logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Halit İnciroğlu [GK], B. No: 2023/38006, 29/5/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

HALİT İNCİROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2023/38006)

 

Karar Tarihi: 29/5/2025

R.G. Tarih ve Sayı: 15/8/2025 - 32987

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Kemal ÖZEREN

Başvurucu

:

Halit İNCİROĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması ile iltisakı ve irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensubunun meslekten çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı olmadan meslekten çıkarma kararı verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, açılan iptal davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/5/2023 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

4. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

6. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile bu teşebbüse tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve silahlarla saldırılmış; bu saldırılar sonucunda toplam 251 kişi hayatını kaybetmiş; binlerce kişi de yaralanmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç ile FETÖ/PDY'nin yapısına ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-46) kararında yer almaktadır (C.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 10).

7. 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Millî Güvenlik Kurulu (MGK) söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla "halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma, devlet içindeki illegal yapılanma", "kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma", "paralel devlet yapılanması", "terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması" ve "bir terör örgütü" olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biri basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 28, 33; C.A. (3), § 11).

8. Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu ve bu örgütün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olduğunu kabul etmiştir (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; C.A. (3), § 12).

9. Yargı organlarının kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğu ortaya konulmuştur. FETÖ/PDY'nin şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içinde, bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlendiği tespitlerine yer verilmiştir (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararı; C.A. (3), § 13).

10. Darbe teşebbüsünün bastırılmasının ardından Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Üçer aylık sürelerle uzatılan OHAL 18/7/2018 tarihinde sona ermiştir. OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri kararında yer almaktadır (aynı kararda bkz. §§ 47-66).

11. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme), Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50; C.A. (3), § 18).

12. OHAL sürecinde 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) 3. maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirlere yer verilmiştir. Buna göre devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen hâkimlerin ve savcıların Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'la aynen kabul edilmiştir.

13. 667 sayılı KHK'da yer alan bahse konu düzenleme uyarınca HSK tarafından ilki 24/8/2016 tarihinde olmak üzere FETÖ/PDY ile iltisaklı ve irtibatlı olduğu sabit görülen hâkimlerin ve savcıların ekli listelerde isimlerine yer verilmek suretiyle meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve ayrı ayrı olmak üzere meslekten çıkarılmalarına karar verilmiştir. Anılan kararlarda FETÖ/PDY'nin yapısına ve yargı erkinde gerçekleştirdiği faaliyetlerine ilişkin olarak detaylı bilgiler aktarılmıştır. Kararların sonuç kısmı şöyledir:

"Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun, 667 sayılı KHK'nın 3'üncü maddesi uyarınca yapacağı değerlendirme, hâkim ve Cumhuriyet savcılarının Milli Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı,oluşum veya gruplardan MGK kararlarında ifade edildiği şekliyle 'Paralel Devlet Yapılanması' ile 'üyelik', 'mensubiyet', 'iltisak' veya 'irtibat' şeklinde herhangi bir bağlantılarının bulunup bulunmadığına ilişkin olup somut olayın yukarıda ifade edilen özellikleri, ilgililerin mesleğe kabulleri ile başlayan, eğitim merkezi ve Türkiye Adalet Akademisindeki faaliyetleri, hizmet içi eğitim ve yabancı dil eğitimlerine katılımlarına, yurtdışına gönderilmelerine, özel yetkili savcılıklara veya mahkemelere yahut idari görevlere atanmalarına ilişkin bilgiler ile bu görevlendirmelerde ve yine bir silah olarak kullanılan özel yetkili mahkemelere hâkim veya unvanlı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına, başkan, başkan yardımcısı veya müfettiş sıfatıyla, idari kurumlara tetkik hâkimi, daire başkanı veya yardımcısı, genel müdür veya yardımcısı sıfatıyla v.s. şeklinde yapılan atamalarda dikkate alınan kriterler, özlük dosyalarındaki bilgi ve belgeler, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları, ilgililer hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna intikal eden şikâyet, ihbar, inceleme ve soruşturma dosyaları ile bu dosyalar hakkında verilen kararlar, mahallinde yapılan araştırmalar, FETÖ/PDY terör örgütü ile ilintili dosyalarda görev alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının bu dosyalarda yapmış oldukları işlemler ve verdikleri kararlar, örgüt mensuplarının haberleşme için kullandıkları şifreli programlarda yer alan kayıtlar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun FETÖ/PDY mensubu oldukları Emniyet Genel Müdürlüğü terörle mücadele birimlerince düzenlenen raporlarla sabit olan örgüt üyeleri hakkında tayin ettiği disiplin cezaları ve muhalefet şerhleri, sosyal çevre bilgileri ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen bilgi ile belgeler, ilgililer hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın niteliği ve isnat edilen suçlamalar ile gözaltı ve tutuklama kararları, soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının ifade ve sorgu tutanakları, itirafçıların beyanları birlikte dikkate alınarak, ekli listede yer alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının 667 sayılı KHK'nın 3'üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamında FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatlarının olduğu sabit görüldüğünden, adı geçenlerin, 23/7/2016 tarih ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3'üncü maddesi uyarınca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve ayrı ayrı olmak üzere meslekten çıkarılmalarına, 6087 sayılı Kanun'un 33'üncü maddesi uyarınca, kararın tebliğ tarihinden itibaren on gün içerisinde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu nezdinde yeniden inceleme talebinde bulunulabileceğine, ... tarihinde oybirliği ile karar verildi."

14. Bu kararlara karşı ilgililer tarafından ilgili mevzuat uyarınca HSK nezdinde yeniden inceleme talebinde bulunulmuştur. HSK, bahse konu yeniden inceleme taleplerini ilki 29/11/2016 tarihinde olmak üzere farklı tarihli kararlarla sonuçlandırmış ve yeniden inceleme taleplerinin bazı kişiler yönünden reddine, bazı kişiler yönünden kabulüne karar vermiştir.

15. Haklarında meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına(meslekten çıkarma)karar verilen kişiler bu kararların iptaline karar verilmesi talebiyle idari yargıda dava açmıştır. Danıştay ilk olarak bu davalara ilişkin kararlarında, 667 sayılı KHK'nın 3. maddesi uyarınca ilgili yargı mensuplarının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararların adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan olağanüstü tedbir niteliğinde olduğunu, disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan ve yargı denetimine tabi bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezası niteliğinde olmadığını belirtmiştir. Netice itibarıyla bahse konu davalarla ilgili olarak ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülebilecek bir uyuşmazlık bulunmadığından uyuşmazlığın çözümünde idari yargıda genel görevli yargı yeri olan idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varmış, davaların görev yönünden reddi ile dava dosyalarının görevli ve yetkili Ankara idare mahkemelerine gönderilmesine karar vermiştir.

16. OHAL süreci devam ederken 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) 11. maddesi ile haklarında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenlerin kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda dava açabileceklerine ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 11. maddesi ile aynen kanunlaşmıştır.

17. Bundan sonra, daha önce görev yönünden reddine karar verilen dava dosyaları idare veya bölge idare mahkemeleri tarafından Danıştaya gönderilmiş, yeni açılan davalara ilişkin dosyalar da tekemmül ettirilmiştir. Sonuç olarak Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) ilki 17/6/2019 tarihinde olmak üzere bahse konu dosyalarla ilgili olarak işin esasına yönelik kararlar vermiştir. Kararlarda genel olarak şu hususlar tekrarlanmıştır:

i. İlk olarak 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsüne değinilmiş ve bu çerçevede OHAL ilan edildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte 667 sayılı KHK'nın 3. maddesinde FETÖ/PDY ile iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensuplarının meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceğinin düzenlendiği ifade edilmiştir. HSK tarafından ilgili kişilerin bu kapsamda meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verildiği vurgulanmıştır.

ii. HSK tarafından yargı mensuplarının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararlar tesis edilirken ilgililere haklarındaki tespitler bildirilmek suretiyle karşı beyanda bulunma imkânı tanınmadığı dile getirilmiştir. Öte yandan Sözleşme'nin 15. maddesi hükmü uyarınca ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlikeye karşı ivedi şekilde tedbir almak zorunluluğu çerçevesinde durumun gerektirdiği ölçüde kabul edilebilecek nitelikte olan bu hususun yargılama aşamasında haklarındaki tespitler bildirilerek ilgililerin bunlara karşı beyanlarının alınması suretiyle giderilmesinin mümkün olduğu ifade edilmiştir. Bu kapsamda HSK tarafından dava konusu kararların gerekçesi olarak yargılama safahatında dava dosyasına sunulan tüm bilgi ve belgelerin davacılara tebliğ edildiği, bu bilgi ve belgelere karşı etkin şekilde beyanda bulunma imkânının davacılara tanındığı belirtilmiştir.

iii. FETÖ/PDY ile ilgili tespit ve değerlendirmeler aktarıldıktan sonra yargı mensuplarının sadakat yükümlülüğünün memurlardan farklı olarak bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde hukuk devletine ve demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğü olarak ortaya çıktığı, yargı yetkisini kullanan hâkim ve savcıların Anayasa gereği tarafsız ve bağımsız olarak görev yapmalarının, Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermelerinin ve anayasal düzene sadakat göstermelerinin hukuk devletinde demokratik toplum düzeninin korunması açısından büyük önem arz ettiği vurgulanmıştır.

iv. Dava konusu edilen kararların hukuki niteliği ile ilgili olarak ise bu kararların adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan olağanüstü tedbir niteliğinde olduğu belirtilmiştir. Yine anılan kararların ilgililerin FETÖ/PDY ile irtibatı ve iltisakının sabit olduğu gerekçesiyle tesis edildiği, bu kavramlarla cezai sorumluluğu gerektiren üyelik ve mensubiyet kavramlarına nazaran daha az yoğun ve atipik bir bağlantının vurgulandığı belirtilerek bu bağlamda üyelik ve mensubiyet olmasa da bu yapılarla iltisaklı veya irtibatlı olunması hâlinin de anılan tedbirin uygulanabilmesi için yeterli olduğu açıklanmıştır.

v. Netice itibarıyla Daire tarafından verilen kararlarda "Kişiselleştirme ve Delillerin Değerlendirilmesi" başlığı altında davacılar hakkında dava dosyalarına sunulan bilgi ve belgelere ilişkin olarak değerlendirmeler yapılmış, davacıların bu bilgi ve belgelere karşı beyanları da gözönünde bulundurularak bir sonuca varılmıştır.

18. Dairenin bahse konu davalarla ilgili olarak ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği bu kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları hakkında ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından nihai kararlar verilmiştir.

B. Somut Olay Bilgisi

19. 30/4/2007 tarihinde mesleğe başlayan başvurucunun İskenderun'da ağır ceza mahkemesi üyesi olarak görev yapmaktayken FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olduğu gerekçesiyle HSK Genel Kurulunun (Kurul) 24/8/2016 tarihli kararıyla meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun kararın yeniden incelenmesine yönelik talebi ise Kurulun 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

20. Başvurucu, meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin 24/8/2016 tarihli kararın iptaline karar verilmesi talebiyle Dairededava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; FETÖ/PDY'nin hangi tarihte terör örgütü ilan edildiğinin belli olmadığını, işlendiği zaman suç sayılmayan bir fiilden dolayı hakkında ceza verilemeyeceğini belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucu, hakkındaki isnatlardan haberdar edilmeden ve savunması alınmadan meslekten çıkarıldığını dile getirmiştir.

21. Yargılama devam ederken HSK tarafından 21/12/2018 tarihli savunma, dava dosyasına sunulmuştur. Anılan savunmada Demokrasi kod adlı gizli tanığın beyanına yer verilmiştir. Buna göre Demokrasi adlı gizli tanık; bir gün başvurucunun odasına girdiğini, bu esnada başvurucunun mahkeme kâtipleri ile sohbet ettiğini, odaya girdiğinde odadakilerin bundan rahatsız olduğunu hissettiğini, odadakilerden biri olan zabıt kâtibi E.nin de sonrasında FETÖ/PDY ile iltisaklı ve irtibatlı olması nedeniyle ihraç edildiğini dile getirmiştir. Bunun yanında HSK'nın anılan savunmasında başvurucunun HSK müfettişi olarak görev yapmaktayken FETÖ/PDY'nin HSK'da etkinliğinin azalmaya başladığı dönemde müfettişlik görevinden alınarak İskenderun hâkimliğine atandığı belirtilmiştir. Ayrıca Bank Asyada başvurucunun hesabının olduğu, Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından başvurucu hakkında rapor düzenlendiği ifade edilmiştir.

22. Anılan savunma, buna karşı beyanlarını sunması amacıyla Daire tarafından başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu 16/7/2020 tarihli dilekçeyi dava dosyasına sunmuştur. Bahse konu dilekçede başvurucu, Demokrasi kod adlı gizli tanığın ifadesinde geçen zabıt kâtibi E.nin açığa alındıktan bir müddet sonra görevine iade edildiğini ve hâlen görevde olduğunu, kaldı ki anılan beyanın birtakım çıkarımlardan ibaret olduğunu ve delil niteliğinde olmadığını ifade etmiştir. Bununla birlikte HSK'nın belirttiği diğer hususların da FETÖ/PDY ile iltisakına ve irtibatına yönelik delil teşkil etmediğini, bahse konu örgütle bir bağı bulunmadığını dile getirmiştir.

23. Diğer taraftan HSK tarafından dava dosyasına sunulan 28/7/2020 tarihli Danıştay savcı düşüncesine ilişkin görüş yazısında tanık S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanı yer almıştır. Anılanbeyanda S.K. başvurucuyu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıfından beri (1998 yılından beri) tanıdığını, o dönem itibarıyla başvurucunun FETÖ/PDY ile bir alakasının olmadığını fakat bağlantısını gizlemiş olabileceğini dile getirmiştir. Başvurucunun FETÖ/PDY'nin etkin olduğu dönemde HSK Teftiş Kuruluna müfettiş olarak atandığını ifade eden tanık S.K. bundan sonra başvurucuyu telefonla aradığında "Selamün aleyküm." şeklindeki selamına "Merhaba." şeklinde karşılık verdiğini, FETÖ ile bağlantısı olan kişilerin bu şekilde davrandığını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucuyu İskenderun hâkimliğine atandığı dönemde de aradığında ve "Seni de mi o şerefsiz Fetöcüler gibi paralelci Hâkim zannedip İskenderun'a tayinini çıkardılar." söylediğinde başvurucunun "Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunamam. Allah HSK'daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum." dediğini belirtmiştir.

24. Daire 10/12/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiş; kararın gerekçesinin "Davacı Hakkındaki Tanık Beyanları" kısmında, yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan S.K.nın Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucu hakkındaki ceza yargılaması sonucunda verdiği 13/9/2018 tarihli kararındaki ifadesine yer vermiştir. Anılan ifade şöyledir:

" ... Halit İnciroğlu'nu, 1998 yılından beri kazandığım ve kaydımı yaptırdığım İstanbul Hukuk Fakültesi 1. sınıfından itibaren tanırım ... o zaman itibarıyla FETÖ/PDY örgütü ile uzaktan yakından alakası yok idi. (kendisi bu dönemde fetö taktiği olan kamuflaj ve tedbir yaparak asıl kimliğini ve görüşünü bizden gizlemiş olabilir) ... Halit İnciroğlu'nun FETÖ/PDY örgütünün HSYK'ya ve özellikle HSYK Teftiş Kurulu'na tamamen hâkim olduğu bir dönemde müfettiş olarak atanması benim dikkatimi celp etmişti. Halit İnciroğlu; müfettiş olarak atandıktan itibaren kendisinde, konuşmalarında, üniversitede tanıdığımdan farklı davranmaya başladığını fark ettim. Özellikle kendisini telefonla hal hatır sormak için aradığımda veya o beni aradığında, kendisine telefonda 'Selamün Aleyküm' diyerek selam verdiğimde, kendisi bana özellikle müfettiş olduktan sonra, 'Merhaba' diyerek karşılık vermeye başlamıştı ve bu benim çok dikkatimi çekmişti. (Merhaba selamını genellikle Fetöcüler tedbir amacı ile çok sık kullanırlar ve kesinlikle 'Selamün Aleyküm veya Aleyküm Selam' demezler).. Kendisi ile üniversite yıllarında ve müfettiş oluncaya kadar yapmış olduğumuz görüşmelerde vermiş olduğumuz selama kesinlikle 'merhaba' diyerek cevap vermezdi. 'Aleyküm Selam' diyerek cevap verirdi. En son olarak 17-25 Aralık 2013 yılında Fetöcü Hâkim ve Savcılar tarafından yapılan uydurma operasyonlardan sonra özellikle HSYK'daki Fetöcü Hâkim-Savcıların, HSYK'dan uzaklaştırılarak taşraya, farklı yerlere tayinleri yapıldı. Ben de bu dönemde Halit İnciroğlu'nun adını tayin listesinde gördüm ve kendisinin İskenderun'a atandığını fark ettim ve kendisini telefonla arayıp yeni görev yerin hayırlı olsun dedim. Akabinde de ben kendisini daha önceden Fetö ile alakası olmayan bir kişi olarak tanıdığım için, 'Hayırdır, Senin niye tayinin çıktı. Bu tayinler bildiğim kadarıyla HSYK'daki şerefsiz Fetöcü Hâkim ve Savcıları HSYK'dan uzaklaştırmak için yapıldı. Seni de mi o şerefsiz Fetöcüler gibi paralelci Hâkim zannedip İskenderun'a tayinini çıkardılar.' deyince, Halit İnciroğlu bana 'ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK'daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum.' dedi ve bu konuşmada Halit'in tavırları benim çok dikkatimi çekti..."

25. Netice itibarıyla Daire, başvurucunun S.K.nın ifadesinin aleyhine yorumlanamayacağına yönelik beyanına itibar etmemiş; başvurucunun örgüt içinde yer aldığı, örgüt üyelerinin HSK'daki yapılanmasının kırılması amacıyla yapılan atamalarla ilgili olarak örgüt lehine konuştuğu ve diğer hususlara yönelik ifadelerin değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun FETÖ ile süregelen bir ilişki içinde olduğu kanaatine varmıştır.

26. Öte yandan Daire kararının gerekçesinde "Diğer Hususlar" başlığı altında FETÖ/PDY tarafından bu örgütle iltisakı ve irtibatı olan hâkim ve savcıların adaylık dâhil tüm süreçlerde üst görevlere getirilmesi için emsallerine göre daha donanımlı hâle getirilmeye çalışıldığı, örgütün Bakanlıkta ve HSK'da etkin olduğu dönemde de örgüt mensuplarının üst görevlere getirildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun Eskişehir'de ağır ceza mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktayken FETÖ/PDY'nin HSK'da etkin olduğu dönemde 28/3/2012 tarihinde kurul müfettişi olarak atandığı, yargıda FETÖ/PDY'nin etkisinin kırılmasından sonra ise 6/3/2014 tarihinde HSK müfettişliği görevinden alınarak İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine hâkim olarak atamasının yapıldığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun bu hususun delil olarak kabul edilemeyeceğine, bu atamaların hizmet gereğinden kaynaklanan idari tasarruf olduğuna yönelik beyanına itibar edilmediği belirtilerek FETÖ/PDY'nin HSK'da etkin olduğu dönemde HSK müfettişi olarak görevlendirilmesinin -yukarıda yer verilen diğer tespitlerle birlikte değerlendirildiğinde- anılan örgütle iltisakı ve irtibatına yönelik destekleyici bir unsur olduğu sonucuna varılmıştır.

27. Ayrıca Daire, dava konusu edilen kararı temel hak ve özgürlükler bağlamında da değerlendirmiştir. Bu kapsamda başvurucunun meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına ilişkin kararın özel hayata saygı hakkına müdahale teşkil ettiği, bu müdahalenin kanunilik, meşru amaç şartını taşımanın yanında demokratik bir toplum düzeni açısından gerekli ve ölçülü olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Anayasa'nın 15. maddesi bağlamında da müdahalenin OHAL koşullarının gerektirdiği ölçüde olduğu vurgulanmıştır.

28. Başvurucu, Daire kararına karşı İDDK'ya temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu, A.M.H. Vakfının gözetimi altında üniversite öğrencilerine hizmet maksadıyla açılan, İstanbul'un Fatih ilçesinde, Horhor Caddesi'nde bulunan evi bir yıl süreyle S.K.yla paylaştığını, S.K.nın beyanlarının suizan ve yorum içeren subjektif açıklamalar olduğunu belirtmiştir. FETÖ/PDY ile herhangi bir bağı olmadığını vurgulayan başvurucu, S.K.nın beyanında geçen konuşmayı dahi hatırlamadığını, iddia edilen "Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK'daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum." şeklindeki ifadesinin o dönem taşraya atanan bazı kişilerin hâlen görevde olduğu da gözönüne alındığında FETÖ/PDY lehine bir konuşma olarak anlaşılamayacağını ifade etmiştir. Öte yandan lehine olan tanık ifadelerinin Daire tarafından değerlendirilmediğini, bu bağlamda ağır ceza mahkemesi başkanı olarak görev yapan M.Y.nin ve K.A.Ş.nin kendisinin bu yapı ile ilgisi olmadığına yönelik ifadelerinin dikkate alınmadığını vurgulamış; lehe olan bu beyanların da etkisiyle ceza yargılamasında beraat ettiğini ifade etmiştir.

29. Diğer taraftan başvurucu, HSK müfettişliğine atanması konusunda da temyiz dilekçesinde birtakım hususlardan bahsetmiştir. Öncelikle çocukluğundan itibaren başka bir camianın içinde yer aldığını, FETÖ/PDY ile hiçbir zaman ilişkisi olmadığını dile getirmiştir. Bununla birlikte HSK müfettişliğine atanmayı, o dönem kalp rahatsızlığı olan oğlunun tedavisi için talep ettiğini fakat atandıktan kısa bir süre sonra oğlunun vefat ettiğini belirtmiştir. İdarenin kendi tasarrufu ile ortaya koyduğu bir işlemi başka bir işleme dayanak aldığını, bu hususun iltisak ve irtibatına delil teşkil edemeyeceğini, böyle bir kabulün aynı dönemde nitelikli görevlere atanan herkesi zan altında bırakacağını ifade etmiştir.

30. Ayrıca başvurucu; temyiz dilekçesinde hakkında verilen karar ve yürütülen yargılamanın ölçüsüz ve mesnetsiz olduğunu, kamuda veya özel sektörde iş yapamaz hâle geldiğini, diğer insanlar tarafından terörist olarak yaftalandığını, hayatının sonuna kadar bir daha olağan ve sağlıklı bir ilişki kurmasının önüne geçildiğini belirterek adil yargılanma hakkının, özel hayata saygı hakkının ve diğer bazı anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. HSK tarafından temyiz dilekçesine karşı sunulan savunmada ise Daire kararında herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı, başvurucunun temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaların hukuki dayanaktan yoksun olduğu belirtilmiştir.

32. Sonuç olarak İDDK 8/3/2023 tarihinde Daire kararının usule ve hukuka uygun olduğu, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddiaların kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle temyiz başvurusunun reddine ve Daire kararının onanmasına karar vermiştir.

33. Başvurucu, nihai kararı 18/4/2023 tarihinde öğrenmiştir.

34. Öte yandan başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen yargılama sonucunda Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 13/9/2018 tarihinde şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği, bu şekilde yüklenen suçu başvurucunun işlediğinin sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Bu karar 11/10/2018 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurulmadan kesinleşmiştir.

35. Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararında başvurucunun ByLock aboneliği ile FETÖ/PDY ile irtibatlı veya iltisaklı dernek ve sendikalara üyelik kaydı olmadığı, gizli tanık Demokrasi'nin beyanında başvurucunun örgüt faaliyeti kapsamında bir eyleminden bahsetmediği, dinlenen diğer tanıkların da başvurucunun örgüt faaliyeti olarak değerlendirilebilecek bir eylemini görmediklerini beyan ettiği belirtilmiştir. Bununla yanında MASAK raporunda başvurucunun aleyhine değerlendirilecek bir hususun bulunmadığı, Bank Asyadaki hesabın talimat öncesi dönemde açılmış olması, herhangi bir bankacılık işleminin yapılmaması ve hesabında dikkat çekici işlemlere rastlanmaması hususları nazara alındığında başvurucunun Bankanın mevduatını artırmasından ya da talimat doğrultusunda para yatırdığından bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir.

36. Öte yandan Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararında yargı mensubu olarak görev yapan M.Y. ve K.A.Ş.nin başvurucu hakkındaki beyanları da yer almaktadır.

i. M.Y.nin beyanı şöyledir:

"Sanığı 2002 yılından itibaren tanırım. O tarihte ben Kahramanmaraş'ta serbest avukat olarak çalışmaya başlamıştım. Sanık da 2002 yılında avukatlık stajına başlamıştı. Yaklaşık 2 ya da 3 ay kadar yanımda çalıştı. Daha sonra askere gitti. Askerden geldikten sonra bürosunu açarak kısa bir süre avukatlık yaptı. Zannedersem 2005 yılında hâkimlik sınavını kazandı. İlk atama yeri Elazığ Sivrice'dir. Sanık bildiğim kadarıyla ortaokul imam hatip mezunudur. Liseyi fen lisesinde okuduğunu bana söylemişti. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmış, üniversite hayatı boyunca bildiğim kadarıyla Fetönün evlerinde ya da yurtlarında kalmamış. Hatta kendisi [E.] Cemaati olarak bilinen tasavvufi bir grupta kalmıştı. Bu grup ile irtibatı avukatlık yaptığı süre boyunca da devam ediyordu. Hâkimliğe atandıktan sonra irtibatımız kısmen kesildi. Ancak şu anda Kırşehir başsavcılığı görevini yürüten [A.K.Ş.] ile beraber çalışmışlar. [K.] bey ile ben de Finike'de beraber çalıştık. [K.] bey sanıktan bahsederken Fetöden sanığın da mağdur olduğundan bahsetmişti. Yine [K.] bey ile beraber çalıştıkları dönemde bir tek açıktan cuma namazına giden, yani tedbir uygulamayan kişinin sanık olduğundan [K.] bey bahsetmişti. [K.] bey ile aramızda geçen konuşmalarda o zamanki tavırlarını Fetöcülerin klasik tavırlarından farklı olduğu şeklinde konuşuyorduk. Sanığın 2. tayin yeri Eskişehir taraflarında bir yer idi. Şu an için hatırlayamıyorum. Burada çocuğunun hastalığı nedeniyle Ankara'ya gelmek istiyordu. Bu nedenle HSYK müfettişliğine başvurmuş. Ben bunu kendisinden müfettiş olduğu zaman duymuştum. HSYK müfettişliğine atanmış. Bu aşamadan sonra ne yaptığı konusunda bilgi sahibi değilim. Ancak yukarıda da değindiğim gibi evvelden beri [E.] Cemaati olarak bilinen tasavvufi grup ile bağlantısı vardı. Daha ayrıntılı bilgi için Kahramanmaraş müftülüğünde çalışan [Ö.F.Ş.] ve [A.D.]den bilgi alınabilir. Benim olaya ilişkin bilgim ve görgüm bundan ibarettir."

ii. K.A.Ş.nin beyanı şöyledir:

"Halit İNCİROĞLU ile 2007-2010 yılları arasında Elazığ ilinin Sivrice ilçesinde birlikte çalıştık. Bildiğim kadarıyla kendisi imam hatip mezunu idi. Adliyemizde FETÖ terör örgütü mensubu olduğunu bildiğim bir takım kişiler o dönemde bulunuyordu. FETÖ terör örgütü mensubu olmadığını düşündüğüm kişilerden biride Halit İNCİROĞLU'dur. Düşünmeme sebep olarak da kendisi ile çalıştığımız 3 yıl boyunca Cuma namazına benimle beraber gidiyordu. Mesleğimizde olan bu örgüt mensupları özellikle o dönem içerisinde cuma namazlarına gitmekten, din ile alakalı görünmekten imtina ederlerdi. Ben o yüzden kendisinin örgüt mensubu olduğunu düşünmemiştim. Görev yaptığımız süre sonrasında zaman zaman bayramlarda ve özel günlerde mesajlaştık ve görüştük. Halit'in HSYK seçim dönemlerinde benimle bir görüşmesi olmadı. Herhangi bir Fetö üyesi için oy istemedi. O dönemlerde hatırladığım kadarıyla hiç görüşmedik. 17-25 Aralık sonrası dönemdeki görüşmelerimiz daha da azaldı. Bunun sebebi de çalıştığımız dönemin üzerinden çok zamanın geçmiş olmasıdır diye değerlendiriyorum. Kendisiyle ilgili diyebileceklerim bundan ibarettir."

37. Öte yandan UYAP kayıtlarına göre başvurucunun 4/2/2012 tarihinde doğan oğlu M.E.İ. 1/4/2012 tarihinde vefat etmiştir. Bununla birlikte başvurucu, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde görev yapmaktayken 28/3/2012 tarihli onayla HSK müfettişi olarak atanmış; göreve 30/4/2012 tarihinde başlamıştır. Başvurucu 6/3/2014 tarihinde ise İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine atanmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

38. Anayasa'nın "III. Hâkimler ve Savcılar Kurulu" başlıklı, 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanun'un 22. maddesiyle değiştirilen 159. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hâkimler ve Savcılar Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

...

Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; ..."

39. 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun "Hakimlik ve savcılık görevlerinin sona ermesi" başlıklı 53. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hakim ve savcıların:

a) Bu Kanun hükümlerine göre meslekten çıkarılmaları veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilmesi,

...

Hallerinde görevleri sona erer."

40. 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nun "Kurulun görevleri" başlıklı 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Kurulun görevleri şunlardır:

...

b) Hâkim ve savcılarla ilgili olarak;

...

6) Meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme,

7) Disiplin cezası verme,

...

işlemlerini yapmak."

41. 6087 sayılı Kanun'un "Yeniden inceleme, itiraz ve yargı yolu" başlıklı 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Genel Kurulun ilk defa aldığı kararlara karşı, Başkan veya ilgililer, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde bulunabilir; yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararlar kesindir.

...

 (5) Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabilir; diğer kararları yargı denetimi dışındadır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davaları ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Bu davalar, acele işlerden sayılır."

42. 667 sayılı KHK'nın "Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler" başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Terör örgütlerine veya ... Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ... iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ... meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir..."

43. Bahse konu düzenleme 6749 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla aynen kabul edilmiştir.

44. Anılan maddenin gerekçesi şöyledir:

"Anayasanın 139 uncu maddesinde hâkimlik ve savcılık teminatı düzenlenerek azlolunamayacakları hükme bağlanmış ise de, aynı maddede meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklı tutulmuştur. Benzer düzenleme 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 44 üncü maddesinde de yer almaktadır. 15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve kalkışmanın sorumlusu olan FETÖ/PDY ile bağlantılı yargı mensuplarının görevde tutulmaları en başta yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkeleriyle bağdaşmamaktadır. Anayasanın 138 inci maddesine göre Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm verme ödevi altındaki yargı mensuplarının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesiyle hiçbir biçimde bağdaşmayacak yapılanmaların içine girmesi, örgüt hiyerarşisi içinde ve ideolojik bağlılık duygularıyla hareket etmesi en başta yargının saygınlığı ve güvenilirliğine zarar vermektedir. Devlet organizasyonu dışındaki başka bir hiyerarşik yapının talimatlarına boyun eğen yargı mensuplarının varlığı, vatandaşların yine Anayasanın teminatı altındaki adil yargılanma hakkı önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Bu nedenlerle, belirtilen türde irtibatları değerlendirilen yargı mensuplarının meslekte kalmalarının doğuracağı sakıncaları gidermek amacıyla, Anayasanın 139 uncu maddesinin ikinci fıkrasında tanınan takdir hakkı da gözetilerek bu düzenleme yapılmaktadır."

45. 6749 sayılı Kanun'un 3. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler hakkında da 4 üncü maddenin ikinci fıkrası hükümleri uygulanır..."

46. 6749 sayılı Kanun'un 4. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Birinci fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; görevinden çıkarılanların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bu fıkrada sayılan görevleri yürütmekle birlikte kamu görevlisi sıfatını taşımayanlar hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır."

47. 685 sayılı KHK'nın "Yargı denetimi" başlıklı 11. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya dava açabilir."

48. 685 sayılı KHK'nın "Geçiş hükümleri" başlıklı geçici 1. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 6749 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren altmış gün içinde 11 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan hükümlere göre dava açabilir. Bu kapsamda idare mahkemelerinde derdest olan davalar Danıştaya gönderilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce açılmış olup da karar verilen dosyalarda da bu fıkra hükümleri uygulanır."

49. Bahse konu düzenlemeler 7075 sayılı Kanun'un 11. ve geçici 1. maddeleri ile aynen kabul edilmiştir.

2. İlgili Yargı Kararları

a. FETÖ/PDY'nin Yapısına İlişkin Kararlar

50. (Kapatılan) Yargıtay 16. Ceza Dairesinin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen 24/4/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; 'Altın Nesil' adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.

İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü 'gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek' üzerine kuruludur.

Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksi ile hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensupları ile devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hâle getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri Fethullah Gülen tarafından;

'Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!'

'Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.'

'Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.'

'Yani siz hâkim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım...'

'Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır ... bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım ... sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.'

'Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız...'

'Bir gün bana Ankara'da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.' şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir."

51. Anılan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında yer alan FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanması ile ilgili diğer hususlar için bkz. Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 63.

52. Dairenin İDDK'nın 26/1/2022 tarihli ve E.2020/1197, K.2022/146 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen 17/6/2019 tarihli ve E.2016/58146, K.2019/4158 sayılı kararında "FETÖ'ye İlişkin Tespit ve Değerlendirmeler" başlığı altında şu hususlara yer verilmiştir:

"...

Öte yandan Dairemizde derdest olan dava dosyalarında yukarıda belirtilen tespitleri destekler mahiyette, FETÖ'nün niteliğine ilişkin aşağıdaki beyanların yer aldığı görülmüştür:

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ü.ye ait Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 21/10/2016 tarihli ek sorgulama tutanağı: '…Şunu söylemem gerekiyor ki cemaat farklı sınav evlerinde kalan şahısları birbiriyle tanıştırmaz. …Bu yapı sizi asla boşta bırakmaz, yani üniversiteden mezun olduğunuzda sınav çalışma eviniz hazırdır, sınavı kazanınca mülakat referans listeniz hazırdır, bunların her aşamasından sorumlu olan kişiler vardır. …Kural olarak bu yapı gizlilik üzerine kurulu olduğundan bir evde kalan diğer evde kalan kişileri tanımazdı. Ama biz bazen tanıştığımızda kimin bizden olduğunu hissediyor ve anlıyorduk. Biz staja başladıktan sonra bize yavaş yavaş tedbire riayet etmemiz hususu anlatılmaya başlandı. …bu yapıda ciddi bir hiyerarşi söz konusuydu. Ben maaşımın bekarken %15’ini, evlendikten sonra ise %10’unu cemaate himmet olarak verdim. …Evde kalan kişi sadece ev abisini tanır. Kıdemsiz birinin üst abileri tanıma şansı yoktur. Staj esnasında bize namazınızı gizli kılın gerekirse zorunlu hâllerde namazlarınızı cem edin diyorlardı. Ramazan orucunuzu tutun ancak gerekirse oruç tutmuyormuş gibi davranın diyorlardı. Bunun haricinde önemli bir husus da bize evliliğin faziletleri anlatılıyordu. …Evlilikten sorumlu abi, evlendirmeyi düşündüğü erkeğe gelerek erkekten bir vesikalık fotoğraf ve bir CV ister, devamında bu CV’yi ve fotoğrafı bir havuza atardı. Aynı işlemi bayanlar için de yapıyorlardı. Devamında evlilikten sorumlu abi kendince uygun gördüğü eş adaylarını birbirleriyle tanıştırıyordu.'

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan A.A.ya ait Kilis Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce düzenlenen 23/6/2017 tarihli şüpheli ifade tutanağı: '17-25 Aralık süreci sonrası örgütün sivil imamı Erdal kod adlı şahsın katıldığı …bir toplantıda sivil imam adlicilere hitaben ‘elinizde ...siyasal iktidara ilişkin yolsuzluk ihale usulsüzlüğü vs. gibi ses getirecek dosya varsa, bu tarz ses getirecek dosyaları bekletmeyin, hemen davasını açın.’ dedi. …Örgüt mensuplarının deşifre olmasını önlemek için tedbir ya da ruhsat diye tabir edilen yöntemler uygulanmaktaydı. Bu kapsamda örneğin; cuma namazına gitmememiz, adliyede namazları ima ile (göz ile) kılmamız, eğer mümkünse namaz vakti yetişiyorsa namazları cem ederek (birleştirerek) evde kılmamız, ramazan ayında eğer belli olacaksa oruç tutmamamız ve gerektiğinde alkol almamız talimatlandırılmıştı. …Bizim mezuniyet balomuzda, o dönemki yargı bürokrasisinin hassasiyeti de gözetilerek protokol masalarından görülecek açıdaki ön sıra masalara hep örgüt üyeleri oturtulmuş ve bunlara alkol almaları talimatlandırılmıştı diye biliyorum … Seçim [2014 tarihli HSYK seçimi] süreciyle ilgili son olarak belirtmek istediğim, örgütün ByLock üzerinden birbirleriyle haberleşerek Facebook'taki hâkim-savcı gruplarında ya da adalet.org'da organize bir şekilde hareket ederek bağımsız aday tanıtımlarının altına adayı övücü, parlatıcı, adayı ön plana çıkartıcı yorumlar yapılmasının sağlanmasıydı. Buna örnek olarak bir olay anlatayım; R.Ş. mahkemede yanıma gelip bana telefonundaki ByLock mesajını okuttu. Yazının içeriğinde; Tüm arkadaşların dikkatine, şu gün şu saatte Facebook'taki hâkim savcı gruplarında ve adalet.org'da ‘[İ.Ç.] Gerçeği’ isimli bir paylaşım yapılacaktır. Paylaşımın altına bağımsız aday [İ.Ç.]yi övücü yorumlar yapıp destekleyelim …Görüldüğü üzere örgüt sosyal medyada organize bir şekilde hareket ederek seçimde başarılı olmayı amaçlamıştır. ...FETÖ yargı mensuplarını T1, T2, T3, T4, T5 üst başlığı/tasnifi adı altında grup grup, hücre tipi yapılandırılmıştır. T3'teki bir kişinin ekstra bir tanışıklık yoksa diğerlerini bilmesi mümkün olmadığı gibi, yine T3 altında yer alan grupların da birbirini tanımaması genel kuraldır. Tedbir denilen gizlilik kurallarına riayet edilerek bu gizliliğin sağlanması amaçlanmıştır. Ama özellikle Ankara'da staj döneminde bu gizliliği sağlayamadılar. Birçok farklı gruba mensup kişi birbirlerini bir şekilde tanıdı veya başkasından duymak suretiyle öğrendi. Ancak tedbire son derece riayet edenler kendilerini gizleyebilmiştir.'

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan M.Ö.ye ait Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18/10/2016 tarihli sorgulama tutanağı: 'Taşra yapılanmasında o dönemki adı ile cemaatin bu yapılanması profesyonel olarak yürütülüyordu. 2002 yılından itibaren taşra yapılanması kendi içerisinde T1, T2, T3, T4, T5 şeklinde bölümlere ayrılmıştı. ('T'taşra anlamına gelen yapılanmayı simgelerdi). T1 grubu 39 bin sicilden daha önce gelenlerdi. T2 grubu 39 bin, 42 bin sicillileri, T3 grubu92 bin 109 bin arası sicillileri, T4 grubu daha sonraki sicillileri, T5 grubu 125 bin ve sonraki sicillileri ifade ederdi.'

Sonuç olarak FETÖ'nün, yıllar itibarıyla takiye (olduğundan farklı görünme) esasına dayanan uzun vadeli bir projenin aşamalarını izleyerek kurduğu strateji doğrultusunda, kamu kurumlarında ve yargı organlarında demokratik devlet düzeninden ayrıksı ve ona paralel şekilde teşkilatlanmak suretiyle ülkenin bağımsızlığını, bütünlüğünü ve demokratik hukuk devletini tehdit edici, anayasal düzene sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlar gösteren bir yapılanma hâline geldiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu yapılanma tarafından 15 Temmuz 2016 gecesi anayasal düzene, demokratik kurumlara ve bizatihi Türk Milletine karşı darbe teşebbüsünde bulunulmuştur.

Darbe teşebbüsünün bertaraf edilmesini takip eden günlerde, söz konusu kalkışmaya dâhil olan kişilerin telefon konuşmaları ve mesajları ortaya çıkmıştır. Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri (B. No: 2016/22169, 20/6/2017) kararında da yer alan, darbe teşebbüsünün şüphelilerinden olan Komiser Yardımcısı E.G.nin telefonunda bulunan mesajlar bunlara örnek teşkil etmektedir. E.G.nin telefonunda, 'önemli, durum kötü, çok acil duyuru. tüm il ve ilçe imamlarını, abilere, ablalara, kurum imamlarına iletin, tüm hizmet mensupları darbeyi şiddetle kınayan açıklama yapsın, meydanlara inip kendisini kamufle etsin, resim çekilip sosyal medyada yayınlasın, demokrasi, seçilmiş irade falan desinler, ama fazla da asla muhterem hoca efendinin adı geçmesin açıklamalarda, hepimizi alabilirler, herkes -darbeden haberim yok TV'de gördüm ilk kez- desin, asla hükümete ve Tayyibe karşı olumsuz bir paylaşım yapmayın, bu gurubu kapatıyorum şimdi.' şeklinde mesajların bulunduğu tespit edilmiştir."

b. Danıştay Kararları

53. Dairenin İDDK'nın 18/12/2024 tarihli ve E.2023/2770, K.2024/3428 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen 17/5/2023 tarihli ve E.2018/2699, K.2023/6311 sayılı iptal kararında "a) Davacı Hakkındaki Tanık Beyanları" başlığı altında şu hususlara yer verilmiştir:

"a-1) T.D. İsimli Şahsın Beyanı Yönünden:

Davacı hakkındaki tanık beyanı şu şekildedir:

'Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan T.D.'ye ait, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 4/8/2016 tarihli ek sorgulama tutanağı; '...Ben 15 gündür Malatya E Tipi Kapalı Cezaevi'nde tutuklu olarak bulunuyorum. Cezaevinde hâkim ve savcılar olarak aynı koğuştayız. Benim gibi tutuklu olan Malatya Cumhuriyet Savcısı [S. C.] etkin pişmanlıkta bulunacağımı öğrenince bana 'abi eşin ne dediyse onu söyle kurtul' dedi. Söylem tarzından eşimin ifadesinden daha fazlasını anlatmamam gerektiğini ima ettiğini anladım. Kanaatime göre [S.C.]de cemaat mensubudur, ancak ben kendisini tanımadığım için bu konuda net bir belirlemede bulunamıyorum. Çünkü daha önce kendisiyle bir dialoğum ve onu görmüşlüğüm söz konusu olmamıştır...'

...

Yukarıda yer verilen tanık ifadesi incelendiğinde; T.D. isimli tanığın beyanında, davacı [S.C.] ile aynı cezaevinde kaldığı, bu esnada etkin pişmanlıkta bulunacağını öğrenen davacı tarafından kendisine 'eşin ne dediyse anlat kurtul' şeklinde beyanlarda bulunulduğu, söylem tarzından da davacının eşinin ifadesinden fazlasını anlatmaması gerektiğini ima ettiğini anladığı ve kanaatine göre davacının cemaat (örgüt) mensubu olduğu, ancak kendisini tanımadığından, daha önce bir diyaloğu ve görmüşlüğü söz konusu olmadığından bu konuda net bir belirlemede bulunamadığı hususlarına yer verildiği görülmüştür.

Netice itibarıyla, T.D. isimli tanığın ifadesinin, davacının örgüt içerisinde yer aldığına ilişkin somut bir veriye dayanmaması, yalnızca tahmin ve kanaate dayalı olması nedeniyle, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakını ortaya koyan bir delil olarak değerlendirilmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

a-2) Ş.Ş. İsimli Şahsın Beyanı Yönünden:

Davacı hakkındaki tanık beyanı şu şekildedir:

'Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan Ş.Ş.'ye ait, Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/8/2016 tarihli sorgulama tutanağı; '...Malatya da görev yaptığım dönemde bir dönem geçici yetki ile Arapgir ilçesinden Malatya adliyesine gelip çalışan 10... sicil numaralı Cumhuriyet Savcısı Y.B., Malatya Cumhuriyet Savcısı H.A., Malatya Cumhuriyet Savcısı U.K., Malatya Cumhuriyet Savcısı S.C., Malatya Vergi Mahkemesi Hâkimi B.K.'nın Gülen Cemaatine mensup kişilerden oldukları hususlarında şüphelerim vardı. Yani bunların cemaatten olduklarını düşünüyordum. Bu düşünceye genel tavır ve davranışlar ile söylemlerden ulaştığımı söyleyebilirim; ancak kendilerini cemaate hasren yapılan herhangi bir cemaat toplantısında bizzat görmüş değilim. Kendilerinin cemaatten olup olmadıklarını kesin olarak bilmemem normaldir. Zira cemaat yapılanmasında genellikle görüşülen kişiler gizlilik kuralına riayet edilerek ifşa edilmemelerini sağlamak için sayısal olarak dar tutulurdu...'

...

Yukarıda yer verilen tanık ifadesi incelendiğinde; Ş.Ş. isimli tanığın beyanında, davacının [S.C.] cemaat (örgüt) mensubu olduğunu düşündüğü, bu konuda şüpheleri olduğu, bunu genel tavır ve davranışlarından çıkardığı, ancak herhangi bir örgüt toplantısında davacıyı görmediği, kesin olarak örgüt mensubu olup olmadığını bilmediği hususlarına yer verildiği görülmüştür.

Netice itibarıyla, Ş.Ş. isimli tanığın ifadesinin, davacının örgüt içerisinde yer aldığına ilişkin somut bir veriye dayanmaması, yalnızca kişisel kanaat ve tahmine dayalı olması nedeniyle, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakını ortaya koyan bir delil olarak değerlendirilmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

a-2) İ.F.Y. İsimli Şahsın Beyanı Yönünden:

Davacı hakkındaki tanık beyanı şu şekildedir:

'Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan İ.F.Y.'ye ait, İstanbul 6. Sulh Ceza Hâkimliğince düzenlenen 9/10/2017 tarih ve Sorgu No:2017/597 sayılı ifade sorgu zaptında; '...2014 HSYK Seçimleri döneminde Bitlis Hizan'da görev yapıyordum, o zaman bağımsızlara oy vermem için Savcı S.C. beni aradı, kendisi Malatya'da görev yapıyordu, bana bağımsızların içinden birkaç isim söyleyerek akademideki görevli A.N.G. ve O.G. için oy istemişti, oy istemekten ziyade bunlar iyi kişiler, haberin olsun gibi şeyler söyledi, yargıda birlik adaylarından herhangi bir adayı kötülemedi, Patnos hâkimi M.E.Ö. de beni aradı, açıkça bağımsız adaylara oy istedi, ben her ikisine de yargıda birlik adaylarına oy vereceğimi söyledim, gerçekte bağımsız olmadıklarını söyledim...'

...

Öte yandan, İ.F.Y. isimli aynı şahsın, davacının yargılandığı Gaziantep 8. Ağır Caza Mahkemesinin E:2017/353 sayılı dosyasında yapılan 10/7/2018 tarihli duruşmada SEGBİS sistemi vasıtasıyla alınan beyanında şu ifadelere yer verdiği görülmüştür: '...HSYK seçimlerinden önceki bir dönemde sanık (davacı) beni aradı, kendisiyle konuştuk, benim hâlimi hatrımı sordu, bende hâlini hatrını sordum, beni düğüne davet etti, bende geleceğimi söyledim, onun dışında bir görüşme geçmedi, seçimler hususunda bir konuşmamız geçmedi, HSYK seçimleri ile ilgili aramızda hiçbir konuşma olmadı.

Önceki beyanı okundu, çelişki nedeniyle soruldu: ben daha önce de söyledim, Hâkim bey bana seni arayan oldu mu diye sorgum sırasında soruldu, ben [S.C.nin] aradığını söyledim ancak oy istediği gibi birsey söylemedim, neden bu şekilde zapta yazıldı bilmiyorum, ancak ben kesinlikle bağımsız adaylar için oy istedi şeklinde beyanda bulunmadım, beyanımın o kısmını kabul etmiyorum, zaten oradan da anlaşılacağı üzere O.G. diye birisinden bahsedilmiş zaten öyle bir adayda yoktu, buradan da bir çelişki olduğu anlaşılıyor...'

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan İ.F.Y. isimli şahsın yukarıda yer verilen ifadeleri incelendiğinde; İstanbul 6. Sulh Ceza Mahkemesince düzenlenen 9/10/2017 tarihli sorgu zaptında, davacının [S.C.] 2014 yılı HSK seçimleri döneminde örgütün sözde 'bağımsız' adaylarına oy vermesi için kendisini aradığını, bağımsız adaylardan birkaç isim söyleyerek A.N.G. ve O.G. isimli adaylar için oy istediğini beyan ettiği, aynı tanığın davacının yargılandığı Ceza Mahkemesinde yapılan 10/7/2018 tarihli duruşmada alınan ifadesinde ise, davacının 2014 yılı HSK seçimleri döneminde kendisini aradığını, ancak aralarında seçimler ile ilgili herhangi bir konuşma geçmediğini, davacının hâl hatır sorarak kendisini düğününe davet ettiğini, daha önce yapılan sorgu esnasında davacının kendisini aradığını ancak bağımsız adaylar için oy istedi şeklinde bir beyanının bulunmadığını, neden bu şekilde zapta yazıldığını bilmediğini, ifadesinin o kısmını kabul etmediğini, burada bir çelişki olduğunu beyan ettiği görülmüştür.

Netice itibarıyla, İ.F.Y. isimli tanığın davacının yargılandığı ceza yargılamasında 10/7/2018 tarihli duruşmada alınan ve davacının 2014 yılı HSK seçimleri döneminden önceki bir zamanda kendisini arayarak hâl hatır sorduğunu ve düğününe davet ettiğini, örgütün sözde bağımsız adayları lehine oy istemediğini, aralarında bu yönde bir konuşma geçmediğini, ayrıca 9/10/2017 tarihli sorgu ifadesinde davacının bağımsız adaylar için oy istediğini beyan ettiği şeklinde düzenlenen kısmını kabul etmediğini belirten ifadesi de göz önüne alındığında, adı geçen tanığın davalı idare tarafından ileri sürülen 9/10/2017 tarihli sorgu zaptında yer alan beyanları, davacının 2014 yılı HSK seçimleri döneminde örgütün sözde 'bağımsız' adaylarını desteklediği yönünde somut bir veriye dayanmaması ve daha sonra verdiği ifade ile birbirini doğrulamaması nedeniyle, davacının örgüt ile irtibat ve iltisakını ortaya koyan bir delil olarak değerlendirilmemiştir."

54. Dairenin İDDK'nın 3/2/2025 tarihli ve E.2023/3021, K.2025/182 sayılı kararıyla onanarak kesinleşen 15/6/2023 tarihli ve E.2017/3907, K.2023/9052 sayılı iptal kararında "b) Davacı Hakkındaki Tanık Beyanı" başlığı altında şu hususlara yer verilmiştir:

"Yargı mensubu olan ve ifadesine başvurulan Y.C. isimli şahsa ait, HSK Müfettişince düzenlenen 29/3/2018 tarihli tanık ifade tutanağında şu ifadelere yer verilmiştir: '...Kocaeli Cumhuriyet Savcısı iken görevden ihraç edilen Cumhuriyet Savcısı [M.A.E.] ile bir samimiyetim yoktur. Kendisi ile aynı Mahkemede görev yapmadık. Bildiğim kadarıyla ailesi Kocaeli ilinde ikamet ettiğinden onlarla birlikte kalıyordu. Evlenmemiş bir meslektaşımızdı. Çok sık yurt dışı seyahati yaptığı için arkadaşlarla sohbet sırasında 'acaba yurt dışındaki FETÖ yurtlarında mı kalıyor, bu şekilde bedavaya getiriyor' dediğimde meslektaşlar hiç evlenmediğini, parasının gezilere rahatlıkla yetebileceğini söylediler. Adliye içerisinde FETÖ'ye yakın bilinen savcılarla daha samimi gördüğüm için kendisinden biraz şüphelenmiştim. Ancak meslekten atıldıktan sonra adını hatırlayamadığım bir meslektaşımız Savcı [M.A.E.nin] 8 kardeşinin hiçbirisinde FETÖ iltisakının tespit edilemediğini, kendisinin de öğrencilik yıllarında H. Vakfı tabir edilen oluşuma yakın olduğunu söyledi...'

Davalı Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından, Y.C. isimli şahsın yukarıda yer verilen beyanlarının, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve/veya iltisaklı olduğunu gösterir delil niteliğinde olduğu ileri sürülmüştür.

Davacı tarafından; tanığın beyanının kişisel yorumdan ibaret olduğu, somut verilere dayalı beyanda bulunmadığı, tanığın ifadesinde belirttiği "daha samimi" şeklindeki ibarenin ceza ve disiplin hukuku açısından hiçbir anlam taşımadığı beyan edilmiştir.

Yukarıda yer verilen tanık ifadelerinde; davacı [M.A.E.] ile bir samimiyetinin olmadığı, çok sık yurt dışı seyahati yaptığı için bir sohbet sırasında arkadaşlarına 'acaba yurt dışındaki FETÖ yurtlarında mı kalıyor, bu şekilde bedavaya getiriyor' dediğinde arkadaşlarının kendisine davacının hiç evlenmediğini, parasının gezilere rahatlıkla yetebileceğini söylediği, Adliye içerisinde FETÖ'ye yakın savcılarla daha samimi gördüğü için kendisinden biraz şüphelendiği ancak meslekten çıkarıldıktan sonra adını hatırlayamadığı bir arkadaşının davacının sekiz kardeşinin hiçbirinde FETÖ iltisakının tespit edilemediği, davacının da öğrencilik yıllarında H. Vakfı diye tabir edilen oluşuma yakın olduğunu söylediği belirtilmiş ise de, anılan tanık ifadelerinde davacının örgütle bağlantısına yönelik somut herhangi bir ifadeye yer verilmediği görülmektedir.

Netice itibarıyla, davacının FETÖ/PDY terör örgütüyle irtibat ve iltisakına yönelik somut herhangi bir bilgi içermeyen söz konusu tanık beyanlarının, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatını ve/veya iltisakını ortaya koyan deliller olarak değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır."

55. Dairenin 28/11/2023 tarihli ve E.2017/5808, K.2023/17455 sayılı iptal kararında "d) Davacı Hakkındaki Tanık Beyanları" ve "e) Unvanlı Görev" başlığı altında şu hususlara yer verilmiştir:

"d) Davacı Hakkındaki Tanık Beyanları

d-1) Davacı hakkındaifade veren B.E. isimli şahsın beyanı yönünden;

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan B.E.'ye ait, 2016/104109 sayılı soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 2/12/2016 tarihli tanık ifade tutanağında şu ifadelere yer verilmiştir: '...Danıştay’a baktığımızda da tablonun benzer durumda olduğunu görebiliriz. Yine Danıştay'da cemaatçi üyelerin o zaman sabit kurul hâlinde çalışan İdari Dava Dairelerinde 7 üye, 1. Dairede 1 üye, 2. Dairede 3 üye, 3. Dairede (kökeni itibarıyla cemaatçi olmamakla beraber Danıştay'a geldikten sonra bu arkadaşların kontrolüne giren [H.K.]’yı bunlardan sayarsak) 1 üye, 4. Dairede 3 üye, 5. Dairede 4 üye, 6. Dairede 3 üye (yine kökeni itibarıyla bu yapıdan olmamakla beraber Danıştay'a seçilme aşamasında irtibata geçerek, Danıştay'a geldikten sonra bunlarla birlikte hareket eden R.U.'yu da bunlardan sayarsak) 4 üye, 7. Dairede 1 üye, 8. Dairede 5 üye, 9. Dairede 1 üye, 10. Dairede 2 üye, 11. Dairede 1 üye, 12. ve 13. Dairede 3'er üye, 14. Dairede 4 üye, 15. Dairede 3 üye şeklinde olduğunu görmekteyiz, .....Danıştay üyeleri; Ş.I., İ.A., H.Ç., V.B., M.Ç., O.B., F.C., G.T.T., ....., H.T., İ.G., A.E, ......, Y.Ç., S.K., H.Y. olmak üzere 44 kişi. Bu üyelere ilave olarak geçmiş kökenleri itibarıyla bu cemaatle bağlantıları olmamasına rağmen R.E., [H.K.] ve M.K. isimli arkadaşların ise Danıştay'a geldikten sonra cemaat mensuplarıyla birlikte hareket ettiklerini duydum ve çok şaşırdım. Özellikle M.K.'den ve daha sonra [H.K]’dan böyle bir tavır asla beklemiyordum...'

Davalı Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından, B.E. isimli şahsın yukarıda yer verilen beyanının davacının [H.K.] FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve/veya iltisaklı olduğunu gösterir delil niteliğinde olduğu ileri sürülmüştür.

Davacı tarafından; B.E. isimli şahıs ile hâkimlik savcılık stajında aynı dönem olmalarına rağmen meslek hayatı boyunca hiç karşılaşmalarının ve sohbetlerinin olmadığı, anılan şahıs ile tek karşılaşmasının B.E.'nin Adalet Bakanlığı Müsteşarı iken HSK üyesi olması nedeniyle kendisinin Danıştay Üyeliği talebinde desteğini istemek için olduğu, anılan şahsın makamına gittiği ve makamında çok kısa bir süre sohbetlerinin olduğu, bunun dışında telefonla dahi görüşmelerinin olmadığı, görev yaptığı süre boyunca gerek Danıştay Üyeliği gerekse daha öncesinde cemaat denilen yapıyla asla birlikteliğinin bulunmadığı, beşeri ilişkiler dışında kimseyle irtibatının bulunmadığı, B.E.'nin beyanına itibar edilmemesi gerektiği, tanık beyanının duyuma dayandığı beyan edilmiştir.

B.E.'nin yukarıda yer verilen ifadesi incelendiğinde; Danıştay'da örgüte müzahir kişilerin isimlerini sıralarken, davacının kökeni itibarıyla örgüte müzahir kişiler arasında olmadığını, Danıştay'a geldikten sonra mezkûr yapının kontrolüne girdiğini, davacının Danıştay'a geldikten sonra FETÖ mensuplarıyla birlikte hareket ettiğini duyduğunu, çok şaşırdığını, davacıdan böyle bir tavrı asla beklemediğini beyan ettiği görülmüştür.

Tanık beyanı ve davacının bu tanık beyanına ilişkin cevaplarının birlikte değerlendirilmesinden; tanığın, davacının örgütle bağlantısına yönelik somut bir beyanda bulunmadığı, davacı hakkında duyum ve yoruma dayalı kişisel kanaatlerini belirttiği, diğer taraftan davacının örgütsel amaçlarla örgüt üyeleriyle birlikte hareket ettiğine ilişkin olarak dava dosyasında herhangi bir somut tespit, tanık beyanı ya da başkaca bir bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Netice itibarıyla, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakına yönelik somut herhangi bir bilgiye sahip olmadığı anlaşılan tanık B.E.'nin beyanı, davacınınFETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakını ortaya koyan bir delil olarak değerlendirilmemiştir.

Bunun yanında, davalı Hakimler ve Savcılar Kurulunca savunma ve Savcı düşüncesine cevap dilekçesi ekinde dosyaya sunulan ve dava dosyasında mevcut bulunan CD içeriğinde yer alan tanık ifadesi şu şekildedir:

d-2) Davacı hakkında ifade veren A.H. isimli şahsın beyanı yönünden;

Yargı mensubu olarak görev yapmış olan ve ifadesine başvurulan A.H.'ye ait, 2016/103606 sayılı soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca düzenlenen 4/11/2016 tarihli şüpheli sorgulama tutanağında şu ifadelere yer verilmiştir: '...Ben size Fetullah Gülen cemaat mensubu olan veya bu cemaat ile ilişkisi olan veya birlikte hareket ettiğini düşündüğüm Yargıtay ve Danıştay üyelerini belirtmek istiyorum. K.İ., G.T.T., Ü.D., A.E., 5- [H.K.]; bu kişi benim HSYK başkan vekili olduğum zaman Danıştay üyesi seçilmiştir. Cemaatçi olmadığını biliyorum, hatta bunun üye olmasını B.E. ısrarla istemiştir...'

Davalı Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından, A.H. isimli şahsın yukarıda yer verilen beyanının davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve/veya iltisaklı olduğunu gösterir delil niteliğinde olduğu ileri sürülmüştür.

Davacı tarafından; A.H. isimli şahsın, kendisinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile herhangi bir bağının bulunmadığına ilişkin iddiasının ispatı niteliğinde lehine bir açıklama olduğu beyan edilmiştir.

A.H.'nin yukarıda yer verilen ifadesi incelendiğinde; davacının FETÖ üyesi/mensubu olmadığını beyan ettiği görülmüştür.

Tanık beyanı ve davacının [H.K.] bu tanık beyanına ilişkin cevaplarının birlikte değerlendirilmesinden; tanığın, davacının örgütle bağlantısının bulunmadığını belirttiği, diğer taraftan davacının örgütsel amaçlarla örgüt üyeleriyle birlikte hareket ettiğine ilişkin olarak dava dosyasında herhangi bir somut tespit, tanık beyanı ya da başkaca bir bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Netice itibarıyla, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakına yönelik somut herhangi bir bilgiye sahip olmadığı anlaşılan tanık A.H.'nin beyanı, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisakını ortaya koyan bir delil olarak değerlendirilmemiştir.

e) Unvanlı Görev

Davalı idare tarafından; '…FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisaklı yargı mensuplarının yargıda etkin oldukları dönemde unvanlı görevlerde bulunmuş olması (2011-Vergi Mahkemesi Başkanlığı, 2013-Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığı ve Danıştay Üyeliğine seçilmesi)' denilmek suretiyle davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve/veya iltisaklı olduğunu gösterir delil niteliğinde olduğu ileri sürülmüştür.

Davacı tarafından, söz konusu iddia ile ilgili olarak herhangi bir beyanda bulunulmamıştır.

Netice itibarıyla, davacının Vergi Mahkemesi Başkanlığına, Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına ve Danıştay Üyeliğine FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı ve/veya iltisaklı olması nedeniyle, örgütün amaç ve stratejilerinin gerçekleştirilmesi amacıyla atandığına ilişkin iddianın başkaca bir delille desteklenmediği görüldüğünden, belirtilen hususun davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat veya iltisakını tek başına ortaya koymaya yeterli bir delil olarak değerlendirilmesi mümkün değildir."

c. Anayasa Mahkemesinin Norm Denetimi Kararları

56. Anayasa Mahkemesinin 31/1/2018 tarihli ve 7069 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 6. maddesiyle 18/1/1972 tarihli ve 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 7. maddesinin ikinci fıkrasına eklenen “…ile terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunanlar…” ibaresinin iptali talebi hakkındaki 14/11/2019 tarihli ve E.2018/89, K.2019/84 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

14. 1512 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrasında noterlik stajına engel mahkûmiyeti olanlar ile terör örgütüyle iltisaklı veya irtibatlı bulunanların noterliğe kabul edilemeyecekleri hükme bağlanmakta olup fıkrada yer alan '…terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunanların…' ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.

15. Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması ya da şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması gerekçesiyle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâlin ilanına karar verildiği gözetildiğinde terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunanların noterliğe kabul edilemeyeceklerini düzenleyen kuralın olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik bir düzenleme olduğu açıktır. Ancak kuralın olağanüstü hâl süresiyle sınırlı olarak uygulanmaması nedeniyle kurala ilişkin incelemenin Anayasa'nın olağan dönem kuralları yönünden öngördüğü denetim rejimine göre yapılması gerekir.

...

30. Kuralda terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı bulunan kişilerin noterliğe kabul edilemeyecekleri belirtilmekte olup kuralda geçen iltisaklı kavramı kavuşan, bitişen, birleşen; irtibatlı kavramı ise bağlantılı anlamına gelmektedir. Anılan kavramlar genel kavram niteliğinde olmakla birlikte bunların belirsiz ve öngörülemez nitelikte olduğu söylenemez. Bu kavramların hukuki niteliği ve objektif anlamı yargı içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır.

31. Diğer yandan anılan kavramların, içinde bulunulan döneme göre farklı yorumlanabilmesi de mümkündür. Bu bağlamda olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit ve tehlikeler gözetilerek olağanüstü hâl döneminde terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunulup bulunulmadığının tespiti bakımından terör örgütleriyle üyeler arasındaki bağın varlığı konusunda yapılacak değerlendirme ile olağan dönemde yapılacak değerlendirmenin farklı olabileceğinin kabul edilmesi gerekir.

32. Olağan dönemde anılan bağın varlığına yönelik olarak yapılacak değerlendirmenin somut olgulara dayalı bir temele sahip bulunması esasının benimsenmesi, kanunların Anayasa'ya uygun olarak yorumlanması gereğinin doğal bir sonucudur. Buna göre kural uyarınca ancak noterlik mesleğine alınmamasını haklı kılacak nitelikte olgusal temele sahip olan bağlantıların iltisak ve irtibat olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Kuşkusuz bu değerlendirme, her hâlükârda cezai sorumluluğun bulunup bulunmadığından bağımsız olarak sadece kişinin noterlik görevine alınmasının uygun olup olmadığı yönünde yapılacak bir incelemeden ibaret olacaktır. Bu kapsamdaki değerlendirme ise noterliğe atama konusunda yetkili olan Bakanlık tarafından yapılacak olup söz konusu değerlendirme sırasında Bakanlık, kendisine yapılan bildirimlerle bağlı olmaksızın her türlü olay, olgu, bilgi ve bulguyu serbestçe gözetecektir.

33. Bunun yanı sıra kuralda öngörülen terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı olma durumu farklı şekillerde ortaya çıkabileceğinden bunların kanun koyucu tarafından önceden belirlenmesi ve kanunda tek tek sayılması zorunluluğundan da söz edilemez. Zira kanunların genel ve soyut olması; somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın bünyesinde barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca ulaştıracak herhangi bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla kuralda temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerektiğine ilişkin anayasal ilkeye aykırı bir yön bulunmamaktadır.

...

35. Terör örgütleriyle iltisaklı veya irtibatlı bulunmama koşulunun; farklı saiklerle hareket edilmesinin önüne geçmek suretiyle noterlerin görevlerini gerçeğe uygun, doğru ve tarafsız biçimde yerine getirmelerine, noterlik işlemlerine ilişkin güvenilirliğin sağlanmasına, görev sebebiyle öğrenilen sırların gerektiği gibi muhafaza edilmesine, görev ve yetkilerin kötüye kullanımının önlenmesine hizmet etmek suretiyle noterlik hizmetinin sağlıklı biçimde işleyişine katkıda bulunmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralın noterlik hizmetinde hukuki güvenliğin ve kamu yararının sağlanmasına yönelik amaçlara ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.

36. Diğer taraftan noterlik mesleğinin gerektirdiği nitelikler kapsamında değerlendirilen anılan koşulla herkes için eşit bir uygulama öngörülmektedir. Başka bir anlatımla noterlik mesleğine kabul edilecekler bakımından belli bir gruba yönelik istisnai bir düzenleme getirilmemektedir.

37. Ayrıca kuralın uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların yargıya taşınabilmesi mümkündür. Bu kapsamda kural yargı yoluna başvurma güvencesi bakımından herhangi bir sınırlama getirmediğinden noterliğe kabul edilmeyen bireylerin kuralın öngördüğü koşulun gerçekleşmediği, bir başka deyişle herhangi bir terör örgütüyle iltisaklı veya irtibatlı bulunmadıkları iddiasıyla yargı yoluna başvurmalarında ve yargı yerlerince haklı bulunmaları hâlinde noterliğe girmelerinde bir engel bulunmamaktadır. Buna göre Kanun'da kuralın amacı dışında keyfi olarak kullanılmasını önleyecek yasal güvenceye yer verildiğinden kuralla ulaşılmak istenen amaca ilişkin kamu yararı ile bireyin kamu hizmetine girme hakkı arasında bulunması gereken makul dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla kamu hizmetine girme hakkını sınırlandıran kuralın orantısız bir müdahaleye de neden olmadığı, dolayısıyla anılan hakka ölçüsüz bir sınırlama getirmediği sonucuna ulaşılmıştır.

38. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 13. ve 70. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir."

57. Anayasa Mahkemesinin 5/12/2019 tarihli ve 7194 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 37. maddesine eklenen (3) numaralı fıkrada yer alan“…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresinin iptali talebi hakkındaki 3/6/2021 tarihli ve E.2020/18, K.2021/38 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

4. 6755 sayılı Kanun'un 37. maddesinin (3) numaralı fıkrasında terör örgütlerine veya MGK'ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve bu nedenle kamu görevinden çıkarılmış olan kişilerden adli veya idari soruşturma veya kovuşturması devam edenlerin sosyal güvenlik haklarına ilişkin başvuruları hakkında 31/10/2019 tarihine kadar karar alan, bu kararları yerine getiren veya işlem yapmayan kamu görevlilerinin bu karar ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğunun olmadığı öngörülmekte olup anılan fıkrada yer alan “…Milli Güvenlik Kurulunca…” ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.

...

9. Bu itibarla istişari nitelikte bir danışma organı olan MGK'nın icrai karar alma yetkisine sahip olmadığı gözetildiğinde Cumhurbaşkanınca ayrı bir kararla benimsenmemiş MGK kararlarına hukuki sonuç bağlanamayacağı ve bu kararların kendiliğinden icra edilemeyeceği açıktır.

...

11. Bununla birlikte dava konusu '…Milli Güvenlik Kurulunca…' ibaresi, tavsiye niteliğindeki MGK kararına kendiliğinden hukuki bir sonuç bağlamaktadır. Şüphesiz MGK'nın tavsiye niteliğindeki kararlarının yürütme organı tarafından dikkate alınması ve hukuk aleminde hayata geçirilmesi mümkündür. Ancak MGK'nın kararları hakkında başkaca icrai bir karar alınmadan bu kararlara hukuk âleminde sonuçlar bağlanması Anayasa'nın açık lafzıyla bağdaşmamaktadır.

12. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 118. maddesine aykırıdır. İptali gerekir."

58. Anayasa Mahkemesinin 6/2/2018 tarihli ve 7086 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…üyeliği, mensubiyeti veya…” ibaresinin iptali talebi hakkındaki 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

52. Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu kuralın da yer aldığı birinci cümlesinde, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan Kanun'a ekli (1) sayılı listede yer alan kişilerin kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılacakları hüküm altına alınmıştır. Dava konusu kural cümlede yer alan '…üyeliği, mensubiyeti veya…' ibaresidir.

...

58. Dava konusu kural kapsamında Kanun'a ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya mensup oldukları gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Söz konusu ibareler, Kanun'a ekli (1) sayılı listede adı geçen ve terör örgütü üyeliği suçundan ceza soruşturması veya kovuşturmasına maruz kalan ancak haklarındaki süreç tamamlanıp suçlu olduklarına dair kesin hüküm tesis edilmeyen kişilerin terör örgütü üyesi veya mensubu olarak nitelendirilmelerine sebebiyet verebilecek niteliktedir. Bunun yanında kuralda, listede yer alan kişiler hakkında kesin hükümle sonuçlanan herhangi bir yargısal sürecin varlığına yönelik açıklama da yapılmamıştır. Dolayısıyla kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü olmadan kişilerin suçlu sayılmasına neden olabilecek ifadeler içeren kural masumiyet karinesini ihlal etmektedir.

59. Açıklanan nedenlerle olağan dönemde Anayasa'nın 36. maddesinin birinci ve 38. maddesinin dördüncü fıkralarına aykırı olarak Anayasa'nın 13. maddesindeki güvencelerin ötesinde sınırlama getiren kuralın Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

60. Anayasa'nın 15. maddesinde, olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınmasına imkân tanınmakla birlikte bu yetki sınırsız değildir. Maddenin ikinci fıkrasında, bu durumlarda dahi kişinin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet karinesine aykırı işlem yapılamayacağı kabul edilmiştir.

61. Yukarıda açıklandığı üzere dava konusu kural kapsamında haklarında kesin bir mahkûmiyet kararı verilmediği hâlde kişilerin suçlu sayılmasına neden olabilecek ifadelerin kullanılması, olağanüstü hâl şartlarında dahi dokunulması yasaklanan masumiyet karinesine aykırılık oluşturmaktadır.

62. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 15., 36. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir."

59. Anayasa Mahkemesinin 7086 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin “…ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler;…” bölümünün iptali talebi hakkındaki 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

151. Kural, Kanun'a ekli (1) sayılı liste ile kamu görevinden çıkarılan kişilerin görev yaptıkları teşkilata yeniden alınmamalarını ve bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemelerini, doğrudan ya da dolaylı olarak görevlendirilmemelerini hükme bağlamaktadır.

...

161. Kamu hizmetine girme hakkı olağanüstü hâl yönetiminin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, dokunulması yasaklanmış çekirdek haklar arasında bulunmadığından bu hak yönünden olağanüstü hâllerde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirlerin alınması mümkündür. Ayrıca anılan hak, Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden güvenceler kapsamında değildir. Kamu hizmetine girme hakkına olağanüstü dönemde getirilen sınırlamanın Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir.

162. Kamu hizmeti adı altında yapılan faaliyetlerin kamu güvenliği ve düzeni ile yakından bir ilişkisi bulunmaktadır. Kanun koyucunun anılan hususları gözeterek kamu hizmetinde istihdam edilecek kişilere yönelik birtakım tedbirler almasında, bu konuda gerekli şartları belirlemesinde takdir yetkisinin bulunduğu açıktır. Bu açıdan kuralda öngörülen şartın Anayasa'nın 70. maddesi bağlamında görevin gerektirdiği nitelikler kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.

163. Bu noktada dava konusu kural yönünden 15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleriyle irtibatlı veya iltisaklı olan kamu görevlilerine karşı yürütülen tasfiye süreci ile özellikle komünizm sonrası Avrupa ülkelerinde uygulanan ve arındırma olarak adlandırılan kamu görevinden tasfiyeye yönelik uygulamalar çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir. Avrupa ve Türkiye'deki kamudan tasfiye süreçleri arasında birtakım benzerlikler olsa da arındırmanın temelinde yatan nedenler açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Avrupa'da farklı ülkelerde çıkarılan arındırma yasaları, genel olarak demokrasiye geçişten önceki devlet yapısında anayasa ve kanunlara uygun konumda çalışan kişileri kamu görevinden uzaklaştırarak kamuya dönüş imkânlarını ortadan kaldırırken dava konusu kural kapsamında kamuda çalışmalarına yasak getirilen kişiler, demokratik devlet yapısını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir örgüt ya da oluşumla bağlantıları olduğu gerekçesiyle söz konusu tedbire maruz bırakılmışlardır.

164. Bu yönüyle millî güvenlik bakımından risk oluşturabilecek durumları nedeniyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmemeleri ve bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemeleri, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmemelerini düzenleyen kuralın millî güvenliğin ve kamu düzeninin sağlanarak kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amacına ulaşma bakımından elverişli ve gerekli olmadığı söylenemez.

165. Kural, kişilerin devletin kamu otoritesiyle bağlantılı olmayan özel sektör alanında istihdam edilme imkânını ortadan kaldıracak herhangi bir kısıtlama da getirmemektedir. Ayrıca kuralda öngörülen tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için ilgili kanunlarda gerekli güvencelere yer verilmiştir. Başka bir ifadeyle bireyselleştirme yapılmadan uygulanan tedbirin her bir birey yönünden hukuka uygunluğunun denetlenmesi için Komisyon ve İdare Mahkemesine başvuru imkânı getirilmek suretiyle etkili idari ve yargısal güvenceler sağlanmıştır. Buna göre keyfiliğe yol açabilecek uygulamalara karşı Kanun'da gerekli güvencelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

166. Bu itibarla darbe girişimiyle devletin demokratik düzenine açık ve yakın bir tehlike oluşturan FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla olağanüstü hâl koşullarında olağan usullerin ötesinde bir uygulamayla Kanun'a ekli (1) sayılı listeyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmemeleri ve bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemeleri, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmemelerini düzenleyen kuralın kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlama bakımından kamu hizmetine girme hakkına durumun gerektirdiği ölçüyü aşacak şekilde bir sınırlama getirdiği söylenemez.

167. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 15., 40., 70., 118. ve 119. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir."

60. Anayasa Mahkemesinin 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

65. Kurallarla devlete sadakat bağı ile hizmet etmesi gerektiği hâlde millî güvenliğe açık ve yakın tehlike oluşturan terör örgütü veya benzeri yapı ve oluşumlarla iltisaklı veya irtibatlı oldukları tespit edilen kamu görevlileri hakkında uygulanan kamu görevinden çıkarma ve memuriyetin alınması tedbirlerinin olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğu açıktır.

66. Kurallarda öngörülen tedbirler bu dönemde uygulanmış, hüküm ve sonuçlarını doğurmuştur. Kuralların, tedbire muhatap kişilerin statülerinde ileriye yönelik sürekli değişiklikler meydana getirmesi, olağanüstü hâl süresince uygulanma özelliğini aşan bir niteliğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Kurallar Resmî Gazete’de yayımlanmak suretiyle defaten uygulanmış ve belli kişiler hakkında hükmünü icra etmiştir. Kuralların Kanun'a ekli listede sayılan kişilerle sınırlı olarak uygulandığı dikkate alındığında geleceğe yönelik genel, soyut ve herkesi bağlayıcı bir etki meydana getirmediği açıktır. Bu yönüyle kurallar olağanüstü hâl dönemini aşan genel bir düzenleme niteliği taşımamaktadır. Bu itibarla kuralların anayasallık denetiminde Anayasa'nın olağanüstü hâllerde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen 15. maddesinin dikkate alınması gerekmektedir.

...

74. Dava konusu kuralların öncelikle düzenlenme amacına değinilmesi gerekir. Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüklerinin bulunduğu belirtilmiştir. Anılan hüküm uyarınca devletin memurlar ve kamu görevlilerinden özel bir güven ve sadakat bağlılığı ile kamu görevini yerine getirmelerini talep etme yetkisi bulunmaktadır. Bu husus devletin faaliyetlerine güven duyulmasının bir gereğidir. Kanun koyucunun, anılan hususlar çerçevesinde kamu görevlisi olarak istihdam edilen kişilerle ilgili birtakım tedbirler alma konusunda takdir yetkisinin bulunduğu açıktır.

75. Anayasa'ya sadakat yükümlülüğüyle bağdaşmayacak biçimde terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kişilerin kamu görevinden çıkarılması ve memuriyetin alınmasını öngören kuralların milli güvenlik ve kamu düzeninin sağlanarak buna ilişkin hizmetlerin etkin ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesine yönelik meşru bir amacının bulunduğu anlaşılmaktadır.

76. Bunun yanında kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın kanuni bir temele dayanması gerekir. Kurallarla söz konusu hakka kanuna dayalı olarak kısıtlama getirildiği açıktır. Ancak Anayasa Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir olması gerekir.

77. Esasen kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren dava konusu kuralların bu niteliklere sahip olması, Anayasa'nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlemler içermesi gerekir (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, § 153). Dolayısıyla Anayasa'nın 13. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa'nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır (AYM, E.2018/90, K.2018/95, 14/11/2019, § 42).

78. Kuralda geçen iltisak ve irtibat kavramları ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi 14/11/2019 tarihli ve E.2018/89, K.2019/84 sayılı kararında, iltisaklı kavramının kavuşan, bitişen, birleşen; irtibatlı kavramının ise bağlantılı anlamına geldiğini, bu ibarelerin genel kavram niteliğinde olduğunu, objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla değerlendirilerek belirlenebileceğini, bu yönüyle anılan ifadelerin kategorik olarak belirsiz olduğunun söylenemeyeceğini ifade etmiştir (aynı kararda bkz. §§ 30, 31). Dolayısıyla kapsam ve sınırlarının tespiti mümkün olan söz konusu ifadelerin belirsiz olduğu söylenemez.

...

111. Kuşkusuz kanun koyucunun demokratik düzene tehdit oluşturan durumları bertaraf etmek için başvuracağı araçların kapsamını, içeriğini tespit etmede geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Nitekim devletin tehlikenin içeriği ve boyutu ile doğrudan temas hâlinde olması nedeniyle buna yönelik savunma stratejisini belirlemede her zaman öncelikli bir konumu bulunmaktadır. Ancak olağanüstü hâl yönetim usullerinde dahi söz konusu yöntemler tespit edilirken belirli ölçülerde hareket edilmesi gerekir. Dolayısıyla olağanüstü dönemde devlete tanınan yetki alanının sınırları Anayasa'nın 15. maddesinde belirtilen durumun gerektirdiği ölçü kriteri kapsamında değerlendirilmelidir. Söz konusu kriterin kapsamı da belirlenirken ülkenin içinde bulunduğu şartlar, karşılaşılan tehlikenin yakın ve acil müdahale gerektiren bir niteliğinin olup olmaması, sınırlamanın etki ve derecesi gibi hususların dikkate alınması gerekir.

112. 15 Temmuz darbe girişimi, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte genel olarak bölücü terör örgütü PKK ile mücadele edilmekle birlikte DHKP/C, El Kaide ve DEAŞ gibi diğer pek çok terör örgütünün de saldırılarına maruz kalınmış ve bunlara karşı da mücadelede bulunulmuştur. Dolayısıyla darbe teşebbüsünün savuşturulmasından sonra teşebbüsle bağlantılı kişilerle veya teşebbüsle doğrudan bağlantılı olmasa bile teşebbüsün arkasındaki yapılanma ile ilgili olduğu değerlendirilen kişilere karşı etkili bir mücadele yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır (AYM, E.2016/205, K.2019/63, 24/7/2019, § 101).

113. Tehlikenin kaynağını oluşturan FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesi ve kesinleşmiş yargı kararlarına da konu olan birçok yasa dışı faaliyeti gerçekleştirecek operasyonel bir güç hâline gelmesi nedeniyle demokratik devlet düzenine karşı oluşturduğu tehdit, darbe girişimiyle birlikte açık ve mevcut bir tehlikeye dönüşmüştür. Esasen darbe teşebbüsünden önce uzun bir zaman süreci içerisinde söz konusu tehlikeye karşı mücadele başlamıştır. Dolayısıyla tehlikenin ağırlığı ile orantılı olarak demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü hâl ilanına neden olan olayların bertaraf edilmesi ve bir daha tekrarlanmaması amacıyla devletin olağan dönemle kıyaslanmayacak ciddi ve acil yöntemlere başvurulması zorunluluğunun ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

...

115. Dolayısıyla idari teşkilat içinde hangi konumda olduğu fark etmeksizin FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleri ile irtibatlı ya da iltisaklı olan tüm kamu görevlilerinin millî güvenlik açısından tehlike oluşturduğu gözetildiğinde bir kısmı önemli pozisyonlarda bulunan ve farklı kurumlarda çalışan çok sayıdaki kamu görevlisinin doğrudan darbeyle ilişkili olmasa dahi söz konusu örgütlerle bağlantıları nedeniyle acil ve ivedilikle soruşturulması ve haklarında tedbir uygulanması ihtiyacı ortaya çıkabilecektir.

116. Bu yönüyle olağan dönemdeki idari usul ve disiplin hukuku kuralları çerçevesinde her bir kamu görevlisi nezdinde soruşturma yapılarak tedbir uygulanmasının, yakın ve acil nitelikteki bu tehlikeyi bertaraf etmede yetersiz kalacağı söylenebilir. FETÖ/PDY'nin yapısındaki gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kripto üyelerinin tespit edilmesindeki güçlük ve bunların eylem yapma potansiyeli, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi özellikleri dikkate alındığında darbe girişiminin üzerinden belli bir sürenin geçmesi de daha hafif nitelikteki tedbirlere başvurma zorunluluğunu ortaya çıkaran bir faktör olarak değerlendirilemez. Ayrıca millî güvenliğe aykırı faaliyetlerde bulunan diğer terör örgütleriyle bağlantısı olduğu değerlendirilen kamu görevlileri açısından da FETÖ/PDY'nin oluşturduğu tehdit ortamında, anılan yöntemlere başvurulması söz konusu olabilecektir.

...

128. Sonuç olarak darbe girişimiyle devletin demokratik düzenine açık ve yakın bir tehlike oluşturan FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ekli (1) sayılı listede yer alan kişilerin olağan usullerin ötesinde bir uygulamayla liste usulüne göre kamu görevinden çıkarılması ve memuriyetlerinin alınmasını düzenleyen kuralların, olağanüstü hâle neden olan şartlar ve özellikle bireyselleştirmeyi sağlamaya elverişli idari ve yargısal başvuru imkânları dikkate alındığında milli güvenliğin ve demokratik anayasal düzenin korunması amacı bakımından kişilerin özel hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına durumun gerektirdiği ölçüyü aşacak şekilde bir sınırlama getirdiği söylenemez.

...

142. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 15., 20., 40., 118. ve 119. maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.

...

Kurallarda uygulanan kamu görevinden çıkarma ve memuriyetin alınması tedbirlerinin belli bir kurumun veya mesleğin disiplinini sağlamaktan ziyade devlet kurumlarına yönelik güveni yeniden tesis etmek suretiyle demokratik anayasal düzenin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi nedeniyle uygulandığı anlaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında tedbirler, cezalandırma amacına matuf olmadığı gibi bunlar için uygulanan usulün de ceza usul hukuku alanındaki yargısal uygulamalarla herhangi bir benzerliği bulunmamaktadır.

Öte yandan kuralların kişilerin özel sektörde çalışma imkânını ortadan kaldırmadığı gözönünde bulundurulduğunda kurallarda öngörülen tedbirlerin ciddiyet ve ağırlığının bunlara cezai bir özellik kazandıracak boyutta olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 4/8/2016 tarihli ve E.2016/6, K.2016/12 sayılı kararında, kamu görevinden çıkarma tedbirinin “olağanüstü tedbir” niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. AİHM de 667 sayılı olağanüstü hâl KHK'sı uyarınca uygulanan işten çıkarma prosedürü ve buna ilişkin yargılamanın AİHS'in 6. maddesi kapsamında suç isnadı niteliğinde olmadığını belirtmiştir (Pişkin/Türkiye, B. No: 33399/18, 15/12/2020, §§ 102-109)."

B. Uluslararası Hukuk

61. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" başlıklı 8. maddesi şöyledir:

"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.

 (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir."

62. Sözleşme'nin "Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma" başlıklı 15. maddesi şöyledir:

"1. Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, durumun kesinlikle gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla, bu Sözleşme'de öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.

2. Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında 2. maddeye, 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ile 7. maddeye aykırı tedbirlere cevaz vermez.

3. Aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı ve Sözleşme hükümlerinin tekrar tamamen geçerli olduğu tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir."

63. MSHUS'nin 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Ulusun hayatını tehdit eden ve varlığı resmen ilan edilmiş olan olağanüstü bir durumun ortaya çıkması halinde, bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, uluslararası hukuktan kaynaklanan diğer yükümlülüklerine aykırı olmamak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da toplumsal kökene dayalı bir ayrımcılık içermemesi kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde olmak üzere, bu Sözleşme'den doğan yükümlülüklerinden ayrılan tedbirler alabilirler.

2. Bu hükme dayanılarak Sözleşme'nin 6, 7, 8 (1. ve 2. fıkralar), 11, 15, 16 ve 18nci maddelerine aykırılık getirilemez."

1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

64. Sözleşme'nin 8. maddesine yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına ve AİHM'in özel hayata saygı hakkı bağlamında sebebe ve sonuca dayalı yaklaşımına ilişkin açıklamalar için bkz. C.A. (3), §§ 62-75; Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 53-67.

a. Sözleşme'nin 15. Maddesi Bağlamında Değerlendirme

65. Taraf devletlere tek taraflı bildirimde bulunarak sınırlı bazı hâllerde Sözleşme'deki belli hak ve özgürlüklere aykırı davranma, bir başka deyişle anılan hak ve özgürlüklere ilişkin yükümlülükleri azaltma imkânı sunan Sözleşme'nin 15. maddesine dair AİHM uygulamasına ve Türkiye'deki OHAL'e ilişkin olarak Avrupa Konseyi nezdinde hazırlanan bazı raporlara Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 148-162).

66. AİHM söz konusu kararlarında özetle derogasyon bildiriminde bulunan devletler yönünden ulusun varlığını tehdit eden tehlikenin olup olmadığı hususunda sınırlı da olsa bir denetim yaptığını, denetimin standardı belirlenirken ulusal makamların geniş takdir yetkilerinin bulunduğunu özellikle vurgulamıştır. AİHM takdir alanının sınırsız olmadığını, taraf devletlerin krizin doğurduğu zorunlulukların kesin olarak gerektirdiği ölçüde hareket etmenin ötesine geçmemesi gerektiğini belirtmiştir (Brannigan ve McBride/Birleşik Krallık, B. No: 14553/89,14554/89, 25/5/1993, § 43).

b. Pişkin/Türkiye Kararı

67. AİHM Pişkin/Türkiye (B. No: 33399/18, 15/12/2020) kararında, Ankara Kalkınma Ajansında çalışan başvurucunun 667 sayılı KHK uyarınca iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialarını incelemiştir. Anılan başvuruya ilişkin olayda Kalkınma Ajansında iş hukukuna tabi olarak çalışmaktayken başvurucunun iş sözleşmesi millî güvenliğe karşı tehdit oluşturan oluşumlara üyeliği veya bu oluşumlarla iltisaklı ya da irtibatlı olduğu gerekçesiyle nedeniyle feshedilmiştir. Başvurucunun işe iade talebiyle açmış olduğu davada iş mahkemesi, iş sözleşmesinin feshinin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. AİHM öncelikle özel sektörde iş ilişkisinin sonlandırılmasına dair olanlar başta gelmek üzere iş ilişkisi hakkındaki ihtilafların Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası kapsamındaki medeni hakları ilgilendirmesi dolayısıyla başvurucunun işten çıkarılmasına dair yargılamaların başvurucunun medeni hakları ile alakalı olduğunu vurgulamıştır (Pişkin/Türkiye, § 99). Sözleşme'nin 6. maddesinin cezai yönünün uygulanabilirliği ile ilgili olarak ise AİHM, başvurucunun iş sözleşmesinin feshine yönelik olarak başlatılan yargısal süreçlerin Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir cezai suç hakkında verilecek bir karara yönelik olduğunu gösterebilecek herhangi bir neden bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirterek bu maddenin ceza yönünün uygulanabilir olmadığı sonucuna varmıştır (Pişkin/Türkiye, § 109).

68. Sonuç olarak AİHM, ulusal mahkemelerin başvurucu ile idari makamlar arasındaki ihtilafı karara bağlamak için tam bir yargı yetkisine sahip olmalarına karşın Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının gerektirdiği şekilde önlerindeki ihtilafla ilgili tüm hukuksal ve olgusal sorunları incelemekten kaçındıklarını, başvurucunun ulusal makamlar tarafından dinlenmediğini, dolayısıyla Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası anlamında adil yargılanma hakkının güvence altına alınmadığını belirtmiştir. AİHM ulusal mahkemelerin başvurucunun argümanlarını derinlemesine ve kapsamlı bir şekilde incelemediğini, başvurucunun itirazlarının reddedilmesine yönelik gerekçeler sunmadığını özellikle vurgulamış; netice itibarıyla Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Pişkin/Türkiye, §§ 150-152). Öte yandan başvurucunun iş sözleşmesinin feshi ile ilgili olarak şikâyette bulunduğunu vebir terör örgütüyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle görevini kaybetmesinden beri terörist ve vatan haini olarak etiketlendiğini ileri sürdüğünü belirten AİHM, başvuruyu özel hayata saygı hakkı yönünden de incelemiştir (Pişkin/Türkiye, §§ 159-166).

69. AİHM öncelikle ceza soruşturmasının sonucuna bakılmaksızın, işverenin ulusal mahkemelere başvurucunun yasa dışı bir yapı ile bağlantısı olduğu iddiasını kanıtlayabilecek bilgi veya olgusal delil sunabileceğini, böylece çalışanı ile arasındaki güven ilişkisinin bozulmasının nedenlerini açıklayabileceğini kabul etmeye hazır olduğunu, hem uygulanma koşulları hem de usul rejimi açısından özerk olan söz konusu işten çıkarma usulünün ceza yargılamasının doğrudan bir sonucu olmadığını ifade etmiştir. Fakat AİHM, söz konusu iş sözleşmesinin feshinin başvurucunun kendi eylemlerinin öngörülebilir sonucu olduğuna dair kesinlikle kanıt bulunmadığı sonucuna varmıştır (Pişkin/Türkiye, §§ 181-183). Neticede başvurucunun özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu değerlendirerek müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelemiştir (Pişkin/Türkiye, §§ 209, 210).

70. Bu bağlamda AİHM; işverenin başvurucunun yasa dışı yapı ile iltisakı olduğu değerlendirmesini potansiyel olarak haklı çıkaracak şekilde eylemlerinin niteliğini belirtmediğini, ulusal mahkemeler önündeki yargılamalar sırasında böyle bir yapıyla iltisakı olduğu iddiasına ilişkin açık bir şekilde, somut bir suçlama yapılmadığını vurgulamıştır. Bununla birlikte ulusal mahkemelerin dava konusu tedbiri detaylı olarak incelemeden bu tedbirin başvurucunun özel hayatına saygı hakkına yönelik ciddi etkileri olmasına rağmen işverenin değerlendirmesini iş sözleşmesinin sonlandırılması emri için geçerli bir gerekçe olarak kabul ettiğini belirtmiştir. Sonuç olarak mevcut davada dava konusu tedbire ilişkin yargı denetiminin yetersiz olduğunu, başvurucunun Sözleşme'nin 8. maddesinin gerektirdiği şekilde, keyfî müdahaleye karşı korumadan asgari düzeyde faydalanamadığını ifade ederek özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Pişkin/Türkiye, §§ 218-229).

c. Polyakh ve Diğerleri/Ukrayna Kararı

71. Polyakh ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 58812/15, 53217/16 ..., 17/10/2019) kararında AİHM, rejim değişikliği sonrası genel düzenlemelerle kamu görevinden çıkarılan ve on yıl boyunca kamu görevine dönmeleri yasaklanan kişilerin yaptığı başvuruları karara bağlamıştır. Öncelikle başvuruya konu olan tedbirlerin uygulanmasına neden olan davranışların iç hukukta suç olarak tanımlandığını, yaptırımın ağırlığının söz konusu tedbirlerin cezai yönünün bulunduğunu söylemek için tek başına yeterli olmadığını belirterek Sözleşme'nin 6. maddesinin cezai yönünün mevcut koşullarda uygulanabilir olmadığına karar vermiştir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 154-159). AİHM; başvurucuların kamu hizmetinden çıkarılmalarının, on yıl boyunca kamuda görev almalarının yasaklanmasının ve isimlerinin kamuoyunun erişimine açık ve çevrim içi olan bir sicile kaydedilmesinin sonuçları itibarıyla ciddi olduğunu ve doğurduğu etkilerin ağırlık düzeyine ulaştığını belirterek başvuruyu özel hayata saygı hakkı yönünden ele almıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 203-211).

72. AİHM, birçok kişi hakkında tesis edilen arındırma işlemlerinin bir cezalandırma veya intikam aracı olarak kullanılamayacağını ve başvurucuların durumlarının bireysel olarak değerlendirilerek görevden alınmaları veya mümkünse daha genel pozisyonlarda istihdam edilmeleri gibi daha az müdahale teşkil eden araçlarla da hedeflenen amaçlara erişilebileceğini vurgulamıştır (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 276, 277). Müdahalelerin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca cevap vermesi ve özellikle de hizmet edilen meşru amaçla orantılı olması hâlinde demokratik bir toplumda gerekli olarak nitelendirilebileceğini hatırlatmış; uygulanan tedbirin ağırlığının ve yasal çerçevenin orantılı, öngörülen zorunlu sosyal ihtiyaca karşılık gelecek şekilde yeterince dar kapsamlı olarak düzenlenip düzenlenmediğinin önemine değinmiştir. AİHM'e göre yasal düzenlemeler hakkındaki meclis denetiminin ve bu kapsamdaki işlemlerin yargısal denetiminin niteliği de önem arz etmektedir (Polyakh ve diğerleri/Ukrayna, §§ 292, 293).

d. Xhoxhaj/Arnavutluk Kararı

73. AİHM Xhoxhaj/Arnavutluk (B. No: 15227/19, 9/2/2021) kararında, Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvurucunun meslekten çıkarılması ve bunun bir sonucu olarak hâkimlik mesleğinden süresiz olarak yasaklanmasından kaynaklı iddialarını özel hayata saygı hakkı kapsamında ele almıştır. Arnavutluk'ta gerçekleştirilen yargı reformu kapsamında tüm hâkim ve savcıların mal varlıkları, organize suçlarla bağlantılarının olup olmadığı ve mesleki yönden yeterli olup olmadıkları incelenmiştir. Yapılan değerlendirme neticesinde başvurucu mülkiyetinde yer alan bazı mal varlığı değerlerinin kaynağını açıklayamaması nedeniyle meslekten çıkarılmış, bunun bir sonucu olarak da hâkimlik yapmaktan süresiz olarak yasaklanmıştır.

74. AİHM öncelikle somut olayda Sözleşme'nin 6. maddesinin cezai yönünün uygulanabilir olmadığına hükmetmiş, incelemesini adil yargılanma hakkının medeni hak ve yükümlülükler yönüyle yapmıştır. AİHM; bu kapsamda inceleme organlarının bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun olduğu, yargılamanın adil olmadığı, itiraz makamı önünde aleni duruşma yapılmadığı ve hukuki kesinlik ilkesinin ihlal edildiği yönündeki iddiaları ayrı ayrı incelemiş ve Sözleşme'nin 6. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Xhoxhaj/Arnavutluk, §§ 230-353).

75. AİHM ayrıca başvurucunun hukuka aykırı ve keyfî olarak görevden alındığı, bunun bir sonucu olarak da hâkimlik mesleğini yapmaktan süresiz şekilde yasaklandığı iddiasını Sözleşme'nin 8. maddesi yönünden incelemiştir. AİHM, öncelikle somut olayda Sözleşme'nin 8. maddesinin uygulanabilir olduğunu tespit etmiştir (Xhoxhaj/Arnavutluk, §§ 356-364). Esas yönünden AİHM; meslekten çıkarılan başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahale edildiğini, bu müdahalenin hukuki dayanağının ve meşru amacının bulunduğunu belirtmiştir (Xhoxhaj/Arnavutluk, §§ 374-393). Bununla birlikte müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli olup olmadığına yönelik olarak yaptığı incelemede öncelikle Arnavutluk'taki yargı reformunun acil bir toplumsal ihtiyaca karşılık geldiğini belirtmiş, ardından ulusal makamlar tarafından sunulan gerekçelerin meslekten çıkarma tedbiri için yeterli ve ikna edici olup olmadığını, bu gerekçelerin yeterli bir bireyselleştirmeye dayanıp dayanmadığını değerlendirmiştir. Bu kapsamda yaptığı değerlendirme neticesinde ulusal makamlar tarafından başvurucunun mal varlığı hakkında yapılan gerekçelendirmenin yeterli ve ikna edici olduğu kanaatine varmıştır (Xhoxhaj/Arnavutluk, §§ 394-412).

76. Öte yandan AİHM, başvurucunun meslekten çıkarma tedbirinin bir sonucu olarak hâkimlik mesleği yapmaktan ömür boyu yasaklanmasının ölçülü olup olmadığı üzerinde durmuştur. Hâkimlerin ve özellikle de başvurucu gibi yüksek derecede sorumluluk gerektiren görevlerde bulunanların devletin egemenlik yetkisinin bir kısmını kullandıklarını vurgulamış, başvurucuya ve ciddi etik ihlalleri nedeniyle görevden alınan diğer kişilere getirilen ömür boyu meslekten men cezasının yargı makamının dürüstlüğünü ve halkın adalet sistemine olan güvenini sağlamak şeklindeki meşru amaçlarla uyumsuz veya orantısız olmadığını belirtmiştir. AİHM tüm bu gerekçelerle somut olayda Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Xhoxhaj/Arnavutluk, §§ 413, 414).

e. Naidin/Romanya Kararı

77. Naidin/Romanya (B. No: 38162/07, 21/10/2014) kararında AİHM, siyasi polis memuruyla çalıştığına ilişkin olarak yapılan tespite dayanılarak kamu hizmetinde görev yapmaktan yasaklanan başvurucunun iddiasını özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağı kapsamında ele almıştır.

78. Olayda, 1990 ve 1991 yıllarında yüksek rütbeli hükûmet memuru olarak çalışan başvurucu, sonrasında parlamento üyesi olarak da görev yapmıştır. Başvurucu 2000 yılında üçüncü kez seçimlere katılmış ve bu süreçte Eski Siyasi Polis Arşivleri Araştırma Ulusal Konseyi başvurucunun geçmişi hakkında resen soruşturmalar gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda başvurucunun 1971-1974 yılları arasında, şüpheli olduğu düşünülen bazı iş arkadaşları hakkında bilgi sağlamak üzere siyasi polisle iş birliği yaptığı sonucuna varılmıştır. Başvurucu, geçmiş faaliyetleriyle ilgili olarak ortaya konulan yorumlara mahkeme nezdinde itiraz etmiş ancak itirazı reddedilmiştir. 2003 yılında, siyasi polis memuruyla çalıştığı tespit edilen kişileri kamu hizmetinde görev yapmaktan yasaklayan bir yasal değişiklik getirilmiştir. Başvurucu, parlamento döneminin sonu olan 2004 yılında memur olarak çalışmalarına devam etme talebinde bulunmuş ancak bu talebi anılan düzenleme çerçevesinde reddedilmiştir. Yargılama sürecinde ayrımcılık temelli şikâyetlerini dile getiren başvurucunun iddiaları, yasama organının sahip olduğu takdir yetkisine ve mevcut koşulların zorunlu kıldığı gerekliliklere dayanılarak reddedilmiştir (Naidin/Romanya, §§ 6-17).

79. Başvurucu, temelde istihdam yasağının mutlak nitelikte olması ve eylemlerinin önemsizliğinin dikkate alınmaması nedeniyle Sözleşme'nin 8. maddesiyle bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuştur. AİHM, kural olarak devletlerin kamu hizmetinde istihdam şartlarını düzenlerken meşru bir menfaate sahip olduklarını ve demokratik bir devletin bünyesinde görev yapan çalışanlarından devletin kuruluşunun dayandırıldığı anayasal ilkelere sadakat göstermesini isteme haklarının olduğunu vurgulamıştır. Romanya'nın komünist rejim sırasındaki durumunun dikkate alınmasının gerektiğini ifade eden AİHM, devletin geçmişin tekerrür etmesini önlemek üzere kendisini savunabilecek nitelikte bir demokrasi temelinde kurulması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda başvurucuya uygulanan kamu hizmetinde istihdam yasağına ilişkin muamelenin ulusal güvenlik, kamu düzeni ve başkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunması konusunda meşru bir amaç izlediği sonucuna varmıştır (Naidin/Romanya, §§ 49-51).

80. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun kariyer beklentilerinin yalnızca kamu hizmetinde durdurulduğunu belirtmiş ve devlet memurlarının, özellikle başvurucunun istihdam edilmek istediği gibi yüksek derecede sorumluluk getiren görevlerde bulunan kişilerin devletin egemenlik gücünden pay sahibi olduğunu vurgulamıştır. Başvurucuya uygulanan yasağın kamusal yararın korumasından sorumlu kişilerin sadakatini sağlama konusunda devlet tarafından izlenen yasal amaçla orantısız olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca kararda başvurucunun özel sektörde, devletin ekonomik, siyasi ve güvenlikle ilgili çıkarları için potansiyel öneme sahip şirketlerde ya da kamu otoritesinin uygulanmasıyla bağlantılı olmayan diğer kamu sektörü alanlarında istihdam edilme olanağını etkileyecek herhangi bir kısıtlamanın uygulanmadığını dile getirmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun iddialarının yargılama süreçlerinde incelendiğini ve ulusal mercilere bırakılan takdir yetkisi kapsamında yer alan fiilî unsurların oluşturulduğunu açıklanmıştır. AİHM, yerel mahkemeler tarafından ulaşılan tespitlerin yerindeliğinin sorgulanamayacağını belirterek özel hayata saygı hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edilmediği kanaatine ulaşmıştır (Naidin/Romanya, §§ 42-57).

2. Bangalor Yargı Etiği İlkeleri ve Budapeşte İlkeleri

81. Yargıda Doğruluğun Güçlendirilmesine Yönelik Yargı Grubu tarafından kabul edilen 2001 Bangalor Yargı Etiği Taslak Belgesi 25/11/2002-26/11/2002 tarihlerinde Lahey Barış Sarayı'nda düzenlenen Yüksek Mahkeme Başkanları Yuvarlak Masa Toplantısı'nda revize edilmiştir. Bangalor Yargı Etiği İlkelerinde bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk, dürüstlük, eşitlik, ehliyet ve liyakat korunan değerler olarak sayılmıştır. Bu bağlamda öncelikle hâkimin herhangi bir yerden herhangi bir sebeple doğrudan ya da dolaylı olarak gelebilecek her türlü dış etki, rüşvet, baskı, tehdit ve müdahaleden uzak şekilde olaylara ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak ve hukuka dair kendi vicdani anlayışı ile uygun biçimde yargı işlevini bağımsız olarak yerine getirmesi gerektiği belirtilmiştir. Öte yandan hâkimin mahkeme içinde ve dışında halkın, hukukçuların ve dava taraflarının yargı ve hâkim tarafsızlığına duyduğu güveni koruyacak ve artıracak davranışlar içinde olması gerektiği ifade edilmiştir.

82. Anılan ilkeler kapsamında vurgulanan bir diğer husus ise sürekli kamu gözetiminin öznesi konumunda olan hâkimin sıradan bir vatandaşın ağır olarak nitelendirebileceği kişisel sınırlamaları kabul etmek durumunda olduğu, özellikle yargı vazifesinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranması gerektiğidir. Bu bağlamda ayrıca hâkimin diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, dernek kurma ve toplanma özgürlüğüne sahip olduğu ancak bu hakların kullanılmasında yargı mesleğinin onurunu, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak şekilde davranması gerektiği hususu vurgulanmıştır.

83. 31/5/2005 tarihinde Avrupa Savcıları Konferansı'nda kabul edilen Savcılar İçin Etik ve Davranış Biçimlerine İlişkin Avrupa Esasları da (Budapeşte İlkeleri) Bangalor İlkeleri ile benzer ilkeleri içermektedir.

3. Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri

84. 26/8/1985-6/9/1985 tarihleri arasında Milano'da yapılan Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Tedavisi Yedinci Kongresi'nde kabul edilen 29/11/1985 tarihli ve 40/32 sayılı ile 13/12/1985 tarihli ve 40/146 sayılı kararlarla BM Genel Kurulu tarafından tasdik edilen Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Temel İlkelerinde "Yargı Bağımsızlığı", "Hâkimlerin İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü", "Hâkimlerin Nitelikleri, Göreve Seçilmeleri ve Eğitimleri", "Hizmet Şartları ve Hâkimlik Teminatı", "Mesleki Gizlilik ve Dokunulmazlık" ile "Disiplin, Uzaklaştırma ve Görevden Alma" başlıkları altında birtakım düzenlemeler yer almaktadır.

85. Anılan ilkeler kapsamında hâkimlerin sadece görevlerini yapamayacak duruma gelmeleri veya görevleriyle bağdaşmayacak davranışlarda bulunmaları sebebiyle görevlerinden alınabileceği veya görevlerine son verilebileceği belirtilmiştir. Bunun yanında bütün disiplin, uzaklaştırma ve göreve son verme işlemlerinin yargısal faaliyetin yerleşik standartlarına göre karara bağlanacağına, disiplin, uzaklaştırma ve göreve son verme kararlarının bağımsız bir denetime tabi olacağına yönelik ilkeler ortaya konulmuştur.

4. Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonunun 12/12/2016 Tarihli Görüşü

86. Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) 12/12/2016 tarihinde "15 Temmuz 2016 Başarısız Darbe Girişimi Sonrasında Çıkarılan 667 İlâ 676 sayılı Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Hakkında Görüş" isimli belgeyi yayımlamıştır.

87. Venedik Komisyonu; bir kişinin, somut olay bağlamında görevinden alınması için, suç örgütü ile gereken bağlantısının, suç örgütünün üyesi olarak tanımlanması için gereken bağlantıdan daha az yoğun olabileceğini kabul ettiğini, bu bağlamda bir kamu görevlisinin görevden geçici veya kalıcı olarak alınabilmesi için suç örgütüyle daha zayıf bir bağlantı kurmuş olmasının yeterli olabileceğini ifade etmiştir. Bununla birlikte anılan görüşünde bahse konu zayıf bağlantının yine de anlamlı, kamu görevlisinin sadakatiyle ilgili objektif kuşku uyandır nitelikte olması gerektiğini vurgulamıştır. Masum, tesadüfi vs. bağlantıların ise hariç tutulması gerektiğini belirtmiştir. Netice itibarıyla görevden alınmanın demokratik anayasal düzene sadakatte objektif olarak ciddi şüphe uyandıracak şekilde hareket edildiğini açıkça gösteren fiilî unsurlar kombinasyonunun varlığı hâlinde mümkün olabileceğini açıklamıştır (aynı görüşte bkz. §§ 130, 131).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

88. Anayasa Mahkemesinin 29/5/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Özel Hayata Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

89. Başvurucu;

i. Hakkındaki meslekten çıkarma kararının ağırlığı ve sonuçları itibarıyla cezalandırma niteliği taşıdığını belirterek adil yargılanma hakkının cezai yönüne ilişkin güvenceler yönünden de değerlendirme yapılması gerektiğini ileri sürmüştür.

ii. Hiçbir illegal oluşumla bir ilişkisi olmadığı hâlde ilgisi ve alakası bulunmayan bir hadise nedeniyle meslekten çıkarıldığını, meslekten çıkarma kararına yönelik itirazın aynı üyeler tarafından değerlendirildiğini, buna yönelik yargılamanın da bağımsız ve tarafsız olmayan yargı mercilerince yapıldığını belirtmiştir.

iii. Kamu görevinden çıkarılmadan önce tarafına savunma hakkı verilmediğini, ilgili makamlar önünde açıklamada bulunma imkânı elde edemediğini, yargılama sonucu açısından belirleyici etkisi olan, lehine gösterdiği delillerin araştırılmadığını ve taleplerinin karşılanmadığını, davanın duruşma açılmaksızın görüldüğünü ve uzun sürede tamamlandığını açıklamıştır.

iv. Yargılama safahatında tüm argümanlarına ayrı ayrı cevap verilmediğini, bu kapsamda Daire kararında HSK'ya müfettiş olarak atanmasının iltisak ve irtibat bağlamında gerekçelendirilmediğini, hakkındaki lehe beyanların dikkate alınmadığını dile getirmiştir.

v. Özel hayatına dair bilgilerden hareketle meslekten çıkarıldığını, adının internette yayımlanması suretiyle sosyal çevresinde terörist olarak algılanmasına neden olunduğunu, ceza yargılamasında beraat etmiş olmasının dikkate alınmadığını ifade etmiştir.

vi. Kalıcı şekilde meslekten çıkarıldığını, başka benzer meslekleri icra etmekten yasaklandığını, maaşından, sosyal haklarından mahrum bırakıldığını ve emekli olmasının önüne geçildiğini belirtmiştir.

vii. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde masumiyet karinesinin, adil yargılanma hakkının, özel hayata saygı hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

90. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu olay ve sürece ilişkin olarak genel bilgilere yer verilmiş; yargılama safahatının özeti yapılmıştır. Ayrıca özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin kanunilik, meşru amaç ve demokratik toplum düzeninde gereklilik kriterlerine ilişkin açıklamalarla birlikte yapılacak incelemede Anayasa'nın 15. maddesinin de dikkate alınmasının yararlı olacağı belirtilmiştir. Sonuç olarak mevcut başvuru ile ilgili Anayasa, mevzuat hükümleri ve Anayasa Mahkemesi içtihadı hatırlatılarak somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir. Ayrıca başvurucunun meslekten çıkarılmasına ilişkin olarak tesis edilen işlemin gerekliliğine, FETÖ/PDY'nin yargı içindeki konumuna, faaliyetlerine ve konu ile ilgili AİHM kararlarına ilişkin bilgilerin yer aldığı HSK Genel Sekreterliğinin yazısı Bakanlık görüşünün ekinde sunulmuştur.

91. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda ve olağan yargısal safahatta ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir. Bununla birlikte S.K. ile 2014 yılında görüştüğünde kendisinin FETÖ/PDY ile bağı olmadığını bildiğini, o dönemde atamaya tabi tutulan herkesin FETÖ/PDY ile bağı olduğunun söylenemeyeceğini vurgulamış, lehine olan tanık beyanlarının dikkate alınmadığını dile getirmiştir.

2. Değerlendirme

92. Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği" başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, özel hayatına ... saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."

93. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.

94. Başvurucunun iddialarının mesleki hayatına kamu gücü marifetiyle bir tedbir uygulanmasına, bu doğrultuda meslekten çıkarılmasına ve açtığı davanın reddedilmesine dayandığı görülmektedir. Kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir irtibatı olduğu ve mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bu bağlamda öncelikle başvurunun özel hayata saygı hakkı kapsamında uygulanabilir olup olmadığı hususunda aşağıda yer alan ölçütler dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerekmektedir (benzer yönde bir değerlendirme için bkz. C.A. (3), § 88).

a. Özel Hayata Saygı Hakkı Yönünden Uygulanabilirliğin Belirlenmesi

i. Genel İlkeler

95. Anayasa Mahkemesi önceki birçok kararında özel hayata saygı hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını içerdiğini, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığını ve kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu sıklıkla vurgulamıştır. Bununla birlikte özel hayata saygı hakkının daha ziyade özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda gözönünde tutulduğuna ilişkin değerlendirmelerde de bulunmuştur (K.Ş. [2. B.], B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 36; Serap Tortuk [1. B.], B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 62; Ata Türkeri [1. B.], B. No: 2013/6057, 16/12/2015, § 31; E.G. [GK], B. No: 2014/12428, 13/10/2016, § 34; Ayla Demir İşat, §§ 99-110; C.A. (3), § 90).

96. Anayasa Mahkemesinin özel hayata dair hususların kişinin mesleği ile ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanacağına ilişkin bu yaklaşımı, hakkın koruduğu değer olan özel hayatın bu kavrama ilişkin sebepler dolayısıyla ele alındığını göstermektedir. Zira özel hayatlarına ilişkin nedenlerle kişilerin mesleki hayatlarına yönelen müdahalenin ya da bu kişiler hakkında gerçekleştirilen eylem veya idari ya da adli işlemlerin onların özel hayat alanlarını etkileyeceği açıktır (C.A. (3), § 91; Ayla Demir İşat, § 100).

97. Bununla birlikte kişilerin mesleki hayatlarını ve buna bağlı kazanımlarını etkileyen bir müdahalenin sebep unsurunu özel hayata ilişkin davranışlar oluşturmamakla birlikte söz konusu müdahale, sonuçları itibarıyla kişilerin özel hayatını önemli ölçüde etkileyebilir (AYM, E.2018/159, K.2019/93, 24/12/2019, § 16). Kişilerin kamu görevinden çıkarılması, memuriyetlerinin alınması onların meslek ve sosyal hayatında üçüncü kişilerle kuracağı ilişkiler ve itibarları üzerinde ciddi etkiler oluşturabilir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 71).

98. Ancak özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmayan ve kişilerin mesleki hayatlarına yönelen müdahaleler ya da tedbirler içeren her durumun doğrudan özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu türden müdahalelerin konu olduğu süreçler, özel hayata saygı hakkının incelenmesini ve güvencelerinin harekete geçirilmesini sağlamaya elverişli olmalıdır. Mesleki hayata yönelik olarak gerçekleştirilen müdahalelerin ya da alınan tedbirlerin kişilerin sosyal yaşamlarına ve çevreleriyle kuracakları iletişime, dolayısıyla özel hayatlarına dolaylı da olsa bir etkisinin olacağı öngörülebilir olsa da bu kapsamdaki gerçekleşmiş ya da gerçekleşmesi muhtemel etkinin meselenin özel hayata saygı hakkı kapsamında ele alınmasını gerekli kılacak ölçüde ciddi ve asgari bir ağırlık düzeyinde olduğunun ortaya konulması gerekir. Ağırlığın belirlenmesi ise her somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak ve başvurucuların ortaya koyacakları değerlendirilebilecek mahiyetteki iddia ve deliller irdelenerek gerçekleştirilebilir (C.A. (3), § 93; Ayla Demir İşat, § 102).

99. Bu çerçevede özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki hayata yönelen müdahalelerin ya da tedbirlerin özel hayata saygı hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için muhataplarının özel hayatları üzerine ciddi etkisi olması veya bu düzeyde bir etkinin doğmasının muhtemel olması gerekir. Bu türden bir meselenin özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesini gerekli kılan asgari ağırlık düzeyinde olup olmadığının değerlendirilmesinde şu hususlar dikkate alınmalıdır: Kişinin iç dünyasında meydana gelen etkinin derecesi, kişinin sosyal çevresinde ve itibarında meydana gelen etkinin derecesi, kişinin mesleğine ilişkin nesnel nitelikler dikkate alındığında muhatap olduğu müdahalenin ya da tedbirin neden olacağı etkinin ya da zararın derecesi, etkinin ya da zararın ne derecede ikna edici açıklamalarla ortaya konulduğu ve delillendirildiği ile mesleki hayata yönelik müdahalelerin ya da tedbirlerin nedenleri (C.A. (3), § 94; Ayla Demir İşat, § 103).

100. Söz konusu ağırlık düzeyi belirlenirken muhatap kişilerde meydana gelen veya gelebilecek olan üzüntü, endişe, gelecek kaygısı ya da korku gibi duyguların özel hayatlarına olan somut etkileri ve yansımaları dikkate alınacağından bu hususlarda yeterli, ikna edici açıklamalarda bulunulması ve iddiaların delillendirilmesi gerektiği hususu, önemi dolayısıyla yeniden vurgulanmalıdır (C.A. (3), § 95).

101. Ayrıca mesleki hayatı etkileyen bir tedbirin özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturduğuna ilişkin iddiaların uygulanabilirliğinin değerlendirilebilmesi için bu iddiaların bireysel başvuru yolundan önce tüketilmesi gereken idari ya da yargısal süreçlerde ileri sürülmüş olması gerekir (C.A. (3), § 96).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

102. Somut olayda başvurucu; devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplardan ya da terör örgütlerinden olan FETÖ/PDY ile irtibatı yahut iltisakı olduğu gerekçesiyle hâkimlik ve savcılık mesleğinden çıkarılmıştır.

103. Süreç içinde verilen kararlar incelendiğinde meslekten çıkarma işleminin gerekçesinin başvurucu hakkındaki tanık beyanına ve HSK müfettişliğine atanmasına ilişkin tespite dayandığı, bu suretle yargı mercilerinin başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu konusunda yeterli delil bulunduğunu kabul ettiği görülmüştür.

104. Dolayısıyla başvurucunun mesleki hayatına yönelik olarak gerçekleşen söz konusu tedbirin özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanmadığı açıktır. Bu durumda başvurucunun hâkimlik ve savcılık mesleğinden çıkarılmasına ilişkin uyuşmazlığın, işlemin sonuçları itibarıyla özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesini gerekli kılan asgari ağırlık düzeyinde olup olmadığı değerlendirilmelidir.

105. Yargı mensubu olan ve HSK tarafından meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilen başvurucu; kalıcı şekilde meslekten çıkarıldığını, başka benzer meslekleri icra etmekten yasaklandığını, maaşından, sosyal haklarından mahrum bırakıldığını, sosyal çevresinde terörist olarak algılanmasına neden olunduğunu belirtmiştir. Başvurucunun mesleki hayatına yönelik müdahalenin başkaları ile ilişki kurabilme ve geliştirebilme imkânını önemli ölçüde zayıflamasına, sosyal ve mesleki itibarını koruyabilmesi açısından ciddi sonuçların ortaya çıkmasına yol açacağı, neticede meslekten çıkarmanın özel hayatına önemli bir ağırlık derecesinde yansıyacağının ve özel hayatı üzerinde etki doğuracağının muhtemel olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun dile getirdiği endişeler, ifa ettiği görevin toplumsal önemi ile niteliği, FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılması hususları birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun yaşadığı endişenin iç ve dış dünyasında meydana getirdiği etkinin ciddi düzeye ulaştığı anlaşılmıştır.

106. Açıklanan gerekçelerle mevcut başvuruda mesleki hayata yönelik müdahalenin başvurucunun özel hayatını ciddi şekilde etkilediği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı anlaşıldığından başvurunun özel hayata saygı hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

b. Başvuruyu İnceleme Yönteminin Belirlenmesi

107. Bireylerin temel hak ve hürriyetlerine yönelen müdahalelerin koşulları ve hangi hukuki rejim çerçevesinde gerçekleştirildiği anayasallık denetiminin yöntemini doğrudan belirler. 1982 Anayasası, temel hak ve hürriyetlerin korunmasına yönelik olarak olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim öngörmektedir. Temel hak ve hürriyetlerin olağan dönemde sınırlanması rejimi Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenmişken temel hak ve hürriyetlerin savaş, seferberlik veya OHAL dönemlerinde sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi Anayasa'nın 15. maddesinde yer almaktadır. Başvurunun incelenmesinde öncelikle gerçekleştirilen müdahalenin hangi hukuki rejime tabi olduğu saptanmalıdır.

i. Genel Açıklamalar

 (1) OHAL Yönetim Usulünün Anayasal Çerçevesi

108. Olağanüstü yönetim usulleri iç karışıklık, ayaklanma, savaş tehlikesinin baş göstermesi, savaş hâli, doğal afet, ağır ekonomik bunalım ve benzeri nedenlerle devletin ve toplumun güvenliğini büyük ölçüde sarsan durumlarla karşılaşıldığında başvurulan yönetim şekilleridir. Belirtilen durumların devletin ve toplumun varlığı ile güvenliği bakımından büyük bir tehlike oluşturduğu kuşkusuzdur. Olağan dönemdeki yönetim rejiminin ve hukuk kurallarının bu tehlikelerin giderilmesinde yetersiz kalabilmesi nedeniyle çağdaş hukuk sistemlerinde olağanüstü hâllerde özel yönetim usullerinin uygulanmasına da imkân tanınmaktadır. Başka bir ifadeyle olağanüstü yönetim usulleri bir zaruretten kaynaklanmakta olup demokratik anayasal düzenin korunması ve sürdürülebilmesi için bu yönetim usullerine başvurulması zorunluluğu ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda olağanüstü şartları doğuran tehlikelerin bertaraf edilebilmesi için ivedi olarak önlem ve karar alabilme ihtiyacı duyan yürütmenin yetkilerinin artırılması gerekebilmektedir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 3).

109. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesince sıklıkla vurgulandığı üzere demokratik ülkelerde olağanüstü yönetim usulleri, hukuku dışlayan keyfî yönetim anlamına gelmez. Anayasa'dan kaynağını alan olağanüstü yönetim usulleri bu kurallara göre yürürlüğe konularak yasama ve yargı organlarının denetiminde varlıklarını sürdürmektedir. Olağanüstü yönetimlerin amacı anayasal düzeni korumak ve savunmaktır. Bu nedenle OHAL yürütme organına önemli yetkiler vermesine, hak ve özgürlükleri de önemli ölçüde sınırlandırmasına karşılık hukuki bir rejimdir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 4).

110. Anayasa Mahkemesince daha önce ifade edildiği üzere Anayasa'nın mülga 121. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince olağanüstü hâllerde Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu OHAL'in gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahiptir. Yine Anayasa'nın mülga 91. maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim hâli ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere Anayasa'nın İkinci Kısmı'nın Birinci ve İkinci Bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile Dördüncü Bölümü'nde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK'larla düzenlenemeyeceği belirtilmekte iken sıkıyönetim halinde ve olağanüstü hâllerde söz konusu hak ve ödevler yönünden de KHK ile düzenleme yapılmasına bir engel bulunmamaktadır (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, §§ 6,7).

 (2) OHAL Döneminde Alınan Tedbirin Tabi Olduğu Hukuki Rejimin Belirlenmesi

111. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması" başlıklı 15. maddesi şöyledir:

“Savaş, seferberlik veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

112. Anayasa'nın savaş, seferberlik hâlinde ve olağanüstü hâllerde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasının hatta kullanılmasının durdurulmasının özel olarak düzenlendiği 15. maddesine göre temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür. Ancak anılan maddede yürütmeye tanınan bu yetki sınırsız değildir. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet karinesine aykırı işlem yapılamayacağı kabul edilmiştir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 14).

113. OHAL yönetim usullerine başvurulmasındaki temel amaç, bu yönetim rejiminin uygulanmasına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesini sağlamaktır. Devletin veya toplumun varlığının ya da kamu düzeninin karşı karşıya kaldığı ağır tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesi amacına yönelik olarak olağanüstü yönetim usulünün uygulandığı dönemlerde, temel hak ve özgürlükleri olağan döneme kıyasla daha fazla sınırlandıran tedbirlerin alınması gerekebilir. Bu nedenle Anayasa'nın 15. maddesinin uygulanabilmesi için ilgili kuralın ve alınan tedbirin OHAL'in gerekli kıldığı konularla ilgisi bulunmalıdır (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 15).

114. Ayrıca tedbirin Anayasa'nın olağanüstü dönem için öngördüğü denetim rejimine tabi olabilmesi için OHAL'in ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesi amacına yönelik olması ve OHAL süresiyle sınırlı uygulanması gerekir. Dolayısıyla ancak bu iki özelliği taşıyan bir tedbirin Anayasa'ya uygunluk denetiminde olağanüstü hâllerde Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlanmasını ve durdurulmasını düzenleyen 15. maddesi esas alınabilir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 190-192; AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 17).

115. Tedbirin OHAL ilanına neden olan tehdit veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olmadığı ya da OHAL süresini aşacak şekilde uygulandığı durumlarda ise söz konusu tedbirle bireylerin temel hak ve hürriyetlerine yapılan müdahalenin Anayasa'ya uygunluk denetiminde Anayasa'nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Anılan amacı taşıyan ve OHAL döneminde hayata geçirilen tedbir ya da işlem, geleceğe yönelik genel, soyut ve herkesi bağlayıcı bir etki meydana getirmediği takdirde bu tedbirin OHAL dönemini aştığı söylenemez (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, §§ 18, 66, 154).

ii. Mevcut Başvuruyu İnceleme Yöntemi

116. Belirtilen ilkeler ışığında mevcut başvuruda öncelikle gerçekleştirilen müdahalenin hangi hukuki rejime tabi olduğu belirlenmelidir.

117. İnsan haklarına ilişkin bazı uluslararası belgelerde devletlerin karşılaştıkları savaş veya ulusun varlığını ya da yaşamını tehdit eden olağanüstü durumlarda olağan dönemdeki hukuk rejiminin dışına çıkabilmelerine ve olağan dönemdeki uluslararası yükümlülüklerine aykırı tedbirlere başvurabilmelerine imkân tanınmıştır. Bu çerçevede Türkiye'nin tarafı olduğu MSHUS'nin 4. ve Sözleşme'nin 15. maddelerinde bu dönemlerde belirli koşullarla anılan sözleşmelerdeki yükümlülüklere aykırı tedbirler alınabileceği düzenlenmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 169, 170; ayrıca bkz. §§ 62, 63). Anayasa Mahkemesinin olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemlerde, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla yapılan başvuruları inceleme yetkisi olduğunu belirtmek gerekir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 181).

118. Anayasa'nın 13. maddesi, olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin hangi ölçütler gözönünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 184). OHAL dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hatta durdurulmasına ilişkin ölçütlerin yer aldığı Anayasa'nın 15. maddesine göre ise savaş, seferberlik veya OHAL dönemlerinde temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulabilmesi, bunlar için Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmesi mümkündür. Ancak Anayasa'nın 15. maddesi, bu hususta kamu otoritelerine sınırsız bir yetki tanımamaktadır. Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olmaması ve durumun gerektirdiği ölçüde olması gerekir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 186).

119. Somut olayda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00'den itibaren doksan gün süreyle OHAL ilan edilmesine karar vermiştir. Ayrıca 21/7/2016 tarihinde ilgili birimlere derogasyon beyanında bulunulmuştur (bkz. §§ 9, 10). OHAL'in uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve BM Genel Sekreterliğine bildirilmiştir. Söz konusu OHAL ilanının nedeni cebir ve şiddet kullanılarak anayasal düzenin değiştirilmeye çalışıldığı 15 Temmuz darbe teşebbüsüdür. Başvuruya konu olan ve OHAL döneminde hayata geçirilen meslekten çıkarma işlemine dayanak olan kanuni düzenlemeler, terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ya da gruplara iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin görev yaptıkları teşkilata yeniden alınmalarını, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmelerini, doğrudan ya da dolaylı olarak görevlendirilmelerini engelleyen kural OHAL ilanına neden olan tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesine yöneliktir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 153).

120. Başvuruya konu olan meslekten çıkarma tedbiri, OHAL durumuyla bağlantılı olarak bireysel işlem şeklinde tesis edilmiş ve OHAL döneminde uygulanmıştır. Tedbirle, meslekten çıkarılan başvurucunun bir daha bu göreve getirilmesi engellenmiş; böylece başvurucuya yönelik olarak OHAL sonrası dönemi kapsayacak şekilde geleceğe yönelik yasaklama getirilmiştir. Ancak burada uygulanan tedbirin düzenleyici işlemlerde olduğu gibi genel ve herkesi bağlayıcı bir niteliği bulunmamaktadır. Tedbire dayanak olan kural OHAL dönemindeki durumları değerlendirilerek terör örgütleriyle ya da millî güvenliğe aykırı faaliyette bulunan yapı oluşum veya gruplarla irtibatlı yahut iltisaklı olduğu tespit edilen kişilere özgü düzenleme getirmektedir. Başka bir ifadeyle kural, düzenleyici işlemlerde olduğu gibi benzer durumda bulunan kişilere ve olaylara OHAL sonrası durumları da dikkate alınmak suretiyle uygulanacak şekilde geleceğe yönelik hüküm ve sonuç doğurma özelliği taşımamaktadır. Söz konusu kurala dayanılarak gerçekleştirilen somut tedbir, başvurucu hakkında OHAL döneminde defaten uygulanmış; hüküm ve sonuçlarını doğurmuştur. Anayasa Mahkemesi, benzer şekilde kamu görevinden çıkarma usulünün dayanağı olan düzenlemelerin anayasallık denetimini yaptığı 24/6/2021 tarihli ve E.2018/81, K.2021/45 sayılı kararında da bu hususu vurgulamıştır (bkz. § 60).

121. Bu durumda terör örgütleriyle veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ya da gruplarla iltisaklı ve irtibatlı olduğu OHAL dönemindedeğerlendirilen başvurucunun hâkimlik ve savcılık mesleğinden çıkarılmasını ve bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemesini içeren işleme yönelik olarak gerçekleştirilen bireysel başvuruya ilişkin incelemenin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

122. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

123. OHAL durumuyla bağlantılı olan ve OHAL ilanına neden olan tehlikenin bertaraf edilmesi amacını taşıdığı tespit edilen tedbirin olağanüstü dönemde meşru olup olmadığının Anayasa'nın 15. maddesine göre yapılacak incelemesinde;

i. Tedbirin Anayasa'daki çekirdek haklarla ilgili olup olmadığı,

ii. Milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırılık teşkil edip etmediği,

iii. Durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığı değerlendirilmelidir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 186; Ayla Demir İşat, § 146).

i. Tedbirin Anayasa'daki Çekirdek Haklarla İlgili Olup Olmadığı

124. Olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı dönemde temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden ve Anayasa'da yer alan güvencelere aykırı olan tedbirin meşru kabul edilebilmesi için öncelikli olarak Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan hak ve özgürlüklere dokunmaması gerekir. Buna göre olağanüstü dönemde de olsa savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez, suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Eğer Anayasa'da yer alan güvencelere aykırı tedbir, anılan çekirdek haklarla ilgiliyse Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında meşru kabul edilmez ve başka bir inceleme yapılmaksızın ilgili hak ve özgürlüğün ihlal edildiği sonucuna varılır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 196, 197).

125. Savaş, seferberlik veya OHAL ilanı gibi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında özel hayata saygı hakkı yer almamaktadır. Dolayısıyla bu hak yönünden OHAL dönemlerinde Anayasa'daki güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.

126. Ayrıca Anayasa Mahkemesi; kamu görevinden çıkarmaya ilişkin tedbirlerin muhataplarının özel sektörde çalışma imkânını ortadan kaldırmadığına, ciddiyet ve ağırlığının söz konusu tedbire cezai bir özellik kazandıracak boyutta olmadığına karar vermiştir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 142). Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi 4/8/2016 tarihli ve E.2016/6, K.2016/12 sayılı kararında, benzer şekildeki kamu görevinden çıkarma tedbirinin olağanüstü tedbir niteliğinde olduğunu ifade etmiştir. Öngörülen tedbirlerin cezai niteliğinin olmamasının bir sonucu olarak başvuruya konu olan tedbire ceza hukukunun çekirdek haklarının uygulanmasını gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

ii. Tedbirin Milletlerarası Hukuktan Doğan Yükümlülüklere Aykırı Olup Olmadığı

127. Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında yapılacak ikinci inceleme, tedbirin milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. Bu yükümlülüklerin başında, taraf olunan insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükler gelmektedir.

128. MSHUS'un 4. ve Sözleşme'nin 15. maddelerine göre ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü bir durum meydana geldiğinde devletler, bu sözleşmelerdeki yükümlülüklerini azaltacak tedbirler alabilir. Ancak MSHUS'nin 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Sözleşme'nin 15. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 4., 6 No.lu Protokol'ün 3. ve 13 No.lu Protokol'ün 2. maddelerinde yükümlülüğün azaltılmasının mümkün olmadığı bazı hak ve özgürlüklere yer verilmiştir. Bunların önemli bir kısmı, Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrasında da yer almaktadır. Bununla birlikte Anayasa'nın 15. maddesinde sayılan çekirdek haklar arasında yer almasa da milletlerarası hukuktan doğan yükümlülüklere aykırı olan tedbirler anılan ölçütle bağdaşmayacağından meşru görülemez (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 198-201).

129. Somut başvuruya konu olan tedbirle müdahalede bulunulan özel hayata saygı hakkı, milletlerarası hukuktan kaynaklanan yükümlülük olarak insan hakları alanında Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden özellikle MSHUS'nin 4. maddesinin (2) numaralı ve Sözleşme'nin 15. maddesinin (2) numaralı fıkralarında, bu Sözleşme'ye ek protokollerde dokunulması yasaklanan çekirdek haklar arasında sayılmamıştır. Yine somut olayda başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahale içeren tedbirin milletlerarası hukuktan kaynaklanan diğer herhangi bir yükümlülüğe (olağanüstü dönemlerde de korunmaya devam eden bir güvenceye) aykırı olduğu da saptanmamıştır.

iii. Tedbirin Durumun Gerektirdiği Ölçüde Olup Olmadığı

 (1) Genel İlkeler

130. Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca olağanüstü yönetim rejimlerinin uygulandığı dönemde temel hak ve özgürlüklere müdahale oluşturan tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak son inceleme tedbirin durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının belirlenmesidir. Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçülülük -Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük kavramından farklı olarak- olağanüstü yönetim usullerinin uygulanmasına neden olan durum karşısındaki ölçülülüğü belirtmektedir. Bu itibarla Anayasa'nın 15. maddesinde belirtilen ölçülülük, Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçülülük kriterine göre temel hak ve özgürlüklere daha fazla müdahale etmeye izin vermektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 203; Ayla Demir İşat, § 153).

131. Anayasa'nın 15. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sınırlandırılması veya durdurulması için başvurulan aracın amacı gerçekleştirmeye elverişli ve bunun için gerekli olmasını, ayrıca araçla amacın orantılı olmasını ifade etmektedir (AYM, E.1990/25, K.1991/1, 10/1/1991). Buna göre tedbir, olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikenin ortadan kaldırılması amacına ulaşma bakımından elverişli ve bu amacın gerçekleştirilmesi için gerekli olmalı; ayrıca ulaşılmak istenen amaç doğrultusunda ortaya çıkan kamu yararı ile temel hak ve özgürlüğü sınırlandıran tedbirin birey üzerindeki olumsuz etkisi arasında orantısızlık bulunmamalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 204; Ayla Demir İşat, § 154; kıyasen birçok karar arasından bkz. AYM, E.2013/57, K.2013/162, 26/12/2013).

132. Ölçülülüğün unsurlarının tespitinde tedbirin alındığı dönemin tüm koşulları birlikte değerlendirilmelidir. Bu kapsamda olağanüstü dönemde temel hak ve özgürlüklere yönelik müdahale teşkil eden tedbirin ölçülülüğüne ilişkin unsurlar değerlendirilirken olağanüstü yönetim usullerinin benimsenmesine neden olan tehdit veya tehlikenin niteliğinin öncelikle dikkate alınması gerekir. Yine müdahale edilen hak ve özgürlüğün niteliği de önemlidir. Bununla birlikte tedbirin alındığı zaman da ölçülülüğün belirlenmesinde gözönünde bulundurulmalıdır. Zira olağanüstü durumu oluşturan olayların yaşandığı ve somut tehlikenin tüm gerçekliğiyle birlikte ortada olduğu dönemde alınan bir tedbir ile tehlikenin veya bunu doğuran tehdidin büyük ölçüde bertaraf edildiği bir zamanda alınan tedbir farklı şekilde değerlendirilmelidir. Bu bakımdan değerlendirme yapılırken tedbirin alındığı andaki koşullar dikkate alınmalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 205-207; Ayla Demir İşat, § 155).

133. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden tedbirin süresi, kapsamı ve ağırlığı ölçülülüğün belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Nitekim müdahalenin süresi arttıkça bireyin üzerindeki külfet de ağırlaşmaktadır. Bunun yanında bir tedbir kısa süreli olmakla birlikte kapsamı veya ağırlığı itibarıyla temel hak ve özgürlükleri çok ciddi ölçüde etkileyebilir. Böylece tedbirin ağırlığı, süresinden bağımsız olarak bireyin aşırı bir külfet altına girmesine neden olabilir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 208; Ayla Demir İşat, § 156).

134. Bu bağlamda alınan idari tedbirin durumun gerektirdiği ölçüde olduğu ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya konulmalıdır. Bu durum, maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak şekilde belirlenmesini gerekli kılan ceza yargılamalarından farklı olarak OHAL ilanına neden olan tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik alınan tedbirin gerekliliğinin ciddi ve objektif şekilde açıklanmasının yeterli olmasını ifade etmektedir.

135. Ayrıca temel hak ve özgürlüklere yönelik ölçüsüz veya keyfî müdahaleler karşısında bireylere koruma sağlayacak usul güvenceleri OHAL dönemlerinde de temin edilmelidir. Dolayısıyla bireylerin bu güvencelerden önemli ölçüde yoksun bırakılmaları ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayacaktır. Ayrıca bir tedbirin olağanüstü durumu oluşturan tehdit veya tehlikeyi bertaraf etmeye elverişli, bunun için gerekli ve ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olup olmadığı hususlarında söz konusu tehdit veya tehlike ile karşı karşıya kalan ve onunla mücadele etme bakımından öncelikli sorumluluğu bulunan kamu makamlarının geniş bir takdir alanı bulunmaktadır. Bununla birlikte -bireysel başvuruya konu edildiğinde- alınan tedbirin bu takdir alanını aşıp aşmadığını incelemek Anayasa Mahkemesinin görevidir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 209, 210; Ayla Demir İşat, § 157).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

136. Kişilerin kendilerinin ve ailelerinin geleceğini ve itibarını etkileyen mesleki hayata yönelik tedbirlerin keyfî olmaması, bu kapsamda doğan uyuşmazlıkların özel hayata saygı hakkının gereklilikleri bağlamında çözümlenmesi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de geçerli olan temel güvencelerdir (Ayla Demir İşat, § 150). Bu bağlamda Anayasa'nın 15. maddesi uyarınca OHAL yönetim rejiminin uygulandığı dönemde başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturan tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak nihai inceleme, bu tedbirin durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olacaktır.

137. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarmaya ilişkin genel ve soyut normlar yürürlüğe konulmuş, yargı mensupları da dâhil olmak üzere birçok kamu görevlisi hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler gerçekleştirilmiştir (bkz. §§ 11, 42, 43; ayrıca bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Başvurucunun hâkimlik ve savcılık mesleğinden çıkarılmasına ve kamu görevinden yasaklanmasına ilişkin olarak alınan tedbirin ve bu kapsamda yargı mercilerince ulaşılan sonucun durumun gerektirdiği ölçüde olduğunun söylenebilmesi için öncelikle keyfîlik içermemesi gerekir. Diğer taraftan söz konusu tedbirin ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken ülkemizde OHAL ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ve OHAL ilanı sonrasında ortaya çıkan koşullar dikkate alınmalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 349; Ayla Demir İşat, § 152).

138. Anayasa Mahkemesince vurgulandığı üzere 15 Temmuz darbe teşebbüsü sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil bununla sıkı bağı olan bireylerin temel hak ve özgürlükleri ve millî güvenlik yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit oluşturmuş, ülke tarihinde ulusun yaşamını hatta varlığını hedef alan millî güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri olmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 215).

139. Terör faaliyetleri, tüm dünyada demokratik topluma ve bireylerin şiddetten ari bir ortamda yaşamını sürdürmesine yönelik en ciddi tehditlerin başında gelmektedir. Terör örgütleri çoğunlukla belli bir ülkenin coğrafi hudutlarıyla sınırlı olarak faaliyet göstermemekte, uluslararası mahiyeti bulunan bir küresel güvenlik sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendine özgü yapısı ve gizlilik esasına dayanan çalışma yöntemi, sivil organizasyonları örgütsel amaçlarına ulaşabilmek amacıyla kullanmadaki maharetiyle FETÖ/PDY, yetkili makamlarca 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olarak tespit edilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere emniyet, yargı, eğitim ve din alanında faaliyet gösteren ülkedeki tüm kamu kurum ve kuruluşlarında, siyasi partiler, sendikalar, vakıf ve dernekler ile ticari kuruluşlar gibi sivil organizasyonlarda örgütlenen FETÖ/PDY, faaliyetleri dünyanın her yanına yayılmış en organize ve tehlikeli terör örgütlerinden biri olarak kabul edilmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 217; Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020, § 148). Yargı kararlarında FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi örgütlenme, kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyetle hareket etme gibi özelliklerinin bulunması nedeniyle çözümlenmesi zor ve karmaşık bir yapıda olduğu, büyük gizlilik içinde istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme yöntemleri ile uygulamaları ve kaynağı bilinmeyen paralar kullanarak böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı konusunda tespitlerde bulunulmuştur (bkz. §§ 8, 50, 52). Ayrıca Anayasa Mahkemesi daha az önem taşıyan bir ünvan veya pozisyon için alınan tedbirlerin niçin gerekli olduğunun ortaya konulması yönündeki ölçütün FETÖ/PDY'nin örgüt içi hiyerarşik yapısının taşıdığı söz konusu özellikler dikkate alınarak mutlak olarak uygulanamayacağını ifade etmiştir (C.A. (3), § 133).

140. Darbe teşebbüsü, egemenliğin kaynağı olmayan ve milletin egemenliği kullanmak üzere yetkilendirdiği organlar arasında bulunmayan bir grubun demokratik anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye kalkışmasıdır. Darbe teşebbüsünün başarılı olması hâlinde egemenlik illegal bir grup tarafından milletten alınarak ele geçirilmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 220). Böylesine kabul edilemez ağır sonuçlar içeren darbe teşebbüsünün faili olduğu tespit edilen FETÖ/PDY'nin atipik yapısı, söz konusu yasa dışı yapılanmanın çözümlenmesini de güç kılmıştır. Devletin üç temel sacayağından biri olan yargı erki içinde görev yapan yargı mensupları arasında FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatlı ya da iltisaklı olan kişilerin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve bu kapsamda olduğu saptanan yargı mensuplarının meslekten çıkarılması ve kamu görevinden yasaklanması OHAL'e neden olan somut tehlikenin bertaraf edilmesi amacı doğrultusunda elverişli ve gerekli bir tedbir olarak nitelendirilmeye uygundur.

141. Nitekim Anayasa Mahkemesince darbe teşebbüsünden kısa süre sonra verilen kararda; Türkiye Cumhuriyeti'nin millî güvenliğini tehlikeye sokan ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devletini hedef alan bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalması nedeniyle söz konusu teşebbüsün arkasındaki terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilen kamu görevlileri hakkında devlet tarafından bazı ilave ve olağan dışı tedbirlerin alınması, kamu hizmetinin yürütülmesi konusunda reform çalışmaları yapılması, bu bağlamda birtakım düzenlemelerin hayata geçirilmesi haklı gerekçelere dayanan gelişmeler olarak nitelendirilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, §§ 77-81).

142. Anayasa'nın 129. maddesinin birinci fıkrasında, kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri olduğu belirtilmiştir. Anılan hüküm uyarınca devletin kamu görevlilerinden özel bir güven ve sadakat bağlılığı ile kamu görevini yerine getirmelerini talep etme yetkisi bulunmaktadır. Bu husus devletin faaliyetlerine güven duyulmasının bir gereğidir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun anılan hususlar çerçevesinde anayasal düzene sadakat göstermeyen kamu görevlileriyle ilgili birtakım tedbirler alma konusunda takdir yetkisi olduğunu belirtmiştir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 74). Sadakatten duyulan şüphenin kamu görevlisinden kaynaklanan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir. Ancak kamu görevlisinin sadakatinden duyulan şüphenin ağırlığı, ciddiyeti ve delillendirilmesi ifa edilen görevin önemi ve niteliği gözönünde bulundurulmak suretiyle değerlendirmeli, ayrıca keyfî uygulamaları önlemek adına tarafların menfaatlerini de dengeleyecek şekilde yeterli gerekçeyle açıklanmalıdır.

143. Özellikle ayrıcalıklı kamusal yetkilerle donatılan kamu görevlilerinin sahip oldukları yetkilerin kamu düzeni ve güvenliği bağlamındaki önemi nedeniyle diğer kamu görevlilerinden farklı ve ağır yükümlülükleri olabilir. Mesleğe özgü özel kanunlarla da görünür hâle gelen personel rejimi dâhil ayrıcalıklı konumları nedeniyle anılan özelliğe sahip kamu görevlilerinden devletin özel bir sadakat ve bağlılık beklemesinin de tanınan ayrıcalığın bir sonucu olduğu söylenebilir. Bu bağlamda hâkim, savcı, polis, asker gibi özel kanunlarla diğer kamu görevlilerine göre ayrıcalıklı yetki ve yükümlülüklerle donatılan ve kamu gücünü kullanabilen kamu görevlilerinden devletin özel bir güven ve sadakat bekleyebileceğinin kabulü gerekir. Zira kamu görevlilerine tanınan ayrıcalıklı hukuki statü, yetki ve haklar ile ifa ettikleri görevin niteliğinin sadakat ve güven kavramları kapsamında devletle olan ilişkideki yükümlülükleri belirlemede de başat rol oynadığı söylenebilir.

144. Bununla birlikte Anayasa'nın 9. maddesine göre yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması gerektiği açık olduğundan yargı mensuplarının memurlardan farklı olarak bağımsız ve tarafsız şekilde görevlerini yapmaları, hukuk devletine ve demokratik anayasal düzene sadakat göstermeleri konusunda anayasal yükümlülükleri bulunmaktadır. Yine hâkimlerin Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun şekilde görev yapacaklarına ilişkin vurgunun yer aldığı Anayasa'nın 138. maddesinde de anayasal düzene sadakatin gerekliliğine ayrıca dikkat çekilmiştir. Söz konusu anayasal düzenlemede hâkimlerin bağımsızlığına özellikle değinilmiş; hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği hüküm altına alınmıştır.

145. Bu bağlamda hâkim ve savcıların adalet sistemi içindeki önemi ile Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız olarak kullanmak üzere kendilerine tanınan ayrıcalıklı kamusal yetkileri birlikte değerlendirildiğinde yargı mensuplarının görevlerini demokratik anayasal düzene bağlı olarak ve özel bir güvenle ifa etmeleri beklenir. Şüphesiz bu sadakat yükümlülüğü, görevin ifası sırasında demokratik hukuk devletinin dışındaki hiçbir hiyerarşiye tabi olmamayı da içermektedir. Yine görevin ifası sebebiyle edinilen bilgilerin görevle alakası olmadığı sürece kimseyle paylaşılmaması da tarafsızlık ilkesi bağlamında bahse konu sadakat yükümlülüğünün bir gereğidir. Dolayısıyla yargı mensuplarından beklenen sadakat yükümlülüğü, onların temel hak ve özgürlüklerine diğer kişilere göre farklı sınırlamalar getirilmesinin de bir dayanağıdır.

146. Somut olaydaki tedbirin gerekçesi, yargı mensubu olan başvurucunun devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakı olduğunun, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığının değerlendirilmesidir. Anayasa Mahkemesi irtibat ve iltisak kavramlarının objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla değerlendirilerek belirlenebileceğini, bu yönüyle anılan ifadelerin kategorik olarak belirsiz olduğunun söylenemeyeceğini daha önce ifade etmiştir (bkz. §§ 56, 60; AYM, E.2018/89, K.2019/84, 14/11/2019, § 30). Yine Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesinin ve somut darbe teşebbüsünün bu yapılanmadan kaynaklanmış olmasının potansiyel tehdidi mevcut tehlikeye dönüştürdüğü ve demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü tedbirler alınmasının zorunlu olduğu kabul edilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, § 80; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; C.A. (3), § 126). Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olma hâli, demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığını ya da zayıfladığını gösteren bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu noktada söz konusu tedbirin keyfîlik içerip içermediğinin ve durumun gerektirdiği ölçü korunarak tesis edilip edilmediğinin belirlenebilmesi için başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olup olmadığı konusunda ciddi ve objektif nedenlerin idari ve yargısal makamlarca ortaya konulup konulmadığının irdelenmesi gerekir.

147. Somut olayda başvurucunun meslekten çıkarılması ile ilgili karara yönelik olarak yürütülen yargılamanın sonunda S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanı ve başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıda etkin olduğu dönemde HSK müfettişliğine atanması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Daha açık ifadeyle yargısal makamlar bu iki husustan hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olduğu, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Öte yandan HSK'nın 21/12/2018 tarihli savunmasında yer alan Demokrasi adlı gizli tanığın beyanının, Bank Asyada başvurucunun hesabının olmasının ve MASAK tarafından başvurucu hakkında rapor düzenlediğine yönelik bildirimlerin Daire tarafından davanın reddine ilişkin kararın gerekçesine alınmadığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında Ağır Ceza Mahkemesi bu hususlarda da inceleme yapmıştır. Neticede gizli tanık Demokrasi'nin beyanında başvurucunun örgüt faaliyeti kapsamında bir eyleminden bahsetmediği, MASAK raporunda başvurucunun aleyhine değerlendirilecek bir hususun olmadığı, Bank Asyadaki hesabın talimat öncesi dönemde açıldığı, herhangi bir bankacılık işlemi yapılmadığı ve dikkat çekici işlemlere rastlanmadığı, başvurucunun Bankanın mevduatını artırmasından ya da talimat doğrultusunda para yatırdığından bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

148. Bu bağlamda başvurucu hakkındaki tedbirin Anayasa'nın 15. maddesine göre durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının ortaya konulabilmesi için yargısal makamlar tarafından açıklanan gerekçelerden hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının ciddi, önemli ve somut olgularla desteklenip desteklenmediği, başvurucunun ve kamunun menfaatlerini dengeleyecek şekilde yeterli gerekçenin yargısal makamlar tarafından ortaya konulup konulmadığı incelenmelidir.

149. Öncelikle S.K. beyanında başvurucuyu 1998 yılından beri tanıdığını, o dönem itibarıyla başvurucunun FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucunun HSK'ya müfettiş olarak atanmasının dikkatini çektiğini, bu tarihten sonraki konuşmalarında ise başvurucunun farklı davranmaya başladığını ifade etmiştir. S.K. bu kanaatini ise "Selamün aleyküm" diyerek selam verdiğinde başvurucunun "Merhaba" diyerek karşılık vermeye başladığı şeklindeki davranışıyla örneklendirmiştir. Yine S.K. başvurucuyu İskenderun'a atandıktan sonra aradığında kendisine "Senide mi o şerefsiz Fetöcüler gibi paralelci Hâkim zannedip İskenderun'a tayinini çıkardılar." dediğinde başvurucunun "Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK'daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum." dediğini aktarmıştır. Diğer taraftan başvurucunun Eskişehir'de ağır ceza mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktayken 28/3/2012 tarihli onay ile HSK müfettişi olarak atandığı, bu göreve 30/4/2012 tarihinde başladığı, 6/3/2014 tarihinde ise İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine atandığı görülmüştür.

150. Başvurucu, S.K.nın beyanı ve HSK müfettişliğine atanması ile ilgili olarak iki temel hususu yargılama safahatında ileri sürmüştür. İlk olarak çocukluğundan itibaren başka bir camianın içinde yer aldığını, FETÖ/PDY ile hiçbir zaman ilişkisi olmadığını defaatle dile getirmiştir. Başvurucu, S.K.nın beyanında geçen konuşmayı hatırlamadığını vurgulayarak iddia edilen "Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK'daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum." şeklindeki ifadesinin -o dönem taşraya atanan bazı kişilerin hâlen görevde olduğu da gözönüne alındığında- FETÖ/PDY lehine bir konuşma olarak anlaşılamayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte HSK müfettişliğine atanmayı, o dönem kalp rahatsızlığı olan oğlunun tedavisi için kendisinin talep ettiğini fakat atandıktan kısa bir süre sonra oğlunun vefat ettiğini belirtmiştir. Nitekim ilgili kayıtlara göre başvurucunun 4/2/2012 tarihinde doğan oğlu M.E.İ.nin başvurucunun HSK müfettişliğine atandığı 28/3/2012 tarihinden birkaç gün sonra, 1/4/2012 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır (bkz. § 37).

151. Şüphesiz FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı tespit etmek için ilgili kişiler hakkında ortaya konulan beyanlar idari ve yargısal makamlar tarafından dikkate alınıp bir sonuca varılabilir. Yine aynı şekilde FETÖ/PDY'nin yapısı gereği FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olan hâkim ve savcıların adaylık dâhil tüm süreçlerde üst görevlere getirilmek için emsallerine göre daha donanımlı hâle getirilmeye çalışıldığı, örgütün Bakanlıkta ve HSK'da etkin olduğu dönemde de bu kişilerin üst ünvanlı bazı görevlere getirildiği bir olgu olarak tespit edilmiştir. Fakat özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'nın 15. maddesi bağlamında durumun gerektirdiği ölçüde olabilmesi için FETÖ/PDY ile irtibatlı veya iltisaklı olmanın ve bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalkmasının ciddi ve objektif nedenlerinin başvurucunun ve kamunun menfaatlerini de dengeleyecek şekilde yeterli gerekçeyle idari ve yargısal makamlar tarafından ortaya konulması gerekmektedir. Bu bağlamda örgütle irtibata veya iltisaka ilişkin gerekçenin somut olay ve olgular, esaslı iddialar ile kişilerin lehine ve aleyhine sayılabilecek delillerin birlikte ve bütünlük hâlinde değerlendirildiğini gösterir nitelikte olması gerekir. Anılan gereklilik irtibat ve iltisak kavramlarının içeriğinin kişiye ilişkin bir profilin çıkarılmasıyla doldurulabilir, somutlaştırılabilir olmasının da bir sonucudur.

152. Nitekim Danıştayın konu ile ilgili olarak verdiği bazı kararlarda kişilerin FETÖ/PDY ile bağlantı hususunda somut verilere dayanmayan, yalnızca kişisel kanaat ve tahmine dayalı tanık beyanlarını FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı ortaya koymak konusunda yeterli bulmadığı görülmüştür. Yine Danıştayın FETÖ/PDY'nin etkin olduğu dönemde bazı üst ünvanlı görevlere atanma hususunda kişilerin örgütün amaç ve stratejilerinin gerçekleştirilmesi için bu görevlere atandıklarına ilişkin iddianın başkaca bir delille desteklenmemesi hâlinde bu hususu FETÖ/PDY ile iltisaka ve irtibata yeter nitelikte görmediği anlaşılmıştır (örnek kararlar için bkz. §§ 53-55).

153. Bakılmakta olan başvuruda, başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında hâlihazırda yargı mensubu olarak görev yapan iki kişinin beyanı yer almaktadır. Bu kişiler başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatının olmadığını düşündüklerini detaylı beyanlarında belirtmiştir. Ayrıca beyan sahibi M.Y. başvurucunun çocuğunun hastalığı nedeniyle Ankara'ya gelmek istediğini, bu nedenle müfettişliğe atanmak için başvurduğunu, bunu başvurucunun müfettişliğe atandığı dönemde duyduğunu ifade etmiştir (bkz. § 36). Nitekim başvurucu bu beyanların da dikkate alınması gerektiği yönündeki temel talebini yargısal makamlar önünde dile getirmiştir.

154. Buna rağmen yargısal makamların S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanına karşın Ağır Ceza Mahkemesi kararında ifadeleri yer alan iki yargı mensubunun başvurucu hakkındaki beyanlarını değerlendirmediği, söz konusu beyanların başvurucuya yöneltilen ithamların aksini ortaya koyduğuna yönelik olarak başvurucunun iddialarda bulunmasına rağmen bunları dikkate almadığı, ortaya konulan karşı argümanlara/savunmalara şans tanımadığı görülmüştür. Bununla birlikte beyanı karara esas alınan S.K.nın başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakını gösterecek nitelikteki bir eyleminden veya somut bir olaydan bahsetmediği, ifadelerinde başvurucu ile ilgili yorumlarının ağır bastığı ilk bakışta anlaşılmaktadır. Yine FETÖ/PDY'nin etkin olduğu dönemde başvurucunun HSK müfettişliğine atanmasına ilişkin işlemin örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğine dair kabulün başkaca bir delille desteklenmediği anlaşıldığından bu husus başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakının olduğunu göstermek açısından tek başına ciddi ve objektif bir neden olarak kabul edilemeyecektir (Danıştayın benzer yöndeki değerlendirmeleri için bkz. § 55). Diğer taraftan başvurucunun daha sonra vefat eden oğlunun tedavisi için Ankara'ya gelmek amacıyla bu göreve atanmayı talep ettiğine ilişkin beyanının veyargı mensubu M.Y.nin Ağır Ceza Mahkemesi kararında yer alan aynı yöndeki beyanının da yargısal makamlar tarafından herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı görülmüştür.

155. Netice itibarıyla idari ve yargısal makamların başvurucunun darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğunu, bu suretle anayasal düzene sadakatinin ortadan kalktığını ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya koyduğu söylenemez. Dolayısıyla başvurucunun meslekten çıkarılması ile ortaya çıkan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin OHAL koşullarında durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı sonucuna varılmıştır.

156. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'nın OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesindeki ölçütlere uygun olmadığına, başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

157. Başvurucu; hakkında kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı olmadığı hâlde meslekten çıkarıldığını, idari yargı düzeninde dava süreci devam ederken Ağır Ceza Mahkemesince hakkında beraat kararı verildiğini, bu karara rağmen suçlu ilan edildiğini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

158. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol [2. B.], B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).

159. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile idare hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. İdare hukuku; kamu gücünü kullanma yetkisine sahip olan idarenin gerçekleştirdiği işlem ya da eylemlerde uygulanması gereken başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki hukuk kurallarının bütününü ifade etmektedir. Bu bakımdan idari işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biriyle hukuka aykırı olduğu ve iptali, menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarıyla ileri sürülür. Söz konusu davalar, idari yargı düzeninde yer alan yargı mercilerince idare hukuku ilkeleri kapsamında ele alınır. Bazı hâllerde kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra idare hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir. Bunun yanı sıra ceza hukuku anlamında suç teşkil etmeyen bir eylem ya da işlem idare hukuku bağlamında bir yaptırımı gerekli kılabilir. Zira cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş [1. B.], B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, § 30).

160. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden idari soruşturma ve yargılamalarda masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir (Galip Şahin [1. B.], B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 47).

161. Somut olayda adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütlerinin ve millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan olağanüstü tedbir niteliğinde bir meslekten çıkarma işlemi tesis edilmiştir. İdari yargı mercilerince eldeki başvurudan önce verilen kararlarda, bahse konu meslekten çıkarma işleminin nedeni olarak kabul edilen devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ ve/veya PDY ile iltisak ve irtibat içinde olma ölçütü çerçevesinde ve idare hukuku ilkeleri kapsamında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Söz konusu kararlarda başvurucunun ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemleri işlediği ve suçlu olduğu yönünde bir çıkarımda bulunulmadığı, kararlarda geçen ifadelerin gerek kullanılan dil gerekse bağlamı itibarıyla ceza hukuku anlamında ve teknik unsurlarıyla yargılamaya konu suça ya da bu suçun işlendiğine işaret etmediği anlaşılmıştır.

162. Açıklanan gerekçelerle masumiyet karinesine yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

163. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

164. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda da anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

165. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

166. Başvurucu; ihlalin tespit edilmesine, yeniden yargılama yapılmasına ve 1.200.000 TL maddi, 1.200.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

167. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

168. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.

169. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin özel hayata saygı hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Danıştay Beşinci Dairesine (E.2017/318, K.2020/5742) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 1.480,40 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Hâkimler ve Savcılar Kuruluna ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/5/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Genel Kurul
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Halit İnciroğlu [GK], B. No: 2023/38006, 29/5/2025, § …)
   
Başvuru Adı HALİT İNCİROĞLU
Başvuru No 2023/38006
Başvuru Tarihi 5/5/2023
Karar Tarihi 29/5/2025
Resmi Gazete Tarihi 15/8/2025 - 32987
Basın Duyurusu Var

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması ile iltisakı ve irtibatı olduğu değerlendirilen yargı mensubunun meslekten çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının, kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı olmadan meslekten çıkarma kararı verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin, açılan iptal davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) Makul sürede yargılanma hakkı (idare) Başvuru Yollarının Tüketilmemesi
Masumiyet karinesi (idare) Açıkça Dayanaktan Yoksunluk
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı HSK-İHRAÇ (Hakim-savcı) İhlal Yeniden yargılama

IV. İLGİLİ HUKUK



Mevzuat Türü Mevzuat Tarihi/Numarası - İsmi Madde Numarası
Kanun 6749 Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun 3
4
7075 Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun 11
geçici 1
5982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 159
2802 Hakimler ve Savcılar Kanunu 53
6087 Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu 4
33
KHK 667 Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname 3
685 Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 11
geçici 1

BASIN DUYURUSU

15.8.2025

BB 13/25

FETÖ/PDY ile İltisakları ve İrtibatları Oldukları Değerlendirilerek Meslekten Çıkarılmaları Nedeniyle Yapılan Başvurulara İlişkin Kararlar

 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 29/5/2025 tarihinde, N.E. (B. No: 2022/62466) ve A.S. (B. No: 2023/30928) başvurularında Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine; Halit İnciroğlu (B. No: 2023/38006) başvurusunda Anayasa'nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

 

Olaylar

Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucular N.E. ve A.S. ile hâkim olarak görev yapan başvurucu Halit İnciroğlu’nun, Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisakları ve irtibatları bulunduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Kurulunun (Kurul) kararlarıyla meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilmiştir. Başvurucuların haklarında verilen kararın yeniden incelenmesine yönelik talepleri ise Kurul kararıyla reddedilmiştir.

Başvurucular, meslekten çıkarılmalarına ilişkin kararların iptaline karar verilmesi talebiyle Danıştay Beşinci Dairesinde (Daire) dava açmıştır. Başvurucuların açtığı davalar Dairece reddedilmiş; ret kararlarına karşı başvurucular, Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (İDDK) temyiz başvurusunda bulunmuştur. İDDK, Daire kararlarının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle temyiz başvurularını reddederek kararları onamıştır.

İddialar

Başvurucular, devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile iltisakları ve irtibatları oldukları değerlendirilerek meslekten çıkarılmaları nedeniyle özel hayata saygı haklarının ve açılan iptal davalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu Halit İnciroğlu ayrıca masumiyet karinesinin de ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur

Mahkemenin Değerlendirmesi

A. A.S. ve N.E. Başvuruları Yönünden

Devletin üç temel sacayağından biri olan yargı erki içinde görev yapan yargı mensupları arasında FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibat ya da iltisak içinde olan kişilerin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi, bu kapsamda olduğu saptanan yargı mensuplarının meslekten çıkarılması ve kamu görevinden yasaklanması olağanüstü hâle neden olan somut tehlikenin bertaraf edilmesi amacı doğrultusunda elverişli ve gerekli bir tedbir olarak nitelendirilmeye uygundur.

Nitekim Anayasa Mahkemesince darbe teşebbüsünden kısa süre sonra verilen kararda; Türkiye Cumhuriyeti'nin millî güvenliğini tehlikeye sokan ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devletini hedef alan bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalması nedeniyle söz konusu teşebbüsün arkasındaki terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilen kamu görevlileri hakkında devlet tarafından bazı ilave ve olağan dışı tedbirlerin alınması, kamu hizmetinin yürütülmesi konusunda reform çalışmaları yapılması, bu bağlamda birtakım düzenlemelerin hayata geçirilmesi haklı gerekçelere dayanan gelişmeler olarak nitelendirilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016).

Hâkim ve savcıların adalet sistemi içindeki önemi ve Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız olarak kullanmak üzere kendilerine tanınan ayrıcalıklı kamusal yetkileri birlikte değerlendirildiğinde yargı mensuplarından görevlerini demokratik anayasal düzene bağlı olarak ve özel bir güvenle ifa etmeleri beklenir. Şüphesiz bu sadakat yükümlülüğü, görevin ifası sırasında demokratik hukuk devletinin dışındaki hiçbir hiyerarşiye tabi olmamayı da içermektedir. Yargı mensuplarından beklenen sadakat yükümlülüğü, onların temel hak ve özgürlüklerine diğer kişilere göre farklı sınırlamalar getirilmesinin de bir dayanağıdır.

Anayasa Mahkemesi, öncelikle, olağanüstü hâl ilanına neden olan tehlikenin bertaraf edilmesine yönelik alınan tedbirin hukukiliğinin incelendiği iptal davalarının ceza yargılamalarından farklı olduğunu ve mevcut başvurular yönünden tedbirin gerekliliğinin ilgili ve ikna edici şekilde açıklanıp açıklanmadığının değerlendirileceğini açıkça vurgulamıştır.

Somut olaylardaki tedbirlerin gerekçesi, yargı mensubu olan başvurucuların devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibatları veya iltisakları olduğunun, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığının değerlendirilmesidir. Anayasa Mahkemesi kararlarında, FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olma hâli, demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığını ya da zayıfladığını gösteren bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu noktada söz konusu tedbirin keyfîlik içerip içermediğinin ve durumun gerektirdiği ölçü korunarak tesis edilip edilmediğinin belirlenebilmesi için başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olup olmadığı konusunda ciddi ve objektif nedenlerin idari ve yargısal makamlarca ortaya konulup konulmadığının irdelenmesi gerekir. Başvurulara konu olan süreçlerde ilgili mercilerce yapılan değerlendirmelerde ve verilen kararlarda, başvurucuların FETÖ/PDY faaliyetleri kapsamında örgütsel iletişim sağlama amacıyla ByLock uygulamasını kullandığı ve bu suretle anılan terör örgütüyle irtibatlarının ve iltisaklarının bulunduğu belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, karmaşık yapısı ve uluslararası niteliği nedeniyle FETÖ/PDY ile ilgili olarak -darbe teşebbüsü öncesinde- istihbarat anlamında bazı çalışmalar yapılmasının zorunluluk hâline geldiğini ve anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir terör örgütüyle ilgili istihbarat çalışmaları sırasında rastlanan ByLock uygulamasına ilişkin verilerin bu örgütle ilgili olarak yürütülen soruşturmalar ve yargılamalarda maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sunması amacıyla kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığını vurgulamıştır (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020; Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020).

Anayasa Mahkemesince ifade edildiği üzere FETÖ/PDY'nin faaliyetlerinin ve üyelerinin tespitinde ByLock sunucusundan elde edilen veriler oldukça önemli bir role sahip olmuş ve örgütün birçok yöneticisi ya da üyesi ByLock verilerinin analizi neticesinde tespit edilebilmiştir. Nitekim Yalçınkaya/Türkiye kararında AİHM de ByLock uygulamasının yalnızca herhangi bir olağan ticari mesajlaşma uygulaması olmadığını ve kullanımının ilk bakışta FETÖ/PDY ile bir çeşit bağlantıyı akla getirebildiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda istihbarat yöntemleri kullanılmak suretiyle ByLock sunucusunda bulunan verilerin elde edilmesinin ve bu delillerin ilgili kamu görevlilerinin anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalkıp kalkmadığının belirlenmesi bakımından dikkate alınmasının olağanüstü hâl döneminde demokratik düzenin korunması açısından bir gereklilik içerdiği söylenmelidir. Diğer bir anlatımla ByLock uygulamasının kullanıldığına ilişkin tespiti içeren delil, anayasal düzene sadakat bağının bulunmadığı hususunun ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya konulduğunu ve kamu görevinden çıkarma konusunda alınan tedbirin Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında durumun gerektirdiği ölçüde olduğunu göstermesi açısından tek başına yeterlidir. Bu takdirde ByLock uygulamasının kullanıldığının açıkça tespit edilmesi hâlinde durumun gerektirdiği ölçünün korunup korunmadığının belirlenmesi bakımından diğer delillerin ayrıca değerlendirilmesine gerek bulunmamaktadır.

ByLock uygulamasını kullandığı tespit edilen başvurucuların darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisak içinde olduklarını ve bu suretle anayasal düzene sadakatlerinin ortadan kalktığını ilgili ve ikna edici gerekçelerle kabul eden yargı mercilerince ulaşılan sonucun durumun gerektirdiği ölçü güvencesiyle bağdaşmadığı söylenemez.

Darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibat veya iltisak içinde olunduğunu göstermesi açısından yeterli kabul edilen ByLock uygulamasının başvurucu tarafından kullanıldığına ilişkin açıklanan gerekçelerin ilgili ve ikna edici olduğu, somut başvurunun koşullarında alınan tedbirin olağanüstü hâlin ilanına neden olan tehdit veya tehlikeyi bertaraf etmeye elverişli, bunun için gerekli, ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olduğu ve keyfîlik içermediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla eldeki başvuruda, olağanüstü hâl koşullarında durumun gerektirdiği ölçünün korunduğu sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesindeki ölçütlere uygun olduğuna ve başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

B. Halit İnciroğlu Başvurusu Yönünden

Somut olayda başvurucunun meslekten çıkarılması ile ilgili karara yönelik yürütülen yargılamanın sonunda tanık S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanı ve başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıda etkin olduğu dönemde Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) müfettişliğine atanması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Daha açık ifadeyle yargısal makamlar bu iki husustan hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olduğu ve bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

Örgütle irtibata veya iltisaka ilişkin gerekçenin somut olay, olgular ve esaslı iddialar ile kişilerin lehine ve aleyhine sayılabilecek delillerin birlikte ve bütünlük hâlinde değerlendirildiğini gösterir nitelikte olması gerekir. Anılan gereklilik irtibat ve iltisak kavramlarının içeriğinin kişiye ilişkin bir profilin çıkarılmasıyla doldurulabilir, somutlaştırılabilir olmasının da bir sonucudur.

Nitekim Danıştayın konu ile ilgili verdiği bazı kararlarda kişilerin FETÖ/PDY ile bağlantı hususunda somut verilere dayanmayan, yalnızca kişisel kanaat ve tahmine dayalı tanık beyanlarını FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı ortaya koymak konusunda yeterli bulmadığı görülmüştür. Yine Danıştayın FETÖ/PDY'nin etkin olduğu dönemde bazı üst ünvanlı görevlere atanma hususunda kişilerin örgütün amaç ve stratejilerinin gerçekleştirilmesi için bu görevlere atandıklarına ilişkin iddianın başkaca bir delille desteklenmemesi hâlinde bu hususu FETÖ/PDY ile iltisaka ve irtibata yeter nitelikte görmediği anlaşılmıştır.

Somut başvuruda, başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında hâlihazırda yargı mensubu olarak görev yapan iki kişinin beyanı yer almaktadır. Bu kişiler başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olmadığını düşündüklerini detaylı beyanlarında belirtmiştir. Buna rağmen yargısal makamların S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanına karşın ağır ceza mahkemesi kararında ifadeleri yer alan iki yargı mensubunun başvurucu hakkındaki beyanlarını değerlendirmediği, söz konusu beyanların başvurucuya yöneltilen ithamların aksini ortaya koyduğuna yönelik başvurucunun iddialarda bulunmasına rağmen bunları dikkate almadığı, ortaya konulan karşı argümanlara/savunmalara şans tanımadığı görülmüştür. Bununla birlikte beyanı karara esas alınan S.K.nın başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatını veya iltisakını gösterecek nitelikteki bir eyleminden veya somut bir olaydan bahsetmediği, ifadelerinde başvurucu ile ilgili yorumlarının ağır bastığı ilk bakışta anlaşılmaktadır. Yine FETÖ/PDY'nin etkin olduğu dönemde başvurucunun HSK müfettişliğine atanmasına ilişkin işlemin örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğine ilişkin kabulün başkaca bir delille desteklenmediği anlaşıldığından bu husus başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatının veya iltisakının olduğunu göstermek açısından tek başına ciddi ve objektif bir neden olarak kabul edilemeyecektir.

Netice itibarıyla idari ve yargısal makamların başvurucunun darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibat ve iltisak içinde olduğunu ve bu suretle anayasal düzene sadakatinin ortadan kalktığını ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya koyduğu söylenemez. Dolayısıyla başvurucunun meslekten çıkarılması ile ortaya çıkan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin olağanüstü hâl koşullarında durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi, açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'nın olağanüstü hâl döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesindeki ölçütlere uygun olmadığına ve başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.

 

  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi