TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GENCO ACAR BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2013/7938)
|
|
Karar Tarihi: 16/12/2015
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Serruh
KALELİ
|
|
|
Hicabi
DURSUN
|
|
|
Erdal TERCAN
|
|
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Raportör Yrd.
|
:
|
Leyla Nur ODUNCU
|
Başvurucu
|
:
|
Genco ACAR
|
Vekili
|
:
|
Av. Mehmet Cemal İLGE
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru;
terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004
tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların
Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi
ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun
kabul edilmeyen kısmı için açılmış olan davanın reddedilmesi nedeniyle mülkiyet
hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil
olmaması ve makul sürede sonuçlandırılmaması, Danıştay Onuncu Dairesi
içtihadına aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının;
açılmış olan iptal ve tam yargı davasının reddedilmesi sonucu ayrımcılığa maruz
bırakılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; terör olayları sebebiyle köyü terke
mecbur kalınması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru
25/10/2013 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve
eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona
sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci
Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm
Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru
belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığının 26/5/2015
tarihli görüş yazısında benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda daha önce
sunulan görüşlere atıf yapılarak somut başvuru için ayrıca görüş sunulmayacağı
bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru
dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili
olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu,
Batman ili Kozluk ilçesi Geçitaltı köyü Hov (Gevro) mezrasında ikamet
etmekte iken terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü
terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir.
8. Başvurucu
15/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının
karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)
başvurmuştur.
9. Komisyon,
23/10/2007 tarihli ve 2007/2-1143 sayılı kararında “... dosyasının incelenmesi sonucunda adına kayıtlı arazilerin orman
arazisi olduğu tespit edilmiştir. 04/10/2004 tarih ve 2004/7955 sayılı
Yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartlara uygun olması nedeniyle
müracaatçıya; köydeki bina ve eklentilerinin bakımsızlıktan yıkıldığı ayrıca
arazilerine ulaşamamaktan dolayı zarara uğradığını beyan etmiş ve bu zararının
tazminini talep etmiş ise de bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan
tutanaklar, orman bilirkişi raporu ve dosyasında bulunan diğer bilgi ve
belgelerin değerlendirilmesi sonucu kişinin zirai arazisine ulaşamamaktan doğan
ayrıca bina ve eklentilerinin uğradığı zarara karşılık TTM zararı ile ilgili
olarak İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 05.03.2007 tarih ve
1125 sayılı yazısı esas alınarak Komisyon takdiri ile, Toplam 3.000-00- YTL
ödenmesine…” karar verilmiştir.
10. Komisyon
kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile
birlikte gönderilen sulhname örneği, başvurucu
tarafından kabul edilmeyerek uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır.
11. Komisyon
kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığından bahisle
başvurucu tarafından açılan iptal davasında Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin
30/6/2010 tarihli ve E.2008/631, K.2010/1201 sayılı kararı ile süre aşımı
nedeniyle davanın reddine hükmedilmiştir.
12. Başvurucu
12/8/2010 tarihinde Batman Valiliğine yeniden başvuruda bulunarak Komisyonca
daha evvel verilen kısmi kabul kararı doğrultusunda dosyanın yeniden
görüşülmesini talep etmiştir.
13. 27/8/2010
tarihli ve 2010/2-281 sayılı Komisyon kararında “… Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2008/631 Esas no
ve 2010/1201 sayılı Kararı gereğince; kendisine verilen süre içerisinde sulhnameyi imzalamadığı…” gerekçesi ile talebin
reddine karar verilmiştir.
14. 7/2/2011
tarihli ve 2011/2-457 sayılı ikinci bir Komisyon kararında “… İlgilinin, 23.10.2007 tarih ve 1143 karar no ile 3.000 TL ödeme kararı verildiği, miktar az
bulunduğundan Uyuşmazlık Tutanağı imzalanarak dava açıldığı ve Diyarbakır 1.
İdare Mahkemesinin 2008/631 esas nolu kararı ile
davanın süre aşımından reddedildiği ve ilgili tarafından daha önce karar
verilen 3.000 TL’nin ödenmesinin talep edilmesi üzerine; Komisyon Başkanlığımız
tarafından Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 2008/631 esas nolu
kararına istinaden verilen 27.08.2010 tarih ve 281 nolu
kararın iptal edilerek; İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin 07.08.2009
tarih ve 6404 sayılı görüş yazısına istinaden; ilgiliye 3.000,00 TL’nin
ödenmesine…” karar verilmiştir.
15. Komisyon
kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un 12. maddesi gereğince davet yazısı ile
birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline
gönderilmiştir.
16. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen
zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay
ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve
taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname
9/3/2011 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır.
17. Belirlenen
tazminat miktarı 26/7/2011 tarihinde başvurucu vekilinin hesap numarasına
aktarılmıştır.
18. Başvurucu
tarafından, Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını
karşılamadığından bahisle Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde açılan Komisyon
kararının iptali ve sulhname dışı kalan zararlarının
ödenmesi istemli dava, yetkisizlik kararı verilerek Batman İdare Mahkemesine
devredilmiştir.
19. Batman
İdare Mahkemesinin 30/3/2012 tarihli ve E.2011/1216, K.2012/2400 sayılı kararı
ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
“… Yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca,
yasada belirtilen durumların gerçekleşmesi halinde, kişilerin terör
olaylarından dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın
5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açık olmakla birlikte,
idarece tazmin edilecek olan zarar miktarının ilgiliye tebliğ edildikten sonra
karşılıklı irade beyanlarıyla imzalanan "sulhname"nin,
uğranılan zararın tazmini isteminden kaynaklanacak olan uyuşmazlığı daha sonra
dava konusu olmayacak şekilde ortadan kaldırmasını amaçlayan ve dolayısıyla, karşılıklı
irade beyanıyla uzlaşmayı sağlayarak, uyuşmazlığı idari aşamada çözen bir belge
niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının
daha önceki başvurusu üzerine 5233 sayılı Kanun uyarınca tazmini gereken
zararları tespit edilerek davalı idare ve davacı arasında anlaşma sağlanıp sulhname imzalanmış ve sulhnamede
belirtilen zarar kalemlerine karşılık olarak uzlaşmaya varıldığı
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, ayni ve
nakdi tüm zararlarının karşılandığı kabul ve taahhüt edilerek sulhname imzalandıktan sonra, sulhnamede
belirtilen miktar ile gerçek zarar miktarı hesabı arasında fark olduğu iddiası
üzerine tazminat talebinin karşılanması mümkün olmadığından, dava konusu
işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...”
20. İtiraz
yoluna başvurulması üzerine Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 15/3/2013
tarihli ve E.2013/821, K.2013/714 sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar
verilmiştir.
21. Başvurucunun
karar düzeltme istemi, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 9/9/2013 tarihli ve
E.2013/1527, K.2013/1520 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
22. Ret
kararı 3/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 25/10/2013
tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
B. İlgili Hukuk
23. 5233
sayılı Kanun’un 1., 2., 4., 6., 7., 8., geçici 1., geçici 4. maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014,
§§ 15-21, 23).
24. 5233
sayılı Kanun’un 12. maddesi şöyledir:
“Komisyon, doğrudan
doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye
göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle
gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa
tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak,
uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca,
bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının
örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.
Davet yazısında hak
sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz
gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi
takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı
ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının
saklı olduğu belirtilir.
Davet üzerine gelen
hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname
tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve
komisyon başkanı tarafından imzalanır.
Sulhname
tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması
hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.
Sulh yoluyla
çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları
saklıdır.”
25. 5233
sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Sulhnamede
belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından
sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla
konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.”
26. Terör
ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in 27. maddesi şöyledir:
“Sulhname tasarıları hak sahibi
veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra
Vali veya Bakan tarafından onaylanır.
Ödemeler sulhname tasarılarının onay
tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya
sahiplerinin banka hesaplarına yapılır.”
27. 6/1/1982
tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2)
numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin
(5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (1) numaralı fıkrası.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
28. Mahkemenin
16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 25/10/2013 tarihli
ve 2013/7938 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
29. Başvurucu;
Batman ili Kozluk ilçesi Geçitaltı köyü Hov (Gevro) mezrasında ikamet
etmekte iken terör olayları nedeniyle yerleşim yerini terk etmek zorunda
kaldığını, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu müracaatın kısmen kabul,
kısmen reddedildiğini, kabul edilen kısım için idare ile sulhname
imzalandığını, sulhnamenin kapsamının kabul edilen
zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul edilmeyen kısım için mal
varlığına ulaşamamaktan kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu, sulhname kapsamı dışında kalan zararları için açtığı iptal
ve tam yargı davasında zararlarının tazmini konusunda davanın reddine karar
verilmesi sonucunda Komisyon tarafından açıkça veya zımnen reddedilen zarar
kalemlerini kapsamaması nedeniyle sulhname kapsamı
dışında tutulan zarar kalemleri için ilgilinin dava açma hakkının saklı
bulunduğu yönündeki Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve
E.2008/4141, K.20008/9584 sayılı kararı ile aykırılığa düşüldüğünü, yaptığı
başvuru hakkında yürütülen işlemlerin makul sürede sonuçlandırılmadığını,
Kanun'un açık hükmüne rağmen mağduriyetinin giderilmediğini, Kanun’un lafzına
ve amacına aykırı bir şekilde karar verildiğini, gerçek zararının hesabında
birçok zarar kalemi mevcut olmasına rağmen bunların göz önünde bulundurulmaması
sebebiyle zararının eksik tazmin edildiğini, bu şekilde mülkiyet hakkından
yoksun kaldığını, kendi isteği dışında yerleşim yerinden ayrılmak zorunda
kalması nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesine riayet edilmediğini, kendisi
ile aynı zarara uğrayan bireylerden farklı muameleye tabi tutulduğunu
belirterek Anayasa’nın 10., 20., 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının
ihlal edildiğini iddia etmiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Eşitlik İlkesi ve Özel Hayatın Gizliliği İlkesinin İhlal
Edildiği İddiası
30. Başvurucu,
5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı giderim talebinin kısmen kabul edilmesi
sonucunda idare ile sulhname imzalanmakla birlikte
kabul edilmeyen kısım için açtığı davanın Derece Mahkemeleri tarafından
reddedildiğini ve bu nedenle ayrımcılığa maruz kaldığını belirterek Anayasa’nın
10. maddesinde tanımlanan eşitlik ilkesinin, kendi iradesi dışında yerleşim
yerini terke mecbur kalması nedeniyle Anayasa’nın 20. maddesinde tanımlanan
özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
31.
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
“... Başvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
32.
30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu
ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce
tüketilmiş olması gerekir.”
33.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45.
maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda
bulunmak için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için idari ve
yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir.
34.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir
ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı
öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
35.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur.
Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı
mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel
başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması
içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B.
No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).
36.
Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuruda bulunabilmek için öncelikle hukuk sisteminde düzenlenen başvuru
yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa
Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve
adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve
kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu
takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, § 19).
37.
Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun
yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa
Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan
yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).
38. Başvuru konusu olayda başvurucunun Batman Valiliğine sunduğu
başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, itiraz ve karar düzeltme talepleri
incelendiğinde başvurucunun talep ve davasının reddedilmesi nedeniyle
ayrımcılığa maruz kalması sonucu eşitlik ilkesinin, köyü terke mecbur kalması
nedeniyle özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin herhangi
bir iddia ileri sürmediği görüldüğünden anılan iddiaların Anayasa Mahkemesince
incelenmesi bireysel başvurunun ikincillik ilkesi gereği mümkün değildir.
39. Açıklanan nedenlerle anılan
iddiaların başvuru yolları usulüne uygun şekilde tüketilmeden bireysel
başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
40. Başvurucu;
5233 sayılı Kanun kapsamında yapmış olduğu başvurunun kısmen kabul edilip
kısmen reddedildiğini, zararının kabul edilen kısmı için idare ile sulhname imzalanmakla birlikte kabul edilmeyen kısım için
iptal ve tam yargı davası açtığını, hükmedilen tazminatın sadece inşaat
zararlarına ilişkin olduğunu, gerçek zararının hesabında konut zararı dışında
da zarar kalemleri mevcut olduğundan sulhnamenin
kapsamının kabul edilen zararlarla sınırlı olduğunu, dolayısıyla kabul
edilmeyen kısım olan arazileri kullanamama sonucu mal varlığına ulaşamamaktan
kaynaklanan dava açma hakkının saklı bulunduğunu fakat açtığı davanın
reddedildiğini, gerçek zararının hesabında arazileri kullanamama durumu ile
kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda elde edilen tapu kayıtları dikkate
alınmadan gerçekleştirilen eksik tazmin nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
41. 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda
idare ile sulhname imzalanması nedeniyle bakiye zarar
iddiasına ilişkin davanın reddedilmesi daha önce bireysel başvuruya konu olmuş
ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda idari ve yargısal
süreci müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmedilmesini temin
eden etkili bir giderim yolu bulunduğundan hareketle başvurucunun mağdur
sıfatının ortadan kalkmış olmasına dayanılarak kişi
bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğu
sonucuna varılmıştır (Zübeyit Kaya, B. No: 2013/7674, 21/5/2015, §§ 29-43; Faris Arslan, B. No: 2014/1026, 20/5/2015, §§
45-58).
42.
Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı
Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından yapılan araştırma ve
inceleme sonucunda başvurucunun arazisine ulaşamaması, ayrıca bina ve
eklentilerinin zarara uğraması nedeniyle tespit edilen zararları öngörülen
birim fiyatlara tabi tutularak 3.000 TL’lik tazminat miktarı belirlenmiş (bkz.
§§ 9, 14) ve başvurucu vekiline, kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname örneği ile birlikte sulha davet yazısı
gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu tarafından kabul edilmiştir.
43.
Bu durumda başvurucunun ilk davasının süre aşımı nedeniyle reddedilmesi
akabinde Batman Valiliğine yeniden başvuruda bulunarak Komisyonca daha önce
verilen karar doğrultusunda dosyanın yeniden görüşülmesini talep etmesi sonucu
başvurucunun 9/3/2011 tarihli sulhnameyi imzalayarak
Komisyonun tespitine esas olan olayla ilgili maddi mağduriyetinin, başvurucunun
eksik hesaplandığını beyan ettiği zarar miktarı da dikkate alındığında açıkça
orantısız olmayacak şekilde giderildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu,
zararlarının tamamını karşıladığını beyan ettiği alacağını tümüyle davalı
idareden tahsil ettiğinden mülkiyet hakkına ilişkin mağduriyeti 26/7/2011
tarihinde giderilmiş ve bu hak yönünden başvurucunun mağdurluk statüsü de aynı
tarihte sona ermiştir. Öte yandan başvurucu, 5233 sayılı Kanun ile oluşturulan
iç hukuk yolunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında (Akdıvar ve diğerleri/Türkiye [Giderim], B. No:
21893/93, 16/9/1996; Doğan ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 8803-8811/02…, 13/7/2006) belirtilen
nitelikleri taşımadığı yahut Komisyon tarafından ödenmesine karar verilen
tazminat tutarının kendisine ödenmediği ya da eksik ödendiği yönünde bir
iddiada da bulunmamıştır.
44. Açıklanan
nedenlerle başvurucunun mülkiyet hakkına yönelik şikâyet yönünden mağdurluk
statüsünü kaybettiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
45. Başvurucu;
yaptığı başvurunun kısmen Komisyonca kabul edilip kısmen reddedilmekle birlikte
5233 sayılı Kanun'un açık lafzına ve amacına rağmen mağduriyetinin tamamen
giderilmediğini, Kanun’un lafzına ve amacına aykırı bir şekilde karar
verildiğini, idari ve yargısal süreç neticesinde sadece konut zararlarının
karşılandığını fakat arazilerini kullanamamaktan kaynaklanan zararlarının
tazmin edilmediğini belirterek yapılan yargılama ve verilen kararların adil
olmadığından şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun anılan iddialarının özünün derece
mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
46.
Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında
bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece
kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir (Necati Gündüz ve
Recep Gündüz, B. No:
2012/1027, 12/2/2013, § 24).
47. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece
mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek
istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu
hiçe sayan tarzda bariz bir takdir hatası ve açık keyfîlik
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular derecesi mahkemesi kararları bariz bir takdir hatası
veya açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince
esas yönünden incelenemez (Necati
Gündüz ve Recep Gündüz, § 26).
48. 5233
sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel
kişilerinin maddi zararlarının yargı yoluna gidilmesine gerek kalmaksızın
idarece en kısa süre içerisinde ve tam olarak tespit edilerek sulh yoluyla
karşılanmasını amaçlamakta olup belirtilen amaç doğrultusunda ilke ve
prosedürler öngörmektedir (Cahit Tekin,
B. No: 2013/2744, 16/7/2014, § 82).
49. 5233
sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin, belirtilen Kanun kapsamında
değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun'un kapsamının
belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt
uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine
aittir. 5233 sayılı Kanun'un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru
konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından
yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların
maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun
yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu
belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun bulunduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014,
§§ 45-50). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber
derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası içermesi durumunda
anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti
noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014,
§ 93; Cahit Tekin, § 88).
50.
Somut başvuruda başvurucu, terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen
faaliyetler nedeniyle oluşan zararlarının karşılanması amacıyla 5233 sayılı
Kanun kapsamında Komisyona başvurmuş; Komisyon tarafından gerçekleştirilen
araştırma ve inceleme sonucunda başvurucunun tespit edilen zararları öngörülen
birim fiyatlarına tabi tutularak tazminat miktarı belirlenmiş ve başvurucu vekiline,
kararlaştırılan tazminat miktarını içerir sulhname
örneği ile birlikte sulha davet yazısı gönderilmiştir. Sulh teklifi başvurucu
tarafından kabul edilmiştir.
51. Başvurucu
tarafından açılan davada Mahkemece; imzalanan sulhnamenin,
karşılıklı irade beyanıyla uzlaşmayı sağlayarak uyuşmazlığı idari aşamada çözen
bir belge niteliğinde olduğu, başvurucunun 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini
gereken zararları tespit edilerek idare ve başvurucu arasında anlaşma
sağlandığı, başvurucunun da ayni ve nakdî tüm zararlarının karşılandığını kabul
ve taahhüt ederek sulhnameyi imzaladığı, bu durumda sulhname imzalandıktan sonra sulhnamede
belirtilen miktar ile gerçek zarar miktarı arasında fark olduğu iddiası üzerine
tazminat talebinin karşılanmasının mümkün bulunmadığı belirtilerek davanın
reddine karar verilmiştir (bkz. § 19).
52. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri
sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi
kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik
de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça
dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Danıştay Onuncu Dairesi İçtihadına Aykırı Karar Verilmesi
Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
53.
Başvurucu, Komisyon kararında karşılanmaması nedeniyle sulhname
kapsamına dâhil olmayan zarar kalemleri için açtığı iptal davasında Danıştay
Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı
kararında da belirtildiği gibi bakiye zararlara ilişkin dava hakkı saklı
olduğundan bu zararlarının tazmin edilmesi yönünde hüküm kurulması gerekirken
davasının reddine hükmedildiğini, bu hâliyle verilen kararın hukuka aykırı
olduğunu ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
54.
Anayasa'nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.”
55.
Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli
olarak yazılır.”
56.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili
uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda
karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.…”
57.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin yargı organlarına davacı
ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve
adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Sözleşme metni ile AİHM
kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan
alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma
hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca
inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM
içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan
ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
38).
58. Bu noktada hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği
ilkesi oluşturmaktadır (AYM, E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010 ve E.2012/50,
K.2012/128, K.T. 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının,
hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten
Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini beyan etmektedir.
Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya
güvenlik ilkesi ise hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve
kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan
mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak yargısal
bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, §
57).
59. Bununla birlikte farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış
olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM
kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03,
24/3/2009, § 29;
Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde
kararlar verilmesi ihtimali Yargıtay,
Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden
oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir (Türkan Bal, B. No: 2013/6932, 6/1/2015, §
53).
60. Diğer yandan bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki
güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Unédic/Fransa,
B. No: 20153/04,
18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik bir yaklaşımın
sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim,
adaletin iyi bir şekilde gerçekleştirilmesine aykırılık teşkil etmez (Benzer
yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03,
14/1/2010, § 38).
61.
Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan
mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında, davaların içeriğinden
kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması hâlinde ise hareket noktası, derece
mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve
tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Stefanica ve diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02,
2/11/2010, § 34). Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi kararlarda yaşanan
değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından
öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir (Türkan Bal, § 58).
62.
Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin
yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle
olumludur. Uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler
içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstererek
farklı sonuçlara ulaşmaları, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri çerçevesinde,
verilen kararların ihtimale dayalı sonuçlar olmamasını ve birbirine zıt
ilamların ortaya çıkmamasını gerektirir.
63. Başvurucunun,
kendisiyle aynı statüde olan davacılar lehine hüküm kurulması hakkında
dayandığı Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141,
K.2008/9584 sayılı ilamının incelenmesi neticesinde farklı idare mahkemesince
yapılan yargılamada davanın reddi yönünde kurulan hükmün, davacının Komisyon
tarafından reddedilen diğer istemine yönelik olarak dava açma hakkının saklı
bulunduğunun kabulü gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği
anlaşılmaktadır.
64.
Danıştay dava daireleri arasındaki iş bölümü kapsamında 5233 sayılı Kanun’dan
kaynaklanan davaları ve temyiz başvurularını inceleme görevi Danıştay Onuncu
Dairesine ait iken Danıştay Genel Kurulunca alınan 25/4/2011 tarihli E.2011/13,
K.2011/13 sayılı kararla Danıştay Dairelerinin yeni iş bölümü esasları
belirlenmiş ve bu görev Danıştay Onbeşinci Dairesine
devredilmiştir. Aynı yıl Danıştay Onbeşinci Dairesi
içtihat değişikliğine giderek 5233 sayılı Kanun'un 12. maddesinin madde metni
ve gerekçesinden hareketle sulhname imzalanması ile
uyuşmazlığın ortadan kalktığından bahisle bakiye zararlar için dava
açılamayacağı şeklinde hüküm kurmuştur.
65.
Başvuruya konu olayda başvurucunun Batman İdare Mahkemesinde açtığı davada
Mahkemenin, başvurucu ve idare arasında karşılıklı irade beyanlarıyla imzalanan
sulhnamenin varlığından hareketle davanın reddi yönünde
hüküm kurduğu, söz konusu kararın Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi tarafından
anılan içtihat değişikliğinden sonraki bir tarih olan 2013 yılında onandığı
anlaşılmaktadır. Başvurucunun dosyaya çelişkili karar örneği olarak beyan
ettiği kararın 2011 yılındaki içtihat değişikliğinden önce Danıştay tarafından
verilen karar olduğu görülmekle söz konusu kararlar ile başvurucunun açtığı
davada kurulan hüküm arasındaki farklılıkların Danıştay Onbeşinci
Dairesinin içtihat değişikliğinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
66.
Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek
içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul
edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın
müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Benzer
yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve diğerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94…,
28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.),
B. No: 42162/02, 2/12/2008).
67.
Yazılı hukuk sistemine tabi ülkelerde içtihat değişmez bir olgu olmadığından
mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında
kalmaktadır. Böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr
bulunmaması anlamına gelmektedir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve
diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05…, 30/11/2010, § 28). Ancak aynı
hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde
mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi
gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
68.
Batman İdare Mahkemesi ve Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi kararlarının,
Danıştay Onuncu Dairesinin daha önceki kararından farklı bir sonuca neden
ulaşıldığı hakkında başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak
anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi içerdiği değerlendirilmektedir.
2004 yılında kabul edilip aynı yıl yürürlüğe giren 5233 sayılı Kanun kapsamında
öngörülen idari süreç akabinde uyuşmazlıkların yargıya taşınması ile yeni usul
ve sulhname imzalanması işlemi hakkında içtihatların
müstakar hâle gelmesi için belli bir zamana ihtiyaç duyulması da nazara
alındığında, yeterli gerekçeyle desteklenen içtihat değişikliği sonrasında
içtihattan sapma olmadığı gibi başvurucunun bu yönde bir iddiası da mevcut
değildir. Kaldı ki başvurucunun, Danıştay Onbeşinci
Dairesinin içtihat değişikliği yaptığı tarihten sonraki bir tarihte sulhnamede ödenmesine karar verilen miktarı tahsil ettiği
ve akabinde dava açtığı nazara alındığında başvurucunun dayanak gösterdiği
karar hakkındaki iddiaları temelsiz kalmaktadır.
69.
Aynı hukuki metne ilişkin olarak aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri
arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları ile temyiz mercilerinin,
uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki
yorum farklılıkları, tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde
kabul edilemeyeceği gibi (Ahmet
Sağlam, B. No: 2013/3351,
17/9/2013, § 45) Mahkemelerce, hukuk kurallarının yorumlanması ve delillerin
değerlendirilmesinde farklılıklar meydana gelmesi ya da önceki çözümün
tatminkâr bulunmaması, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında içtihadın
müstakar olması için belli bir zamana ihtiyaç duyulması gibi çeşitli nedenlerle
içtihat değişikliğine gidilmesi de tek başına adil yargılanma hakkının ihlali
niteliğinde kabul edilemez.
70. Açıklanan
nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu
kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
71. Başvurucu,
5233 sayılı Kanun kapsamında ileri sürdüğü giderim talebinin değerlendirilmesi
hususundaki idari süreç ve yargılama prosedürünün makul sürede
sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
72. Başvuru
dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili
olayların incelenmesi neticesinde başvurunun bu kısının iki ayrı bölümde
incelenmesi uygun görüşmüştür.
i. Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde Açılan Davaya İlişkin
Yargılama Sürecinde Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
73.
Başvurucu, 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda yürütülen işlemlerin
uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden
şikâyetçi olmuştur.
74.
6216 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem
ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”
75.
Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin
başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen
nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları
inceleyebilecektir. Mahkemenin zaman bakımından yetkisine ilişkin bu
düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai
işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün
olmadığı gibi bu kuralların bireysel başvurunun
tüm aşamalarında resen dikkate alınmaları gerekir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14; Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).
76. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde
başvurucunun 15/12/2004 tarihinde Komisyona yaptığı başvuruda Komisyonun,
başvurucunun talebini kabul edip başvurucuya 3.000 TL ödenmesi yönünde karar
verdiği, başvurucunun miktarı az bulması nedeniyle sulhname
tasarısını imzalamayarak iptal ve tam yargı davası açtığı, Diyarbakır 1. İdare
Mahkemesinin 30/6/2010 tarihinde süre aşımı nedeniyle davanın reddi yönünde
karar verdiği ve kanun yoluna başvurulmayarak aynı tarihte hükmün kesinleştiği
anlaşılmaktadır.
77.
Açıklanan nedenlerle başvuru konusu işlemin 23/9/2012 tarihinden önce
kesinleşmiş olduğu anlaşıldığından başvurunun
bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
ii. Batman İdare Mahkemesinde Açılan Davaya İlişkin Yargılama
Sürecinde Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
78. Başvurucu,
5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuruda idari süreç ve yargılama
prosedürünün uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
79. 5233
sayılı Kanun kapsamında yapılan müracaatlarda idari yargı makamları nezdindeki
yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel
başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda
Komisyon ve yargılama aşamalarında geçen süreler ile davanın tüm koşulları, karara bağlanan başvuru sayısı ve yargılama sürecinde
Komisyon ve yargılama makamlarınca yapılan işlemler dikkate alınarak
uyuşmazlığın karara bağlanması konusunda kamu otoritelerine ve özellikle
yargılama organlarına atfedilebilecek bir gecikmenin olmadığı ve toplamda
sekiz yılın altında gerçekleşen başvuruların karara bağlanma süresinin makul
sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açmadığı sonucuna ulaşılmıştır (Sabri Çetin, §§ 61-69; Mahmut Can Arslan, §§ 60-68; Mehmet Gürgen, B. No: 2013/3202, 6/2/2014,
§§ 58-66; Celal Demir, §§ 58-66).
Başvurunun kesin olarak karara bağlanmasının daha uzun bir sürede gerçekleştiği
ve bu durumun başvuruculara atfedilebilecek bir kusurdan kaynaklanmadığı
durumlarda ise makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna
varılmıştır (İsmet Kaya, B. No:
2013/2294, 8/5/2014, §§ 46-70).
80.
Somut başvuru bakımından başvurucu tarafından 5233 sayılı Kanun kapsamında
evvelce verilen Komisyon kararı nazara alınarak yeniden inceleme yapılması
amacıyla 12/8/2010 tarihinde Komisyona tekrar yapılan müracaat sonrasında 5233
sayılı Kanun’un öngördüğü usul uyarınca bir kısım işlemlerin yapılması akabinde
7/2/2011 tarihinde başvurucunun talebi kabul edilerek 3.000 TL ödenmesine karar
verilmiştir. Belirtilen karar aleyhine 18/3/2011 tarihinde başlatılan yargılama
sürecinin ise başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Diyarbakır
Bölge İdare Mahkemesinin 9/9/2013 tarihli kararı ile tamamlandığı, bu
bakımından makul sürede yargılanma hakkı kapsamında nazara alınması gereken
toplam sürenin yaklaşık üç yıl bir aylık bir zaman dilimi olduğu
anlaşılmaktadır.
81.
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü
şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
82.
Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde başvurucu açısından
farklı karar verilmesini gerektiren bir yön bulunmadığı ve yaklaşık üç yıl bir
ay devam eden yargılama sürecindeki gecikmenin makul olduğu, başvurucunun
hakkını ihlal edecek şekilde gecikme bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
83.
Açıklanan nedenlerle başvurucunun makul süreyi aştığını ileri sürdüğü
yargılamanın uzunluğu konusunda açık ve görünür bir ihlal saptanmadığından
başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun
olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan
gerekçelerle;
A.
1. Eşitlik ilkesinin ve özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edildiğine
ilişkin iddianın başvuru yollarının
tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
3.
Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4.
Danıştay Onuncu Dairesi içtihadına aykırı karar verilmesi nedeniyle adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ
OLDUĞUNA,
5.
Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde
makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
6.
Batman İdare Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama sürecinde makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde
bırakılmasına
16/12/2015
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.