TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
ALİ İLHAN BAYAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/725)
|
|
Karar Tarihi: 19/11/2014
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Nuri NECİPOĞLU
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör
|
:
|
Yunus HEPER
|
Başvurucu
|
:
|
Ali İlhan BAYAR
|
Vekili
|
:
|
Av. İnan AKMEŞE
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı ceza
davasında kesin ve inandırıcı delil olmamasına rağmen cezalandırılması, Yargıtaydaki yargılamanın duruşmasız olarak yapılması,
talimatla ifadesi alınan bir tanığa soru soramaması ve savunmasını ana dili
olan Kürtçe yapma talebinin reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde
koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmektedir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru, 16/1/2013 tarihinde
İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden
yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun
bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü
Komisyonunca 7/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014
tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar
verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve
olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli görüş yazısı 29/8/2014 tarihinde
başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, görüşünü 10/9/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE
OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile
Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı, 23/2/2009 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında silahlı terör
örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, mala zarar
verme ve korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme
suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası
açmıştır.
8. Başvurucu, savunmasını
Kürtçe yapmak istediğini 24/6/2011 tarihinde İlk Derece Mahkemesine iletmiş ve
Mahkeme de aynı tarihte talebi reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi aynen
şöyledir:
"Sanık Ali İlhan Bayar'ın savunmasını ana dili olan
Kürtçe dilinde yapmak ve Kürtçe dilinde yapacağı savunmasının Türkçe diline
çevrilmesi için duruşmada Kürtçe dilini bilen bir tercüman bulundurulması talep
etmiş ise de,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir organı olan ve
başvuruların ön şartları taşıyıp taşımadığını inceleyen Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu'nun Application No:10210/82, K.v France
Kararı, 07.12.1983 tarihli kararında "Fransa vatandaşı olan azınlık
mensubunun Fransa'da doğduğu ve okula gittiği için AİHS'nin 6/3-e maddesindeki
ücretsiz tercüman isteme hakkı kapsamında değerlendirilemiyeceği
çünkü AHİS'nin 6/3-e maddesi sanığın ülkenin ana
dilini bilmediği yani anlıyamadığı veya kendini ifade
edemediği durumlardan biri söz konusu olur ise tercüman atanmasını öngördüğü,
sanık o ülkede doğduğu, yaşadığı ve okula gittiği için o ülkenin resmi dilini
anladığı ve kendini ifade ettiği kabul edilmektedir " şeklindeki kararı
göz önüne alınarak,
Ayrıca sanığın Türkiye'de doğup çeşitli kurumlarda eğitim
aldığı ve yine sanığın yargılamanın bu güne gelene
kadarki aşamalarında Türkçe dilini konuştuğu ve soruşturma aşamasında da
ifadelerini Türkçe olarak verdiği, dolayısıyla bugün Kürtçe dilinde savunma
yapmak ve bu savunmasının Türkçe diline çevrilmesi için duruşmada tercüman
bulundurulması talebinin hukuki bir ihtiyaca dayanmayıp, hukuki olmayan bazı
gerekçelerle istendiği,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 3/1. maddesinde "Dili
Türkçedir" hükmü getirilerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi dilinin
Türkçe olduğunun belirtildiği, bu hükmün dışında Ceza Mahkemesi Kanununda
ayrıca duruşmada Türkçe dilinde savunma yapılması gerektiğinin açıkça
belirtilmediği, ancak CMK'nun 202/1. maddesinde
"sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa;
mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya
ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir" hükmünün getirilerek sanık veya
mağdura ancak meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa kendilerine
tercüman atanacağının belirtildiği, dolayısıyla sanığın soruşturma aşamasında
ifadelerini Türkçe dilinde verdiği, yine sanığın duruşmanın başında Türkçe
konuşmak suretiyle Kürtçe savunma yapmak istediğini belirterek tercüman
talebinde bulunduğu,
Yukarıda belirtilen yasal mevzuat çerçevesinde Türkiye
Cumhuriyetindeki tüm mahkemelerde Türkçe dilini bilen herkesin etnik kökenine
ya da hangi ülke vatandaşı olduğuna bakılmaksızın Türkçe dilinde savunma
yapmasının zorunluluk olduğu, Türkçe bilen bir kişinin Türkçe dili dışında
sadece Kürtçe değil yabancı hiçbir dilde (örneğin İngilizce yada Almanca
dilinde ) savunma yapmasının mümkün olmadığı, bu konunun hakimlerin taktirinde
olan bir husus olmayıp bir zorunluluk olduğu, bu konuyla ilgili Türk yargı
pratiğine bakıldığında, mahkememizde ve birçok diğer mahkemede Türkçe dilini
bilmeyen sanık, mağdur yada tanığın konuşabildiği hangi dil olursa olsun bu
dili bilen tercümanın duruşmada bulundurulmak suretiyle Kürtçe yada başka dilde
(örneğin İngilizce yada Almanca dilinde) beyanlarının ya da savunmasının tespit
edildiğinin bilindiği,
Bunun dışında sadece sanığın Kürtçe dilinde yapmak istediği
savunmasının Türkçe diline çevrilmesi için duruşmada tercüman bulundurulması
talebinin reddi ile yetinilip, sanığın Kürtçe dilinde savunma yapmasına izin
verilmesi halinde ise, Mahkeme heyetinin Kürtçe dilini bilmemesi nedeniyle
tercüme ettirilmeksizin bu savunmanın duruşma tutanağına yazdırılması fiilen
mümkün olmayacağından, sadece tercüman talebinin reddedilmesinin mantıklı ve
yasal hiçbir dayanağının bulunmayacağı anlaşıldığından,
Sanığın savunmasını ana dili olan Kürtçe dilinde yapmak ve
Kürtçe dilinde yapacağı bu savunmasının Türkçe diline çevrilmesi için duruşmada
Kürtçe dilini bilen bir tercüman bulundurulması talebinin REDDİNE oy birliği
ile karar verilip açık duruşmaya devam olundu.”
9. İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesi, 23/12/2011 tarihli kararıyla başvurucuyu, tehlikeli maddeleri
izinsiz olarak bulundurma suçundan iki kez 5 yıl hapis ve 140 TL adli para
cezası; mala zarar verme suçundan 6 ay hapis cezası; korku, kaygı veya panik
yaratabilecek tarzda silahla ateş etme suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezası ve
silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar vermiştir.
10. Başvurucunun temyizi
üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 3/10/2012 tarihli kararıyla, “tayin olunan cezaların süresi itibariyle şartları
oluşmadığından duruşma isteminin reddine” karar verilmiş; İstanbul
11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının korku kaygı veya panik yaratabilecek
tarzda silahla ateş etme (patlayıcı madde atma) ve mala zarar verme suçları
yönünden bozulmuş; silahlı terör örgütü üyesi olma, tehlikeli maddeleri izinsiz
olarak bulundurma suçları yönünden onanmıştır. Onanan hükümler yönünden karar
aynı tarihte kesinleşmiştir.
11. Başvurucu, onama kararından
17/12/2012 tarihinde haberdar olduğunu belirtmektedir. Bakanlık bu konuda bir
itirazda bulunmamıştır.
12. Bireysel başvuru 16/1/2013
tarihinde yapılmıştır.
B. İlgili Hukuk
13. 4/12/2014 tarih ve 5271
sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tercüman
bulundurulacak hâller” kenar başlıklı 202. maddesi şöyledir:
“(1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe
bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia
ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve
savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.
(3) Birinci ve ikinci fıkra hükümleri, soruşturma evresinde
dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede
tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.
(4) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./1. mad) Ayrıca sanık;
a) İddianamenin okunması,
b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,
üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade
edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme
hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği
tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet
Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına
yönelik olarak kötüye kullanılamaz.
(5) (Ek fıkra: 24/01/2013-6411 S.K./1. mad) Tercümanlar, il
adlî yargı adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan kişiler
arasından seçilirler. Cumhuriyet savcıları ve hâkimler yalnız bulundukları il
bakımından oluşturulmuş listelerden değil, diğer illerde oluşturulmuş
listelerden de tercüman seçebilirler. Bu listelerin düzenlenmesine ilişkin usul
ve esaslar yönetmelikle belirlenir.”
14. 23/3/2005 tarih ve 5320
sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un
8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235
sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci
maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce
aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin
dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326 ncı maddeleri uygulanır.(Ek cümle: 06/12/2006 - 5560
S.K.29.md) Yargıtay ceza daireleri ile Ceza Genel Kurulu kararlarındaki yazıma
ilişkin maddi hataların düzeltilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı,
ilgili ceza dairesi veya Ceza Genel Kuruluna başvurabilir.”
15. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı
Ceza Muhakemesi Usul Kanunu'nun “Ağır ceza
hükümlerinin tetkikinde duruşma” kenar başlıklı 318. maddesi
şöyledir:
“Ağır cezaya müteallik hükümlerde Yargıtay tetkikatını
sanığın temyiz dilekçesindeki talebi üzerine veya dilerse resen duruşma icrası suretile yapar. Duruşma gününden sanığa veya talebi üzerine
müdafiine haber verilir. Sanık duruşmada hazır
olabileceği gibi kendisini vekâletnameyi haiz bir müdafi ile de temsil
ettirebilir.
Sanık tutuklu ise bizzat ispatı vücut etmek talebinde
bulunamaz.”
IV. İNCELEME VE
GEREKÇE
16. Mahkemenin 19/11/2014
tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 16/1/2013 tarih ve 2013/725
numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
17. Başvurucu, silahlı terör örgütüne
üye olma ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından
yargılandığı davada, delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiğini, yeterli
delil olmamasına rağmen mahkûmiyet kararı verildiğini ve haksız yere ceza
aldığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca tutanak tanıklarıyla arasında
husumet bulunduğu halde bu tanıkların beyanlarına Mahkemece itibar edildiğini,
tutanak tanıkları olarak gözüken jandarma yetkililerinin ifade alırken işkence
ve kötü muamelede bulunduklarını, bu nedenle soruşturma sırasında alınan
ifadelerin geçersiz olduğunu, bazı tanıkların talimatla ifadelerinin alınması
sebebiyle kendisine tanıkları sorgulama imkânının tanınmadığını iddia
etmektedir. Başvurucu, temyiz yargılamasında duruşma yapılmaması ve kendisini
Kürtçe savunmak istemesine rağmen buna izin verilmemesinin savunma hakkının
kısıtlanması niteliğinde olduğunu ileri sürmektedir. Başvurucu, Anayasa’nın 19.
ve 36. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ile adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma ile maddi ve manevi tazminat
talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Yargılamanın
Adilliği Yönünden
18. Başvurucu, delillerin eksik
ve hatalı değerlendirildiğini, yeterli delil olmamasına rağmen mahkûmiyetine
karar verildiğini, haksız yere ceza aldığını ileri sürmüştür.
19. Anayasa’nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.”
20. 30/3/2011 tarih ve 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un
48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
kabul edilemezliğine karar verebilir.”
21. 6216 sayılı Kanun’un 48.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların
Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın
148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular
kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
22. Anılan kurallar uyarınca,
ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve
olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının
yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili
varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine
konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının
adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
23. Başvuru konusu olayda
başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak
bulundurma suçlarından yargılanmış ve mahkûm edilmiştir. İlk Derece Mahkemesi,
olay tutanağına, tanık ve müşteki beyanları ile olayda adı geçen sanık
beyanlarına dayanarak mahkumiyet kararı vermiştir.
24. Başvurucu, yargılama
sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi
olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı
tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı
bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının
derece mahkemeleri tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt
sunmamıştır. Derece Mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası veya açık
keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
25. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, İlk Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık bir
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
26. Başvurucu ayrıca tutanak
tanıklarıyla arasında husumet bulunduğu halde bu tanıkların beyanlarına
Mahkemece itibar edildiğini, jandarma yetkililerinin ifade alırken işkence ve
kötü muamelede bulunduklarını ve bu nedenle soruşturma sırasında alınan
ifadelerin geçersiz olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
27. 6216 sayılı Kanun’un 47.
maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile
İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru
konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki
iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine
dair açıklamalarda bulunarak iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No:
2013/276, 9/1/2014, § 19). Başvurucu, bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiğini ve buna ilişkin
gerekçeler ve delilleri açıklamalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).
28. Yukarıda belirtilen koşullar
yerine getirilmediği takdirde Anayasa Mahkemesi başvuruyu açıkça dayanaktan
yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulabilir. İddiaların dayanaktan
yoksun olmadığı konusunda Anayasa Mahkemesinin ikna edilmesi, başvurucu
tarafından ileri sürülen iddiaların niteliğine bağlıdır. Başvurucunun
başlangıçta, başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesini önlemek için
başvuru formu ve eklerinde iddialarını destekleyici belgeleri sunması, kamu
gücünün ihlale neden olduğunu iddia ettiği hak ve özgürlüklere ilişkin gerekli
açıklamaları yapması zorunludur (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 23).
29. Somut başvuruda başvurucu,
İlk Derece Mahkemesinin kararının dayanaklarından olan olay tutanağında imzası
olan jandarma görevlileri ile aralarındaki husumete ve kendisinin kötü muamele
gördüğüne ilişkin ne derece mahkemelerine ne de Anayasa Mahkemesine bir bilgi
ya da kanıt sunmamıştır.
30. Somut başvuruda başvurucu
yukarıda sayılan koşulları yerine getirmeyerek iddialarını
temellendirmediğinden başvurusunun esasının incelenmesi imkânı bulunmamaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle,
başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının bu kısmı başvurucu
tarafından kanıtlanamamış olması nedeniyle, başvurunun, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Tanık
Sorgulama Hakkı Yönünden
32. Başvurucu bir tanığın
talimatla ifadelerinin alınması sebebiyle kendisine tanığı sorgulama imkânının
tanınmadığını iddia etmektedir.
33. Genel anlamda hakkaniyete
uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların
eşitliği” ve “çelişmeli yargılama”
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere, delillerini
sunma ve inceletme noktasında uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda,
delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da
yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2013/1213,
4/12/2013, § 27).
34. Bir ceza yargılamasında
sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan
tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet
edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6.
maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu
nedenle başvurucunun bir tanığın dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın
36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
35. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:
“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari
haklara sahiptir:
…
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma
tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve
dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”
36. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi,
hakkında suç isnadı olan kişiye iki hak sağlamaktadır, birincisi aleyhine olan
tanıkları çapraz sorgulama diğer bir deyişle iddia tanıklarını aleni duruşmada
sanığın huzurunda çekişmeli bir biçimde sorgulama hakkı ikincisi ise kendi
tanıklarının da iddia tanıkları ile eşit şartlar altında davet edilmesi ve
dinlenmesi ve böylece silahların eşitliğinin sağlanması hakkıdır.
37. Kovuşturma sırasında bütün
kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak, bu kanıtların aleni bir
duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın
istisnaları olmakla birlikte, eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirli ölçüde,
sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde
kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine
dayanılarak hüküm kurulacak ise, bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık
tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulamadığı bir dönemde
alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (B. No:
2013/99, 20/3/2014, § 46 aynı yöndeki bir AİHM kararı için bkz. Delta/Fransa, B. No: 11444/85, 19/12/1990,
§ 36-37).
38. AİHM, yukarıda bahsi geçen
ilkelere ek olarak, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı
maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın
beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha
sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Bkz: Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93,
21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 51 ve Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya,
B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).
39. Somut başvuruda yalnızca bir
tanığın ifadesi istinabe ile alınmıştır. Bu tanık başvuruya konu davaya ilişkin
bir kolluk tutanağında imzası olan görevlilerden biridir ve beyanında bu
tutanağın altındaki imzanın kendisine ait olduğunu ve tutanağın doğru olduğunu
beyan etmekle yetinmiştir. Anılan tanık ifadesinde başvurucu aleyhine bir
beyanda da bulunulmadığı görülmektedir.
40. Söz konusu tanığın istinabe
suretiyle dinlenilmesine karar verildiği celse ne sanık ne de müdafii buna itiraz etmedikleri gibi, tanığın beyanları
daha sonra İlk Derece Mahkemesinde ve sanığın huzurunda okunmuş ve sanığa tanık
beyanlarına karşı yeterli itiraz imkânı tanınmıştır. Öte yandan İlk Derece
Mahkemesi, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararını yalnızca şikâyet konusu
tanık beyanına dayandırmış da değildir.
41. Açıklanan nedenlerle, tanık
sorgulama hakkına yönelik açık bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Duruşmalı
Yargılama Hakkı Yönünden
42. Başvurucu temyiz
yargılamasında duruşma yapılması talebinin Yargıtayca
reddedildiğini, bu sebeple duruşmalı yargılama hakkının ve dolayısıyla adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
43. Anayasa’nın 141. maddesinin
birinci fıkrası şöyledir:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır.
Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın
veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar
verilebilir.”
44. Anayasa Mahkemesi daha önceki
kararlarında, ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar
verildikten sonra kanun yolu incelemesinin dosya üzerinden yapılması halinde
adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemeyeceğine karar vermiştir (B. No:
2013/664, 17/9/2013, § 32).
45. Öte yandan 5320 sayılı
Kanun’un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca halen yürürlükte bulunan
1412 sayılı Kanun'un 318. maddesine göre ağır cezalık işlerde temyiz
incelemesinin duruşmalı yapılması zorunluluktur. Buna karşın bir dava ağır ceza
mahkemesinde görülmüş olsa bile, sonuçta verilen ceza ağır ceza mahkemesinin
madde bakımından yetkisinin altında kaldığında da duruşma yapılmamaktadır.
46. Somut başvuruya konu olayda başvurucunun İlk Derece Mahkemesinde
duruşmalı olarak yargılandığı açıktır. Dolayısıyla başvurucunun temyiz
incelemesi sırasında duruşma açılması talebinin tayin olunan cezaların süresi
itibariyle şartları oluşmadığından Yargıtayca
reddedilmesi ve temyiz incelemesinin duruşma açılmadan yapılmış olması nedeniyle
adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılmıştır.
47. Açıklanan nedenlerle,
duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu yönü itibariyle, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
4. Tercüman
Hakkı Yönünden
48. Başvurucu, kendisini Kürtçe
savunmak istemesine rağmen buna izin verilmemesi nedeniyle savunma hakkının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
49. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3)
numaralı fıkrasının (e) bendindeki konuya ilişkin düzenleme şu şekildedir:
“3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki
asgarî haklara sahiptir:
…
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı
takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak.”
50. Birleşmiş Milletler Kişisel
ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin 3 numaralı fıkrasının (f) bendi
ise şu şekildedir:
“3. Hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimse,
bu isnadın karara bağlanmasında, tam bir eşitlik içinde asgarî şu haklara
sahiptir:
…
f) Mahkemede konuşulan dili anlamıyor veya
konuşamıyorsa, bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanma.”
51. Sözleşme’nin 6. maddesinin
(3) numaralı fıkrasının (e) bendi, hakkında suç isnadı olan kişinin, mahkemede
kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde, bir tercümanın
yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını güvence altına alır. Bu hak
yalnızca hakkında suç isnadında bulunan kişilere tanınmış bir haktır ve bu
haktan faydalanabilmek için sanığın ödeme gücü olup olmamasının bir önemi
bulunmamaktadır.
52. Ayrıca tercüman hakkı, hem belgelerin çevirisine hem de sözlü ifadelere
uygulanır; her iki durumda da adil bir yargılama yapılabilmesi için gerekli
olan çevirinin yapılması gerekmektedir. Bu hak bir duruşmada söylenen her
sözcüğün ya da tüm belgelerin çevrilmesini gerektirmez; değerlendirilecek
husus, sanığın hakkındaki suçlamaları tümüyle anlayıp yanıt verebilecek düzeyde
olup olmadığıdır (bkz. Kamasinski/Avusturya, B.No: 9783/82, 19/12/1989, § 74, 83).
53. Ancak somut başvuru
açısından çözümlenmesi gereken asıl mesele devletin yükümlülüğünün tercüman
isteyen tüm sanıklar bakımından geçerli olup olmadığıdır. Bu noktada tercüman
hakkının sınırlı bir hak olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Başka bir deyişle
tercüman isteyen herkes değil ancak adil bir yargılamadan umulan yararın sağlamak
amacıyla ve yalnızca yargılamada kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve
konuşamayan kişilere tercüman atanması bir zorunluluktur. Nitekim AİHM, kişinin
mahkemede kullanılan dili konuşup, anlamasına ve meramını tam olarak ifade
etmesine rağmen, mensubu olduğu etnik topluluğun dilinde savunma hakkının
verilmemesini, Sözleşme’nin ihlâli olarak değerlendirmemektedir. (K./Fransa (k.k.),
B. No: 10210/82, 7/12/1983).
54. 5237 sayılı Kanun’un “Tercüman Bulundurulacak Hâller” kenar
başlıklı 202. maddesinin (1) numaralı fıkrasında mahkemelerde kullanılan dil
olan Türkçeyi anlamayan veya konuşamayanlar için, yukarıda zikredilen Sözleşme
ve içtihatlara uygun bir düzenleme bulunmaktadır. Zira (1) numaralı fıkrada, “Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde
Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki
iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir” hükmü ile
bir yargılamadan umulan yararı sağlamak amacıyla ve yalnızca yargılamada
kullanılan dili bilmeyen, anlamayan ve konuşamayan kişilere tercüman atanması
gerekmektedir.
55. Buna karşın 5271 sayılı
Kanun’un 202. maddesine 24/1/2013 tarihinde ilave edilen 4. fıkra ile gerek
uluslararası sözleşmelerde (§ 39, 40) ve gerekse AİHM içtihatları ile ortaya
konan ölçütlerin ilerisine geçilerek tercüman hakkı genişletilmiştir. Yeni
kurala göre sanıkların “İddianamenin
okunması ve esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını,
kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde”
yapabileceği hükmü getirilmiştir. Böylece “meramını
anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen” sanığa da,
sözlü savunmasını başka dilde yapabilme imkânı getirilmiştir.
56. Somut olayda başvurucu,
15/1/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve bu tarihten itibaren soruşturmanın tüm
aşamalarında Türkçe dilinde savunma yapmıştır. İstanbul 11. Ağır Ceza
Mahkemesinde görülen yargılamanın ilk celsesi 6/4/2009 tarihinde yapılmış ve
başvurucu Türkçe dilinde ve ayrıntılı olarak savunma yapmıştır. Bu tarihten
itibaren yapılan 10 celse başvurucu savunmalarını Türkçe yapmış ve tercüman
hakkından yararlanmak istediğini bildirmemiştir. Nihayet 24/6/2011 tarihli 10.
celse Kürtçe savunma yapmak istediğini bildirmiş ve tercüman talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun mahkemede kullanılan Türkçe dilini konuşup,
anladığını ve meramını tam olarak ifade ettiğini, mensup olduğu etnik dilde
savunma hakkı talebinin hukuki ihtiyaca dayanmadığını belirterek talebi
reddetmiştir (§ 8).
57. Her ne kadar 24/1/2013 tarihinde gerçekleşen Kanun
değişikliğinden sonra sanıkların “kendisini
daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde” sözlü savunmasını yapabileceği kuralı
getirilerek tercüman hakkı genişletilmiş ise de somut başvuruya konu olayda
başvurucu, savunmasını Kürtçe yapmak istediğini, sözü geçen kanun
değişikliğinden önce, 24/6/2011 tarihinde İlk Derece Mahkemesine iletmiş ve
Mahkeme de aynı tarihte talebi reddetmiştir.
58. Olayların gerçekleştiği tarihte başvurucunun savunmasını Türkçe
yaptığı ve yargılamanın 10. celsesinde Kürtçe savunma yapmak talebinin İlk
Derece Mahkemesince Türkçeyi iyi bildiği gerekçesiyle ve Anayasa’ya uygun
olarak reddedildiği açıktır. Dolayısıyla başvurucunun Kürtçe savunma yapma
talebinin o tarihte yürürlükte olan mevzuat uyarınca reddedilmesi nedeniyle
savunma hakkının kısıtlanmadığı ve adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği
sonucuna ulaşılmıştır.
59. Açıklanan nedenlerle,
tercümandan yararlanma hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan
başvurunun bu yönü itibariyle, “açıkça
dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle; başvurunun, “açıkça dayanaktan
yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama
giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 19/11/2014 tarihinde OY
BİRLİĞİYLE karar verildi.