ayrıca anılan kararda, toplantıya katılan kişilerin doğrudan şiddet içeren eylemlerde bulunmamış olsalar dahi, taşınan pankartlar, bayraklar ve atılan sloganların, terör örgütünün eylemlerini onaylama ve kamuoyu önünde destekleme anlamına gelebileceğini belirtmiştir. Bu tür eylemlerin, örgütün toplumsal bilinirliğini ve meşruiyet algısını artırarak, işlediği suçların dolaylı yoldan desteklenmesine katkı sağlayabileceği açıklanmıştır. Sonuç olarak, Anayasa Mahkemesi, bu tür semboller ve eylemlerin, devletin güvenlik güçleri ve diğer kurumlarına karşı sürdürülen çatışmacı siyaset anlayışını beslediğini ve bu sebeple barışçıl toplantı kavramı kapsamında değerlendirilemeyeceğini vurgulamıştır (Ferhat Üstündağ, §§ 69, 70).
31. Anayasa'nın 34. maddesi toplantıya katılan kişilere belirli ödev ve sorumluluklar yüklemektedir. Barışçıl toplantı hakkı, bireylerin bu hakkı kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklardan ayrı düşünülemez. Bu yükümlülükler, özellikle somut başvuruda olduğu gibi ödev ve sorumluluklarını yerine getirmediği iddia edilen kişilerin temel hak veya özgürlüklerinin kısıtlanmasına ilişkin şikâyetlerinde önem arz etmektedir (Ferhat Üstündağ, §§ 57, 76; Ali Hizmetçi ve diğerleri [1. B.], B. No: 2017/18232, 7/9/2021, §§ 60, 70).
32. Mevcut başvuruda ilk olarak, cezalandırmaya konu olan bayrağın temsil ettiği YDG-H adlı oluşum değerlendirilmelidir. Anayasa Mahkemesi, Gazal Kolanç ve diğerleri kararında, YDG-H'nin PKK/KCK terör örgütü ile doğrudan bağlantılı bir yapılanma olduğunu belirtmiş ve özellikle şehir merkezlerinde yürütülen silahlı eylemler ile hendek olaylarındaki rolünü ayrıntılı şekilde incelemiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 21-28). Bu kararda, YDG-H'nin 2013 yılında PKK tarafından şehir merkezlerinde faaliyet gösterecek bir gençlik yapılanması olarak kurulduğu belirtilmiştir. Örgüt, yerleşim merkezlerinde oluşturduğu sözde “asayiş birimleri” aracılığıyla doğrudan kamu düzenine tehdit oluşturmuş, PKK'nın kırsal alanlarda yürüttüğü faaliyetleri şehir merkezlerine taşımıştır. YDG-H mensuplarının kimlik kontrolü yapma, yol kesme, araç yakma ve adam kaçırma gibi doğrudan şiddet içerikli eylemler gerçekleştirdiği ve bu yollarla örgütün şehir yapılanmasını güçlendirdiği vurgulanmıştır. Bu faaliyetler, şehirlerde kamu düzenini bozmuş, güvenlik güçlerine yönelik saldırılar artmış ve sivil halk üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmuştur.
33. Ayrıca 2014 yılında gerçekleşen 6-7 Ekim olaylarında YDG-H öncülüğünde başlayan eylemlerin, PKK'nın çağrıları doğrultusunda geniş çaplı şiddet hareketlerine dönüştüğü ve birçok ilde kamu binaları, okullar ve özel mülklerin hedef alındığı ifade edilmiştir. Bu süreçte sivil can kayıpları yaşandığı, şehir merkezlerinde geniş çaplı tahribat meydana geldiği açıklanmıştır. 2015 yılında ise PKK'nın sözde ateşkesi sona erdirerek “öz yönetim” ilan etmesiyle birlikte, YDG-H tarafından hendek kazma, barikat kurma ve silahlı saldırılar düzenleme gibi eylemlerin artış gösterdiği ve faaliyetlerin, devletin şehirlerdeki otoritesini zayıflatmayı ve belirli bölgeleri fiilen kontrol altına almayı amaçladığı tespit edilmiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 21-28).
34. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde başvurucunun, PKK'nın şehir merkezlerindeki gençlik yapılanması olarak bilinen ve hendek olaylarının başlıca aktörlerinden biri olan YDG-H'nin bayrağıyla bir etkinliğe katıldığı ve olay yerinde bulunan TOMA aracının yanında fotoğraf çektirdiği tespit edilmiştir (bkz. § 3). Başvurucunun, kamu düzenine yönelik ciddi tehditler oluşturan bir örgüte ait bayrakla etkinliğe katılması ve bu bayrakla, kamu düzenini sağlamak amacıyla olay yerinde bulunan bir güvenlik aracının yanında fotoğraf çektirmesi, kamu düzenine karşı şiddeti teşvik eden açık bir mesaj olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca bu eylemin terör örgütünün çatışmacı siyasetini meşrulaştırıcı bir nitelik taşımadığı da söylenemez.
35. Öte yandan somut olaya ilişkin yapılacak değerlendirmede, cezalandırmaya konu eylemin gerçekleştirildiği dönemin genel koşulları da dikkate alınmalıdır. Kamuoyunda “hendek olayları” olarak bilinen süreç, 2015 yılı Haziran ayında başlamış ve yoğun çatışmaların yaşandığı hendek operasyonları 2016 yılı Mart ayına kadar devam etmiştir. Olayların meydana geldiği dönemde, PKK ve şehir merkezlerindeki gençlik yapılanması olan YDG-H, terör eylemleriyle ülke içinde belirli bölgelerde “öz yönetim” adı altında fiili bir hâkimiyet kurmayı hedeflemiş; bu süreçte örgüt, güvenlik güçleriyle uzun bir süreye yayılan şiddetli çatışmalara girmiştir (hendek olaylarına ilişkin ayrıntılı anlatım için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 28-30; Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 24-28; Ayşe Çelik [2. B.], B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13). Bu tespitlerle uyumlu olarak, başvuruya konu olayın meydana geldiği dönemde, şiddeti temel yöntem olarak benimsemiş bir örgütün bayrağının taşınması ile şiddet tehlikesinin artması arasında doğrudan bir bağ bulunduğu değerlendirilebilir. Özellikle başvurucunun, bu şekilde şiddet olaylarının yaşandığı bir dönemde, kamu düzenini sağlamak amacıyla olay yerinde bulunan bir güvenlik aracının yanında bu sembolü taşıyarak fotoğraf çektirmesi, eyleminin barışçıl bir nitelik taşımadığı yönündeki kanaati daha da güçlendirmektedir.
36. Başvurucunun cezalandırılmasıyla, terör örgütünün benimsediği şiddet yöntemlerinin önlenmesi ve bu yöntemlere destek verebilecek faaliyetlerin engellenmesi amaçlanmaktadır. Başvurucunun doğrudan şiddet eylemlerine katılmamış olması, silahlı çatışma ortamının devam ettiği bir dönemde terör örgütüne ait semboller taşımasının meşrulaştırılabileceği anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla başvurucunun somut olayın koşulları çerçevesinde bir terör örgütünün bayrağını taşıması, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının gerektirdiği ödev ve sorumluluklara aykırı bir davranış olarak değerlendirilmiştir.
37. Tüm bu değerlendirmeler ışığında, başvurucunun cezalandırılması ile kamu düzeni ve toplumsal barışın korunması amaçlanmış olup, müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve -yargı makamlarının takdir alanı ile verilen nihai ceza miktarı gözetildiğinde- orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
D. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,
E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/3/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.