TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
GALİP ŞAHİN BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2015/6075)
|
|
Karar Tarihi:11/6/2018
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM
|
|
KARAR
|
|
Başkan
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Üyeler
|
:
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
|
|
Kadir ÖZKAYA
|
|
|
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
Raportör
|
:
|
Gülbin AYNUR
|
Başvurucu
|
:
|
Galip ŞAHİN
|
Vekili
|
:
|
Av. Levent
ÖZÇELİK
|
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, disiplin işleminin tesisi sürecinde ve bu işleme
karşı açılan davada verilen kararların bağlantılı ceza yargılamasına konu suçun
işlendiği yönünde ifadeler içermesi nedeniyle masumiyet karinesinin
ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 7/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına
(Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
8. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (Dz. Kuv. K.) emrinde yarbay
olarak görev yapmakta iken başvurucunun İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından yürütülen ve İzmir bölgesinde gerçekleştirilen ihalelere, suç
işlemek amacıyla kurulan örgüt tarafından fesat karıştırıldığına dair
iddiaların incelendiği bir soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadesi
alınmıştır. 5/8/2013 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında suç örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil
olmamakla birlikte suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım suçundan İzmir 3.
Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Ulusal
Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemeye göre söz konusu
dava derdesttir.
9. Başvurucu hakkında kamu davası açılması üzerine Dz. Kuv. K.
tarafından da idari tahkikat başlatılmıştır. İdari tahkikat sonucunda
düzenlenen raporda;
i. Başvurucu hakkındaki iddialar, iletişim tespit tutanakları ve
Dz. Kuv. K.nda vermiş olduğu ifade tutanağı birlikte
incelendiğinde başvurucunun iddianamede belirtilen suç örgütünün mensuplarından
olduğu ileri sürülen M.H.T. isimli şahısla aşırı samimiyet kurduğunun,
ii. M.H.T.nin firmasının servis
hizmeti ile ilgili faaliyetlerini kontrol etmekle görevli olmasına rağmen söz
konusu şahısla aşırı samimiyet kurarak menfaat temin etme yoluna gittiğinin ve
firmanın küçük hatalarını tolere ettiğinin; şahsın
istekleri doğrultusunda, şahsın şirketi ve ihaleye giren rakip şirketler ile
ilgili bilgiler temin ederek bu şahsa verdiğinin,
iii. Adı geçen şahısla arasında geçen konuşmalarında her
fırsatta menfaat temin etmeye çalıştığının ve bu menfaatlerden amirim diye bahsettiği bir personelin de
yararlanmasını sağlamaya çalıştığının,
iv. Evli olmasına rağmen yabancı uyruklu bir bayanla para
karşılığı cinsel ilişkiye girdiğinin, her ne kadar sonradan ücretini ödediğini
ifade etse de İzmir-İstanbul arası uçak bileti, bir otelin yıllık üyelik kartı
ve yabancı uyruklu bir bayanla girmiş olduğu cinsel ilişki masraflarını
M.H.T.ye karşılatarak menfaat sağladığının anlaşıldığı tespit ve
değerlendirmelerine yer verilmiştir.
10. Dz. Kuv. K. bünyesinde kurulan Komisyon 24/1/2014 tarihinde,
başvurucunun disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle Türk Silahlı
Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğinin kesilmesinin komutanlık onayına sunulmasına
karar vermiştir.
11. Dz. Kuv. K. ve Genelkurmay Başkanlığı nezdindeki onay
işlemlerinin tamamlanmasının akabinde Millî Savunma Bakanlığı tarafından
imzalanan 28/2/2014 tarihli kararname ile hakkındaki ayırma işlemi tekemmül
eden başvurucunun 13/3/2014 tarihinde TSK'dan ilişiği kesilmiştir.
12. Başvurucu, hakkında tesis edilen TSK'dan ayırma işleminin
iptali istemiyle 6/5/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM)
dava açmıştır.
13. AYİM Birinci Dairesi (Mahkeme) 4/2/2015 tarihinde
oybirliğiyle verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ihlal
iddialarına konu edilen ilgili kısmı şöyledir:
"...yasal dinleme kararları neticesinde
elde edilen iletişim tespit tutanaklarından; davacının, servis hizmeti ile
ilgili faaliyetlerini kontrol etmekle görevli olduğu bir şahısla aşırı
samimiyet kurarak sürekli menfaat temin etmeye çalıştığı ve firmanın küçük
hatalarını tolere ettiği, evli olmasına rağmen,
yabancı uyruklu bir bayanla para karşılığı cinsel ilişkiye girdiği, her ne
kadar sonradan ücretini ödediğini ifade etse de İzmir-İstanbul arası uçak
bileti, bir otelin yıllık üyelik kartı ve yabancı uyruklu bir bayanla girmiş
olduğu cinsel ilişki masraflarını bu şahsa karşılatarak menfaat sağladığı
hususları dikkate alındığında; dava konusu işlemin sebep unsurunun maddi
gerçeklik ile uyumlu olduğu; davacının ahlaki durumunun TSK'nın itibarını
sarsacak derecede kötü nitelik arz ettiği ve hizmetin gerektirdiği şekilde
tavır ve hareketler sergilemediği; idarenin dava konusu işlemi tesis ederken
takdir yetkisini kişi yararı ile kamu yararı arasındaki dengeyi gözeterek,
ölçülü ve nesnel olarak kullandığı, davalı idarece davacının sabit görülen
eylemleri nedeniyle işlem tesis etmesinde herhangi bir hukuka aykırılığın
bulunmadığı..."
14. Karar 16/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu söz konusu karara karşı karar düzeltme yoluna
müracaat etmemiştir.
16. Başvurucu 7/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bir suç ile itham edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır."
B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının disiplin yetkisini haiz makamların ceza
yargılaması kapsamında kendisine suç isnat edilen ve eylemi usule uygun bir
şekilde tespit edilen bir kamu görevlisine yaptırım uygulamasını engellemek
gibi bir amacı veya etkisi bulunmadığını belirtmektedir. Sözleşme'nin herhangi
bir eylem nedeniyle hem ceza hem de disiplin yargılamalarının başlatılmasına
veya söz konusu iki yargılama türünün eş zamanlı olarak yürütülmesine halel
getirmediğine vurgu yapan AİHM ayrıca, cezai sorumluluğun kaldırılması hâlinde
bile daha hafif bir ispat külfeti temelinde aynı olaylardan doğan hukuki veya
diğer sorumlulukların tesis edilmesine bir engel bulunmadığına işaret
etmektedir (Seven/Türkiye, B. No:
60392/08, 23/1/2018, § 51).
19. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul
etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından
ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci
unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman
devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili
olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade
etmektedir. Öte yandan AİHM; ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin
ilk unsurun kapsamının sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek
adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı olmadığını, bu ilkenin
kapsamının daha geniş olduğunu belirtmekte ve hiçbir devlet temsilcisinin
kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu
olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Bu
yönüyle AİHM, masumiyet karinesinin yalnızca ceza yargılamaları bağlamında
değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da
disiplin incelemelerinde de ihlal edilebileceğine dikkat çekmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07,
28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye,
§ 43).
20. Bu bağlamda masumiyet karinesinin idari yargılamalar için de
uygulanabilir olduğunu kabul eden AİHM, hakkında nihai bir ceza hükmü
olmamasına rağmen idare mahkemesi tarafından verilen bir kararda davacıya cezai
sorumluluk yükleyen bir ifadenin yer almasının Sözleşme'nin 6. maddesinin (2)
numaralı fıkrası kapsamında bir soruna yol açabileceğini belirtmektedir (Çelik Bozkurt/Türkiye, B. No: 34388/05,
12/4/2011, §§ 31, 32; Seven/Türkiye,
§ 51).
21. AİHM, Çelik
Bozkurt/Türkiye başvurusunda ceza yargılamasına konu dava
ertelendiği hâlde aynı olay dolayısıyla ve erteleme kararına dayalı olarak
başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkartılmasına ilişkin idari işlem ve
idare mahkemesi kararını incelemiş ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine
karar vermiştir.
22. Başvuruya konu olayda başvurucu 15/6/2000 tarihinde, yasa
dışı Hizbullah örgütü mensubu olmakla suçlanmıştır. Hakkındaki yargılama
Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesinde (DGM) devam ederken 23/4/1999
tarihinden önce işlenen belli suçlara ilişkin kovuşturmaların ertelenmesine
ilişkin yasa yürürlüğe girmiş, DGM başvurucunun yasadışı örgüte yardım ve
yataklık suçunun söz konusu yasa kapsamında olduğunu belirterek 13/3/2001
tarihinde hakkındaki yargılamanın ertelenmesine karar vermiştir. Yargılamanın
ertelenmesinden önce 4/10/2000 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı (MEB),
Savcılığın elindeki delillerin başvurucunun yasa dışı örgüt mensubu olduğunu
gösterdiği kanaatiyle başvurucuyu ilkokul öğretmenliği görevinden çıkarmıştır. Başvurucu,
meslekten çıkarılma kararının iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde
(İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 7/3/2002 tarihinde davayı
reddetmiş, kararın gerekçesinde 13/3/2001 tarihli DGM kararına atıfta bulunarak
ceza yargılamasında, faaliyetlerinin yardım
ve yataklık teşkil ettiği tespit edilen başvurucunun meslekten
çıkarılmasının yasaya uygun olduğu ifadelerine yer vermiştir. Karar, Danıştay
incelemesinden geçerek kesinleşmiştir (Çelik
Bozkurt/Türkiye, §§ 7-13).
23. AİHM, İdare Mahkemesinin başvurucunun davasını reddederken
kullandığı dilin ceza davası ile idari yargılama arasında bir bağ kurduğuna dikkat çekmiş; bunun daSözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının idari
yargılamayı kapsayacak şekilde genişletilmesini haklı çıkardığını belirterek
Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının somut davaya uygulanabilir
olduğu tespitinde bulunmuştur (Çelik
Bozkurt/Türkiye, §34).
24. İdare Mahkemesinin kararında aynı ifadelere yer vermesi ve
olaylarla ilgili yeni bir değerlendirme yapmamış olması ışığında AİHM, söz
konusu Mahkemenin başvurucunun öğretmenlik mesleğinden çıkarılma kararının
yasaya uygunluğunu inceleme görevini aşarak hiçbir ceza mahkemesi tarafından bu
yönde bir sonuca ulaşılmadığı hâlde başvurucuyu yasa dışı bir örgüte yardım ve
yataklık etmekten suçlu bulduğunu tespit etmiştir (Çelik Bozkurt/Türkiye, § 35).
25. Son olarak AİHM, yetkili mercilerin başvurucunun müteaddit
iş başvurularını reddederken Diyarbakır DGM'nin ceza kovuşturmasının
ertelenmesi kararını esas almaya devam ettiğini gözlemlediğini belirterek bu
durumun devletin hiçbir temsilcisini ya da kurumunun bir şahsı, suçu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden suçlu
ilan etmemesini gerektiren Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla
bağdaşmadığını ifade etmiştir.AİHM bu
değerlendirmelere istinaden somut olayda başvurucunun masumiyet karinesinin
ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Çelik
Bozkurt/Türkiye, §§ 36, 37).
26. AİHM Güç/Türkiye
(B. No: 15374/11, 23/1/2018) başvurusunda ise uygunsuz davranışı nedeniyle
hakkında yürütülen ceza yargılaması sonuçlanmadan okul görevlisinin kamu
görevinden ihraç edilmiş olmasının masumiyet karinesini ihlal etmediğine karar
vermiştir.
27. Güç/Türkiye
kararına konu olayda Halk Eğitim Merkezinde çalışmakta olan başvuran, bir
ilkokul öğrencisi ile uygunsuz vaziyette yakalandığı iddiası üzerine çocuğa
yönelik cinsel taciz şüphesiyle polis tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran
daha sonra çocuğa yönelik cinsel istismar, cinsel taciz ve çocuğu yasaya aykırı
şekilde alıkoymakla suçlanmıştır. Hakkında yürütülen ceza yargılaması devam
ederken MEB müfettişleri tarafından başvuran hakkında disiplin soruşturması
başlatılmıştır. Bu bağlamda, memurluk sıfatı
ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici
hareketlerde bulunduğu tespit edilen başvuran, görevinden ihraç
edilmiştir. Başvuranın idare mahkemesinde açtığı dava reddedilmiştir (Güç/Türkiye, §§ 7-27).
28. Mezkur başvuruda AİHM'den disiplin
makamlarının ve idari makamların kararlarında belirttikleri gerekçeler veya
kullandıkları dil nedeniyle ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan
başvuranın masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verip vermediklerini
tespit etmesi talep edilmiştir (Güç/Türkiye,
§ 31).
29. AİHM'in bu bağlamdaki tespitlerine
göre somut olayda disiplin soruşturması, ilgili kişilerin ifadelerine başvurmak
ve rehber öğretmenin söz konusu öğrencinin psikolojik ve sosyal gelişim düzeyi
hakkında hazırladığı raporu incelemek suretiyle bağımsız şekilde olayları
tespit eden iki müfettiş tarafından yürütülmüştür. Disiplin raporunda,
müfettişlerin başvuran aleyhinde yürütülmekte olan ceza yargılaması devam
ederken erken çıkarımlarda bulunduklarına işaret eden herhangi bir husus mevcut
değildir. Müfettişler, yürüttükleri soruşturma sonucunda ve daha hafif bir
ispat külfeti temelinde başvuranın öğrenciye tacizde bulunduğu hususunda güçlü
izlenimler edinmişlerdir. AİHM'e göre taciz terimi kullanımı tek başına bir
sorun teşkil etmemektedir. Zira söz konusu terim, sadece ceza hukuku kapsamına
giren eylemler bağlamında kullanılmamakta olup aynı zamanda kişinin vücut
bütünlüğü dâhil kişinin mahreminin rızası dışında fiziksel temas veya şifahen
ihlal edildiği durumlarda da kullanılmaktadır. Disiplin makamları taciz
eyleminin ceza hukuku kapsamında cinsel taciz olarak sınıflandırılıp
sınıflandırılamayacağı hususunda da bir yorumda bulunmamıştır. Ayrıca AİHM'e göre, yetkililerin söz konusu olay nedeniyle
başvuran hakkında şüphelerin hasıl olduğunu belirtmeleri, eğitim sisteminde
kamu güveninin sürdürülmesi ve çocuklara yönelik şüpheli eylemlere hoşgörü
gösterilmesini engelleme gereksinimlerinin yetkililer tarafından dikkate
alındığı anlamına gelmektedir. Bu husus karşısında disiplin soruşturması, hukuk
yargılaması kapsamında kalan yetki sınırlarını başvuranın eş zamanlı olarak
yürütülen ceza yargılamasında masum sayılma hakkını ihlal teşkil edecek şekilde
aşmamıştır (Güç/Türkiye, § 41).
30. AİHM, idare mahkemesinin ceza yargılamasında alınan bir
ifadeye atıfta bulunmasına ilişkin olarak ise hukuk mahkemesinin ceza davasında
alınan bir ifadeye veya elde edilen bir delile istinat etmesinin tek başına
Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasına aykırı olmadığını ancak bu istinat
sonucunda hukuk mahkemesinin davalının cezai sorumluluğu hakkında yorum
yapmaması veya bu bağlamda uygun olmayan çıkarımlarda bulunmaması gerektiğini
dile getirmektedir. Olaylara ilişkin olarak AİHM, söz konusu ifadenin
(başvuranın daha önce çalışmış olduğu diğer okullarda da bu tür uygunsuz
davranışlarda bulunduğu söylentilerine atıfta bulunan) tek başına başvurana
cezai suç isnadında bulunmadığı kanaatinde olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca,
başvuranın ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemlerden suçlu
bulunması gerektiği yönünde idare mahkemesince bir yorumda bulunulmadığını
ifade etmiştir. AİHM, sonuç olarak disiplin işlemleri ile idari yargılama
sürecinde kullanılan dilin Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında
yer alan koşullara uygun olduğunu tespit etmiştir (Güç/Türkiye, §§ 42, 43).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
31. Mahkemenin 11/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
32. Başvurucu, hakkındaki ceza davasının henüz sonuçlanmadığını
hatırlatmakta; ayrıca iddianamede örgüt tarafından işlendiği ifade edilen
suçlar hakkında kendisine yönelik somut hiçbir eylem yüklenmediği hâlde
idarenin savunmasını dahi almadan fiillerin sabit olduğu kabulünden hareketle işlem
tesis ettiğinden şikâyet etmektedir. Başvurucu, hakkında tesis edilen TSK'dan
ayırma işleminin iptali istemiyle açtığı davaya ilişkin Mahkeme kararında,
idarenin subjektif yorumlarla tarafına isnat ettiği
eylemlerin ve suçlamaların sabit olduğunun kabul edilmesi ve iddialar hükmen
sübut bulmuş gibi değerlendirmelere yer verilmesi nedeniyle masumiyet
karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
B. Değerlendirme
33. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir."
34. Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz."
1. Kabul Edilebilirlik
Yönünden
35. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 30/3/2011
tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa
Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu
gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına
alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye'nin taraf olduğu ek
protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve
Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §
18).
36. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında adil
yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. 3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı
Kanun'un Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin 14. maddesinin gerekçesinde "değişiklikle
Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence
altına alınmış olan adil yargılama hakkı[nın] metne dahil" edildiği
belirtilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesine söz konusu ibarenin
eklenmesinin amacının Sözleşme'de düzenlenen adil
yargılanma hakkını anayasal güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır (Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017,§ 54). Bu itibarla Anayasa'da güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının kapsam ve içeriği belirlenirken Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar
başlıklı 6. maddesinin gözönünde bulundurulması
gerekir (Onurhan Solmaz,§ 22).
37. Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
kendisine bir suç itham edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya
kadar masum sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi,
Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir
unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu
sayılamayacağı belirtilmek suretiyle Anayasa'nın 38. maddesinin dördüncü
fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir.
38. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin AİHM kararlarında da (bkz. §19) belirtildiği
üzere iki yönü bulunmaktadır.
39. Güvencenin ilk yönü, kişi hakkındaki ceza yargılaması
sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir
suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu
olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında
erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.Güvencenin
bu yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı
değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve
kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu
yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece
suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş
zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk,
disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir.
40. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasınıgerektirir.
41. Masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin kapsamı bu
şekilde belirlendikten sonra ise bireysel başvuruya konu olay yönünden bu
güvencelerin geçerli olup olmadığının ortaya konulması gerekmekte olup bu husus
Anayasa'nın 36. maddesinin somut davaya uygulanabilirliğinin ve dolayısıyla
başvurunun kabul edilebilirliğinin tespiti bakımından önem arz etmektedir.
42. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve
disiplin yargılamalarının eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin işlemine
karşı açılan idari davanın ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı
görülmektedir. Başvurucunun TSK'dan ayırma işleminin iptali istemiyle açtığı
idari davada masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiası bağlamındaki
şikâyeti; Mahkeme tarafından olayın ele alınış şekline, gerekçeli kararda
kullanılan ifadelere ilişkindir.Dolayısıyla davaya
konu olaylar nedeniyle yürütülen ceza yargılaması devam ederken disiplin
işlemini tesis eden idari makam ile bu işlemin hukuka uygunluk denetimini yapan
yargı merciinin kullandığı ifadelerin şikâyet konusu edildiği bu başvuruda,
masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin ilk yönü devreye girmektedir. Hâl
böyle olunca somut davada masumiyet karinesinin sağladığı güvencelerin, bir
başka ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinin uygulanabileceği sonucuna
varılmaktadır. Bu itibarla ihlal iddialarının Anayasa ve Sözleşme'nin ortak
koruma alanının kapsamında yer aldığı, bir başka ifadeyle başvurunun Anayasa ve
Sözleşme hükümleriyle konu bakımından bağdaşmazlık göstermediği anlaşılmaktadır.
43. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul
edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı
anlaşılan masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul
edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Genel İlkeler
44. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin
adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar
masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir
gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169, 26/12/2013). Anılan
karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu
olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse,
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri
tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (Kürşat Eyol, B.
No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
45. Bilindiği gibi ceza muhakemesi hukuku ile disiplin hukuku
farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku; kurumun iç
düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma
düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak
yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen
bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku
kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de
sorumluluk gerektiren bir mahiyettaşıyabilir (Benzer
yöndeki değerlendirmeler için bkz. Özcan
Pektaş, B. No: 2013/6879, 2/12/2015, § 25; Kürşat Eyol, §
30). Böyle bir durumda Anayasa'da güvence altına alınan masumiyet karinesinin,
bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında hem ceza hem de disiplin işlemlerinin
yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam
etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mâni bulunmadığını belirtmek
gerekir.
46. Öte yandan ceza muhakemesi sonucunda kişinin müsnet suçu işlemediğine dair hükümler dışında ceza
mahkemesi hükmü, disiplin makamları açısından doğrudan bağlayıcı değildir.
Ancak cezai sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha
hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun
tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır (Benzer yöndeki
değerlendirmeler için bkz. Özcan Pektaş,
§ 25; Kürşat Eyol,
§ 30).
47. Ceza muhakemesiyle eş zamanlı olarak yürütülen, bir başka
ifadeyle kişinin henüz suç isnadı altında olduğu, ceza makamları tarafından
hakkında herhangi bir hüküm kurulmadığı süreçte devam eden disiplin soruşturma
ve yargılamalarında masumiyet karinesi bakımından önemli olan husus; kamu
makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları
dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri
tarafından henüz suçlu bulunmamış bireyin masumiyeti üzerine gölge
düşürülmesine sebebiyet vermemeleridir.
48. Bununla birlikte ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların
disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli)
ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre
işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. Bu bağlamda disiplin işlem ve
yargılamalarında ceza yargılamasında elde edilen bir delile istinat edilmesi ya
da kişi hakkında yapılan ceza yargılamasına bir olgu olarak atıf yapılmış
olması tek başına masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırılık teşkil
etmez. Ancak adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak kişiyi suçlu ilan etmesi veya bu bağlamda
birtakım çıkarımlarda bulunması masumiyet karinesinin ihlaline yol açabilir.
Masumiyet karinesi kapsamındaki güvencelerin sağlanıp sağlanmadığının tespiti
yapılırken ise kararın gerekçesinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir.
b. İlkelerin Olaya Uygulanması
49. Bireysel başvuruya konu olayda başvurucu hakkındaki ceza ve
disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin
işlemine karşı açılan idari davanın, ceza yargılaması devam ederken
sonuçlandığı; öte yandan ceza davasının derdest olduğu, bir başka ifadeyle
başvurucunun suçluluğunun hükmen sabit olmadığı görülmektedir. Bu itibarla
somut olayda disiplin soruşturması ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının kararlarında
belirttiği gerekçeler veya kullandığı dil nedeniyle henüz ceza mahkemesi
tarafından suçlu bulunmamış olan
başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin
ortaya konulması gerekmektedir.
50. Olayda, gerek başvurucunun TSK'dan ilişiğinin kesilmesine
ilişkin işlemin tesisi sürecinde düzenlenen İdari Tahkikat Komisyonu raporunda
gerekse söz konusu işlemin yargısal denetiminin gerçekleştirildiği Mahkemenin
gerekçeli kararında ceza soruşturması sırasında elde edilen bir delile
(iletişim tespit tutanaklarından temin edilen ses kayıtlarına) istinat edildiği
görülmektedir. Öncelikle yukarıda yer verilen genel ilkeler uyarınca bu durumun
tek başına masumiyet karinesinin ihlaline yol açmadığı hatırlatılmalıdır.
51. Disiplin işlemleri ile buna dair idari yargılama sürecinde
ceza soruşturması kapsamında elde edilen iletişim tespit tutanaklarındaki
verileri inceleyen kamu makamlarının daha hafif bir ispat külfeti temelinde
başvurucunun ahlaki durum itibarıyla TSK'nın itibarını sarsacak, hizmetin
gerekleriyle bağdaşmayacak nitelikte hâl ve hareketler içinde bulunduğu yönünde
sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır.
52. Belirtilen sonuca ulaşılan kararlarda özü itibarıyla
başvurucunun görevi sebebiyle tanıştığı, kurumu ile iş ilişkisi içinde bulunan
ve faaliyetlerini denetlemekle sorumlu olduğu bir şahısla karşılıklı bir
menfaat ilişkisi içine girdiğine ve bu menfaatlerin özellikle gayriahlaki
niteliğine/içeriğine ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunulduğu
görülmekte olup Mahkeme kararında geçen sabit
görülen eylemleri ifadesinin de bu bağlamda kullanıldığının altı
çizilmelidir. Kararlarda, sadece disiplin hukuku yönünden tartışılan söz konusu
fiillerin ceza hukuku kapsamında suç
örgütüne üye olmak/suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek
olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği hususunda ise bir yorum yapılmadığı
ya da kanaat belirtilmediği görülmektedir. Bir başka ifadeyle söz konusu
kararlarda başvurucunun ceza yargılamasında kendisine isnat edilen eylemleri
işlediği ve suçlu yönünde bir
çıkarımda bulunulmadığı, kararlarda geçen ifadelerin gerek kullanılan dil
gerekse bağlamı itibarıyla ceza hukuku anlamında ve teknik unsurlarıyla
yargılamaya konu suça ya da bu suçun işlendiğine işaret etmediği görülmektedir.
53. Bu tespitler ışığında kamu makamlarının disiplin
soruşturması ve yargılaması kapsamında kalan yetki sınırlarını, başvurucunun eş
zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında masum sayılma hakkına halel
getirecek şekilde aşmadığı sonucuna varılmaktadır.
54. Bu durumda gerek disiplin işlemleri gerekse idari yargılama
sürecinde kullanılan dil ve gerekçenin masumiyet karinesine yönelik bir ihlal
teşkil etmediği anlaşılmıştır.
55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde
güvence altına alınan masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan
masumiyet karinesinin İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
11/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.