TÜRKİYE CUMHURİYETİ
|
ANAYASA MAHKEMESİ
|
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
|
AYŞE ORTAK BAŞVURUSU
|
(Başvuru Numarası: 2018/25011)
|
|
Karar Tarihi: 6/1/2022
|
R.G. Tarih ve Sayı: 6/4/2022 - 31801
|
|
GENEL KURUL
|
|
KARAR
|
Başkan
|
:
|
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Başkanvekili
|
:
|
Kadir ÖZKAYA
|
Üyeler
|
:
|
Engin YILDIRIM
|
|
|
Hicabi DURSUN
|
|
|
M. Emin KUZ
|
|
|
Rıdvan GÜLEÇ
|
|
|
Recai AKYEL
|
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
|
|
Selahaddin MENTEŞ
|
|
|
Basri BAĞCI
|
|
|
İrfan FİDAN
|
Raportör
|
:
|
Ali KOZAN
|
Başvurucu
|
:
|
Ayşe ORTAK
|
Vekili
|
:
|
Av. Oktay DEMİREĞEN
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvuru, öğretmen olarak çalışma izninin iptal
edilmesi ve yeniden çalışma izni düzenlenmesinin yasaklanması nedeniyle özel
hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURU
SÜRECİ
2. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden
yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet
Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda
bulunmuştur.
8. İkinci Bölüm tarafından 11/3/2021 tarihinde yapılan
toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar
verilmiştir.
III. OLAY VE
OLGULAR
9. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesinden 2012
yılında mezun olan başvurucu, sınıf öğretmeni olarak çalışmak üzere özel bir
okul ile 15/8/2015 tarihinde bir yıl süreli iş sözleşmesi imzalamıştır. Anılan
sözleşme kapsamında okul yönetiminin başvurusu üzerine İstanbul Valiliği
(Valilik) Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından 30/9/2015 tarihinde başvurucu adına
çalışma izni onayı verilmiştir. Çalışma izninin incelenmesi neticesinde
başvurucunun sözleşme yaptığı okulda 1/9/2016 tarihine kadar sınıf öğretmeni
olarak çalışmasına izin verildiği, sözleşme bitim tarihinden itibaren sözleşme
yenilenecekse görev süresinin en az bir yıl süre ile uzatıldığına ilişkin
tekrar onay alınması gerektiğinin şerh edildiği görülmüştür.
10. Olağanüstü hâl (OHAL) tedbirleri kapsamında 23/7/2016
tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal
Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı
OHAL KHK'sı) 2. maddesinde yapılan düzenlemeyle, millî güvenliğe tehdit
oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet
Yapılanması (FETÖ/PDY) aidiyeti veya bu örgüte iltisakı, irtibatı
belirlenen KHK ekindeki listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları
kapatılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının 21/7/2016 tarihli ve 7783529 sayılı
Genelge'si (Genelge) ile de "Cumhuriyet Savcılıklarınca haklarında
işlem başlatılan özel öğretim kurumları ile özel öğrenci yurtlarından
yönetimine kayyum atanmayan kurumlar ve kayyum atanan kurumlarda kayyum ataması
yapılmadan önce görev yapan, yönetici, eğitimci, öğretmen, uzman öğretici, usta
öğretici ve diğer personelin Milli Eğitim Bakanlığı Bilişim Sistemleri (MEBBİS)
üzerinden tespitleri yapılarak çalışma izinleri valiliklerce iptal edilecek, bu
personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izin onayı düzenlenmeyerek
MEBBİS üzerinde gerekli bilgiler işlenecektir" kuralı getirilmiştir.
11. Başvurucunun çalıştığı özel okul millî güvenliğe
tehdit oluşturduğu, FETÖ/PDY'ye aidiyeti veya bu örgüte iltisakı, irtibatı
olduğu gerekçeleriyle 667 sayılı OHAL KHK'sı hükümleri gereği 29/7/2016
tarihinde kapatılmıştır.
12. Genelge hükümleri gereği, çalıştığı okulun
kapatılması nedeniyle özel okulda çalışma izninin 29/7/2016 tarihinde iptal
edildiği ve başka bir kurum için yeniden izin düzenlenemeyeceği Valilik
tarafından başvurucuya bildirilmiştir. Ayrıca anılan tarih itibarıyla Millî
Eğitim Bakanlığı Bilişim Sistemlerinde (MEBBİS) başvurucu hakkında "Cezası:667
sayılı KHK ile kurumu kapatıldı ve 2016/788529 sayılı yazı" şeklinde
şerh konulmuştur. Başvurucu, idari işlemin iptali talebinin Valilik tarafından
zımmen reddedilmesi üzerine İstanbul 11. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 27/9/2017
tarihinde iptal davası açmıştır.
13. Başvurucu; dava dilekçesinde, hakkındaki idari
işlemin bir yıldır çalıştığı okulun kapatılmasından kaynaklandığını, özel
okulların yasalara uygun kurulup çalıştığını, kamu okullarına atanamadığı için
özel okulda çalışmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Devletin izniyle açılan
okulda çalışmasının suç olarak gösterilemeyeceğini, okulun terörle bağlantısını
bilmesinin mümkün olmadığını, geçimini sağlayabilmek için bu okulda çalıştığını
ifade etmiştir. Başvurucu; çalışma iznine dayanak olarak gösterilen Genelge'nin
normlar hiyerarşisine aykırı olduğunu zira Millî Eğitim Bakanlığının bu Genelge
ile Anayasa'ya ve Kanun'a aykırı bir düzenleme ve yasak getirdiğini, dahası
kanun ya da yönetmelikte düzenlenmeyen bir durumun Genelge ile uygulandığını
vurgulamıştır. Başvurucu; hakkında açılmış bir soruşturma ya da kovuşturmanın
mevcut olmadığını, idari işlemin sebep ve amaç yönünden de hukuka ve usule
aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
14. İdarenin davaya cevabında; dava konusunun ülke
genelinde uygulanan bir genelgeye dayandığı, başvurucunun Olağanüstü Hâl
Komisyonuna başvurması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca 667 sayılı OHAL KHK'sı
uyarınca FETÖ/PDY ile iltisakı veya irtibatının belirlenmesi sebebiyle kapatılan
okullar arasında başvurucunun çalıştığı okulun da bulunduğu, 21/7/2016 tarihli
Genelge ile bu okullarda görev yapan personelin çalışma izinlerinin iptal
edilmesi, bu personele başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izni
düzenlenmemesi ve MEBBİS üzerinden de gerekli değişikliklerin yapılmasına
ilişkin olarak valiliklere talimat verildiği, İstanbul Valiliğinin de bu
talimatın gereğini yerine getirdiğini iddia etmiştir. Anılan talimat
doğrultusunda yapılan işlemlerin ülkenin düştüğü zor durumdan kurtarılmasına
yönelik olduğu ve hukuka uygun kabul edilmesi gerektiği vurgulanarak davanın
reddi gerektiği savunulmuştur. İdarenin ibraz ettiği MEBBİS belgesinde,
başvurucunun durumuna ilişkin bölüme ceza tarihi olarak 29/7/2016, ceza nedeni
kısmına da 667 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında kurumun kapatılması ve Millî
Eğitim Bakanlığının Genelgesi şeklinde kayıt düşüldüğü görülmüştür.
15. Mahkeme 27/12/2017 tarihinde davanın reddine karar
vermiştir. Kararın gerekçesinde; 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunu'nun ilgili maddeleri ile Genelge hükümleri hatırlatıldıktan
sonra başvurucunun 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kapatılan özel okulda öğretmen
olarak 1/9/2015-23/7/2016 tarihleri arasında çalıştığı, 21/7/2016 tarihli Millî
Eğitim Bakanlığı Genelgesi gereğince, başvurucuya söz konusu okulda
çalışabilmesi için verilen çalışma izninin iptal edildiği ifade edilmiştir. Söz
konusu Genelge'nin mahkeme kararıyla iptal edildiğine veya idarece geri
alındığına ilişkin bir iddianın bulunmadığı vurgulanmış, yürürlükte bulunan
mevzuata uygun olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık
görülmediği belirtilmiştir.
16. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı istinaf
başvurusu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdari Dava Dairesinin 4/6/2018
tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, ilk derece
mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.
17. Nihai karar 11/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda
bulunmuştur.
19. Millî Eğitim Bakanlığı 30/12/2020 ve 27/7/2021
tarihli yazılarında başvuru konusuna ilişkin şu hususları Anayasa Mahkemesine
bildirmiştir:
i. OHAL tedbirleri kapsamında makam oluruyla, 667 sayılı
OHAL KHK'sı ile kapatılan kuruluşlarda çalışan personelin çalışma izninin
iptaline ilişkin 21/7/2016 tarihli ve 7783529 sayılı yazının tüm valiliklere
gönderildiği belirtilmiştir. Anılan yazının kanuni dayanağı olarak 667 sayılı
OHAL KHK'sı ve 5580 sayılı Kanun'un (4), (8) ve (9) numaralı maddeleri gösterilmiştir.
ii. Genelge ile çalışma izninin iptali ile başka bir
kurumla ilgili çalışma izninin düzenlenmemesinin ve bu durumun MEBBİS'e
kaydının hüküm altına alındığı hatırlatılmıştır. Genelge'de belirtilen idari
işlemle ilgili bilgilerin MEBBİS'e kaydedildiği, bu bağlamda MEBBİS modülüne
"667 sayılı KHK ile kurumu kapatıldı ve 2016/...." şeklinde
düşülen şerhin ilgili kişiye herhangi bir özel öğretim kurumunda çalışma izni
düzenlenmeyeceği anlamına geldiği vurgulanmıştır.
iii. Çalışma izinlerinin iptali ve yeniden
düzenlenmemesine ilişkin idari tedbiri takiben doğabilecek mağduriyetlerin
önüne geçebilmek amacıyla Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünün 11/10/2016
tarihli Genelgesi'nin tüm valiliklere gönderildiği ifade edilmiştir. Anılan
Genelge'de; görevlerine son verilen ve çalışma izni iptal edilen personelin
valilikler tarafından kurulacak komisyon tarafından yeniden değerlendirileceği,
bu kapsamda terör örgütlerine üyeliği, iltisakı veya bunlarla irtibatı olmadığı
tespit edilenlerin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından değerlendirilmek üzere
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğüne bildirilmesinin istendiği
vurgulanmıştır. Komisyon tarafından bildirilen kişilerin durumlarının
13/12/2016 tarihinde kurulan ve bakan yardımcısının başkanlığında çalışacak kurul
tarafından değerlendirileceği belirtilmiştir.
iv. Anılan Genelge ile valiliklere komisyon kurulması
talimatı verildiği, süreç içindeki yazışmalardan tüm illerde komisyon
kurulduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Komisyonun nasıl oluşturulacağı ve yapısının
valiliklerin takdirine bırakıldığı, terör örgütüyle bağlantılı kamu
personelleriyle ilgili süreç devam ettiğinden valiliklere komisyonun yapısıyla
ilgili sınırlama getirilmediği vurgulanmıştır. Kişilerin terör örgütlerine
mensubiyet, bu örgütlerle irtibat ve iltisak yönünden yeniden
değerlendirilmesinin ve araştırılmasının komisyon tarafından yapıldığı,
komisyonun kanuni dayanağının çalışma izninin verilmesi ve iptalini düzenleyen
5580 sayılı Kanun'un 8. maddesi ve anılan madde gereğince valiliklere yazılan
Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürlüğünün 11/10/2016 tarihli yazısının
oluşturduğu ifade edilmiştir.
v. Komisyon kararlarına karşı ilgililerin itiraz
edebilmeleri ve idari yargı yoluna başvurmalarında bir engel olmadığı
vurgulanmıştır. Ayrıca kişilerin özel öğretim kurumlarında çalışabilmeleri için
belirli bir özel öğretim kurumuyla öncelikle bir iş sözleşmesi yapmaları ve bu
sözleşme ile istenen diğer belgelerle millî eğitim müdürlüğüne başvurmaları
gerektiği, dolayısıyla kişilerin tüm mali haklarını imzaladıkları iş sözleşmesi
çerçevesinde işverenden isteyebilecekleri ifade edilmiştir. Çalışma izni iptal
kararı kaldırılanların belirtildiği şekilde bir iş sözleşmesi yapmaları ve
diğer şartları yerine getirmeleri hâlinde çalışma izni düzenlenmesi koşuluyla
çalışabilecekleri vurgulanmıştır.
IV. İLGİLİ
HUKUK
A. Ulusal Hukuk
20. 5580 sayılı Kanun'un ''Kurucu/kurucu temsilcisinin
nitelikleri ve kurum binaları" kenar başlıklı 4. maddesinin
ilgili kısmı başvuru konusu olay tarihi itibarıyla şöyledir:
"Kurum açacak veya açılmış bir
kurumu devralacak olan gerçek kişilerle tüzel kişilerin temsilcilerinde; affa
uğramış olsalar bile yüz kızartıcı bir suçtan yahut kasdî bir suçtan dolayı
altı ay veya daha fazla hapis cezası ile mahkûm edilmemiş olma şartı aranır..."
21. 5580 sayılı Kanun'un ''Kurumlarda çalıştırılacak
personel'' kenar başlıklı 8. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''...
Kurumların müdürleri, kurucu/kurucu
temsilcisi tarafından; diğer yönetici ve öğretmen, uzman öğretici ve usta
öğreticileri ise müdürlerince seçilir ve çalışma izinleri valiliğin iznine
sunulur. Valiliğin izni alınmadan müdür ile diğer yönetici, öğretmen, uzman
öğretici ve usta öğreticiler işe başlatılamaz.
Gerekli şartları taşıyan yönetici,
öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler için valilikçe çalışma izni
düzenlenir. Çalışma izninin iptali yine valilikçe yapılır.
...''
22. 5580 sayılı Kanun'un "Özlük hakları ve
sorumluluklar" kenar başlıklı 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Kurumlarda çalışan yönetici,
öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler ile kurucu veya kurucu temsilcisi
arasında yapılacak iş sözleşmesi, en az bir takvim yılı süreli olmak üzere
yönetmelikle belirtilen esaslara göre yazılı olarak yapılır. Mazeretleri
nedeniyle kurumdan ayrılan öğretmen ve öğreticilerin yerine alınacak olanlar
ile devredilen kurumların yönetici, öğretmen ve öğreticileri ile bir yıldan
daha az bir süre için de iş sözleşmesi yapılabilir.
...
b) Yetki, sorumluluk, ödül ve cezalar
ile bunların uygulanması bakımından; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 1702
sayılı İlk ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun,
4357 sayılı Hususi İdarelerden Maaş Alan İlkokul Öğretmenlerinin Kadrolarına
Terfi, Taltif ve Cezalandırılmalarına ve Bu Öğretmenler İçin Teşkil Edilecek
Sağlık ve İçtimaî Yardım Sandığı ile Yapı Sandığına ve Öğretmenlerin
Alacaklarına Dair Kanun ile 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanun, hükümlerine tâbidir.
...
1702 sayılı Kanuna göre meslekten
çıkarılma veya 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre Devlet memurluğundan
çıkarma cezasını gerektiren fiil ve hâllerin işlenmesi hâlinde, Bakanlığın
görüşü alınmak suretiyle personelin görevine, izni veren makam tarafından son
verilir..."
23. 5580 sayılı Kanun'un ''Çalışma izninin iptali ve
geçici görevlendirme'' kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:
"İki defa teftiş raporuyla
başarısızlığı tespit edilen yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta
öğreticilerin çalışma izni, izni veren makam tarafından iptal edilir.
Bu durum, ilgiliye tebliğ edilmek üzere
kuruma bildirilir. Tebliğ, sözleşmenin feshine ve ilgilinin kurumla ilişiğinin
kesilmesine yeter sebep teşkil eder.
Kurumların teftiş ve denetlenmesi
sırasında valilik, lüzum görülen durumlarda kurumun yönetici, öğretmen, uzman
öğretici ve usta öğreticilerini görevden uzaklaştırabilir. Bu takdirde
valilikçe, geçici görevlendirme yapılarak gerekli tedbirler alınır."
24. 20/3/2012 tarihli ve 28239 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe giren Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları
Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) ''Görevlendirme'' kenar başlıklı 26.
maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''1) Eğitim personelinin çalışma izin
teklifleri;
a) Genel müdür, genel müdür yardımcısı
ve müdürler için kurucular veya kurucu temsilcileri,
b) Yöneticiler dışındaki eğitim
personeli için müdür tarafından yapılır.
...
(3) Kurum müdürlüğünce, çalışma izni
verilmesi istenen eğitim personelinin (Ek ibare:RG-5/7/2014-29051) ve diğer
personelin bu izne esas olan belgelerini eksiksiz olarak tamamlamak suretiyle
evrakı kurumun doğrudan bağlı bulunduğu millî eğitim müdürlüğüne teslim edilir.
Nitelik ve şartları uygun bulunanlara müracaattan itibaren 10 gün içinde
çalışma izni valilikçe düzenlenir. Valilikten çalışma izni alınmadan personel
işe başlatılamaz...''
25. Yönetmelik'in "Çalışma izinlerinin
uzatma onayı" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:
"(1) Kurum müdürünce eğitim
personelinden görevine devam edeceklerin listesi ile birlikte yeniden
düzenlenen sözleşmeleri, önceki sözleşmenin bitim tarihinden en geç 30 gün önce
çalışma izinlerinin uzatılma onayı toplu olarak alınmak üzere millî eğitim
müdürlüklerine verilir. Millî eğitim müdürlüklerince kurum ve eğitim
personelinin mağduriyetine meydan verilmeyecek şekilde eski sözleşmenin bitim
tarihinde çalışma izinlerinin uzatılma onayı verilir."
26. 667 sayılı OHAL KHK'sının "Kapatılan kurum ve
kuruluşlara ilişkin tedbirler'' kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
'' (1) Milli güvenliğe tehdit
oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti,
iltisakı veya irtibatı belirlenen;
...
b) Ekli (II) sayılı listede yer alan
özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve
pansiyonları...kapatılmıştır.
...
(3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu
tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya
iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan ...,
özel öğretim kurum ve kuruluşları...vakıf yükseköğretim kurumları...ilgili
bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan
onayı ile kapatılır...."
B. Uluslararası
Hukuk
1. İlgili
Sözleşme
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) “Adil
yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri
ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir. ...
2. Bir suç ile itham edilen herkes,
suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır. ..."
28. Sözleşme'nin "Özel ve aile hayatına saygı
hakkı" kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:
"(1) Herkes özel ve aile hayatına,
konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu
makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin
korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz
konusu olabilir."
2. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi İçtihadı
29. Masumiyet karinesine ilişkin içtihat için bkz. İdris
Erdaş, B. No: 2018/21949, 20/5/2021, §§ 35-42; özel hayata saygı hakkına
ilişkin içtihat için bkz. B.B., B. No: 2016/14741, 7/11/2019, §§ 20-28; Tamer
Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37-67.
30. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)
içtihatlarına göre kanunla öngörülme kriteri, kendi içinde üç temel prensibi
içermektedir. İlk olarak müdahale teşkil eden eylem, mevzuatta yer alan bir
düzenlemeye dayanmalıdır. İkinci olarak bu düzenlemenin mutlaka şeklî anlamda
kanunla yapılması zorunlu olmayıp anılan şart, devletin temel hak ve
özgürlüklere müdahalesi için kendisine yetki veren bir hukuk kuralının varlığı
şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre müdahalenin dayanağını teşkil eden
düzenleme, ilgili kişi açısından yeterli derecede ulaşılabilir olmalıdır. Son
olarak söz konusu düzenleme, hitap ettiği kişiler bakımından davranışlarını ona
göre yönlendirme ve belli koşullar çerçevesinde eylemleri neticesinde meydana
gelebilecek sonuçları öngörebilmeye olanak sağlayacak açıklıkta olmalıdır (Silver
ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73..., 25/3/1983, §§
86-88).
V. İNCELEME VE
GEREKÇE
31. Anayasa Mahkemesinin 6/1/2022 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Adli Yardım
Talebi Yönünden
32. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını
karşılayacak gelirinin olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
33. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No:
2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini
önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun
olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım
talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
B. Başvuruyu
İnceleme Usulü
34. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına
ilişkin olarak olağan ve olağanüstü dönemler için iki ayrı hukuki rejim
öngörmektedir. Olağan dönemde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimi
Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmişken olağanüstü dönemde temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması ya da kullanılmasının durdurulması rejimi
Anayasa’nın 15. maddesinde yer almaktadır (AYM, E.2018/89, K.2019/84,
14/11/2019, § 5).
35. Anayasa’nın 15. maddesine göre savaş, seferberlik
hâllerinde veya olağanüstü durumlarda temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasının kısmen veya tamamen durdurulması ve bunlar için Anayasa’nın
diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınması mümkündür.
Ancak Anayasa’nın 15. maddesiyle bu hususta tanınan yetki de sınırsız değildir.
Anayasa’nın diğer maddelerinde öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin
milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi ve durumun
gerektirdiği ölçüde olması gerekmektedir. Ayrıca bu durumlarda dahi kişinin
yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunulması, din, vicdan,
düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması ve bunlardan dolayı suçlanması
yasaklanmış; suç ve cezaların geriye yürümemesi ilkesi ile masumiyet
karinesinin bu hâllerde de geçerli olduğu kabul edilmiştir (AYM, E.2018/89,
K.2019/84, 14/11/2019, § 8; Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
2016/22169, 20/6/2017 §§ 185, 186).
36. Bu durumla birlikte bir tedbirin OHAL tedbiri olarak
nitelendirilebilmesi ve incelemenin Anayasa’nın OHAL dönemi için öngördüğü
denetim rejimi kapsamında yapılabilmesi için Anayasa Mahkemesinin önceki
kararlarında açıkladığı koşulların da bulunması gerekir. Bu bağlamda tedbirin
OHAL tedbiri olarak kabul edilmesi için olağanüstü durumun var olması ve ilan
edilmesi, tedbirin olağanüstü hâlin ilanına sebep olan tehdit veya tehlikelerin
bertaraf edilmesine yönelik olması ve olağanüstü hâl süresiyle sınırlı
uygulanması şeklindeki koşullar da bulunmalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri,
§§ 188-191; AYM, E.2018/89, K.2019/84, 14/11/2019, § 11; Tamer Mahmutoğlu
[GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 71-75).
37. Tedbirlerin OHAL'in süresini aştığı durumlara ilişkin
yapılacak incelemelerde ise Anayasa’nın 15. maddesi dikkate alınamaz. Bu
kapsamdaki başvurular, Anayasa’nın ilgili hükümleri ile olağan dönemde hak ve
özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olan 13.
maddesi bağlamında incelenecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Tamer
Mahmutoğlu, § 76).
38. Başvuru konusu tedbirin OHAL ilanına neden olan
tehditlerin veya tehlikelerin bertaraf edilmesine yönelik olduğu açıktır. Ancak
söz konusu tedbirin Millî Eğitim Bakanlığının valiliklere gönderdiği Genelge'ye
dayanan bir idari işlemle, OHAL süresini de aşacak şekilde uygulandığı
anlaşılmıştır. Diğer yandan OHAL döneminde çıkarılan bir kanun ya da kanun
hükmünde kararnamede anılan tedbire yer verilmediği de görülmüştür. Sonuç
olarak başvurucunun şikâyet ettiği uygulamanın OHAL süresini aşar şekilde
uygulandığı gözetildiğinde somut olayda Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında bir
inceleme yapılamayacağı değerlendirilmiştir. Bu bağlamda başvuru, Anayasa’nın
olağan dönemde hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel
öneme sahip olan 13. maddesi bağlamında incelenecektir.
39. Ayrıca Millî Eğitim Bakanlığının yazıları ve Genelge
içeriği gözetildiğinde Genelge kapsamında kalan kişilerin çalışma izinlerinin
iptali ile başka bir özel öğretim kurumunda çalışma izni düzenlenmeyeceğine
ilişkin yasağın ve bu bilgilerin MEBBİS'e işlenmesinin tek bir idari işlemle
uygulandığı anlaşılmıştır. Bu bağlamda MEBBİS modülüne "667
sayılı KHK ile kurumu kapatıldı ve 2016/...." şeklinde düşülen şerhin
ilgili kişiye herhangi bir özel öğretim kurumunda çalışma izni düzenlenmeyeceği
anlamına gelmesinin de (bkz. § 19) bu tespiti vurguladığı söylenebilir. Ayrıca
iznin kişinin çalışmak istediği okula münhasıran verilmesi nedeniyle aynı izne
dayanılarak başka bir özel öğretim kurumunda çalışmanın mümkün olmadığı
görülmüştür. Bu hâlde çalışma iznine konu kurumun kapatılması hâlinde çalışma
izninin bir fonksiyonunun kalmayacağı, iptalin sadece fiilî durumun tespitini
sağlayacağı da açıktır. Açıklamalar çerçevesinde çalışma yasağının çalışma
izninin iptalinin doğal sonucu olarak öngörüldüğü, bu bağlamda ayrı ayrı idari
işlemlere veya incelemeye tabi olmadığı söylenebilir. Bu bağlamda çalışma
izninin iptali ve bu durumun sonucu olarak öngörülen özel öğretim kurumlarında
çalışma yasağının tek bir tedbir olarak incelenmesi gerekir.
C. Masumiyet
Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları
40. Başvurucu; hakkında herhangi bir yargı kararı ya da
açılmış bir soruşturma olmaksızın terör örgütleriyle kendisinin
irtibatlandırılmasının mümkün olmadığını, idarenin KHK ile kapatılan okullarda
çalışanları peşinen terör örgütü üyesi olarak kabul ettiğini, hakkında açılmış
bir soruşturma ya da kovuşturmanın mevcut olmadığını, suç işlemediği ve suçla
bağlantısı ispat edilmediği sürece hakkında çalışmama cezası verilemeyeceğini
vurgulayarak masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
41. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinin
dördüncü fıkrasında "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise
herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu
belirtilmektedir. Anılan maddeye adil yargılanma ibaresinin eklenmesine
ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de
güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği
vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasında,
kendisine bir suç isnat edilen herkesin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya
kadar suçsuz sayılacağı düzenlenmiştir. Bu itibarla masumiyet karinesi,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir
unsuru olmakla beraber suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu
sayılamayacağına dair 38. maddesinin dördüncü fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir
(Fameka İnş. Plastik San ve Tic. Ltd. Şirketi, B. No: 2014/3905,
19/4/2017, § 27).
42. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir
kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis
edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti
ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169,
26/12/2013). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı
kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca
hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu
otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi
tutulamaz (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26).
43. Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet
karinesinin sağladığı güvencenin iki yönü bulunmaktadır. Güvencenin ilk yönü;
kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle
kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece
ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve
eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu
yönünün kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir.
Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve
kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu
yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece
suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş
zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk,
disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir (Galip
Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, § 39).
44. Güvencenin ikinci yönü ise ceza yargılaması sonucunda
mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki
yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe
duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu
izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir (Galip
Şahin, § 40).
45. Masumiyet karinesinin sağladığı ve yukarıda anılan
güvencenin dışında kalan, ayrıca suç isnadına ve suç ithamına ilişkin olmayan
durumlara yönelik ihlal iddiaları ise masumiyet karinesinin kapsamı içinde yer
almamaktadır.
46. Somut olayda başvurucu hakkında herhangi bir ceza
yargılamasının bulunmadığı açıktır. Bununla birlikte bireysel başvuruya konu
derece mahkemesi kararında başvurucunun terör örgütü ile irtibatı ve iltisakı
olduğuna ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı, bir suç ithamı bulunmadığı,
bireysel başvuruya konu edilen derece mahkemesindeki yargılamanın bir ceza
yargılaması niteliği taşımadığı, kararda kullanılan dilin başvurucunun
masumiyetini sorgulamadığı değerlendirilmiştir.
47. Buna göre hakkında ceza yargılaması ve suç isnadı
bulunmayan, herhangi bir suçla itham da edilmeyen başvurucunun ihlal
iddialarının masumiyet karinesi kapsamına girmediği anlaşılmıştır.
48. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu
bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
D. Özel Hayata
Saygı Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun
İddiaları ve Bakanlık Görüşü
49. Başvurucu;
i. Hakkındaki idari işlemin çalıştığı okulun durumundan
kaynaklandığını, özel okulların kanunlara uygun kurularak çalıştığını, kamu
okullarına atanamadığını, geçimini sağlamak için özel okulda çalışmak zorunda
kaldığını belirtmiştir.Devletin izni ve denetiminde çalışan okulun terörle
bağlantısını devletin bile yıllardır yaptığı denetimlere rağmen tespit
edemediği gözetildiğinde kendisinin bu durumu bilmesinin mümkün olmadığını
iddia etmiştir. Hakkında açılan bir soruşturma olmadığını ve terör örgütüyle
bir bağının bulunmadığını vurgulayarak devletin izniyle açılan okulda
çalışmasına dayanılarak mesleğini yapmasının engellenemeyeceğini ifade
etmiştir.
ii. Çalışma izninin iptaline dayanak olarak gösterilen
Genelge'nin normlar hiyerarşisine aykırı olduğunu zira Millî Eğitim
Bakanlığının bu Genelge ile Anayasa'ya ve kanuna aykırı bir düzenleme
getirdiğini, dahası kanun ya da yönetmelikte düzenlenmeyen bir yasağın Genelge
ile uygulandığını vurgulamıştır. Genelge hükümlerinin hukuki güvenlik ve
belirlilik ilkesine aykırı olduğunu, sınırlarının belli olmadığını ve idarenin
keyfî uygulamalarına karşı önlem içermediğini ifade etmiştir. Çalışma izninin
iptali ve yeniden çalışma izni verilmemesi için terör örgütüyle bağlantısının
idare ve yargı makamları tarafından net bir şekilde ortaya konulamadığını, bu yönde
bir inceleme yapılmadan davasının da reddedildiğini ifade etmiştir. Yıllarca
çalışması sonucu elde ettiği diplomasının idarenin bir işlemiyle geçersiz
kılındığını vurgulayan başvurucu; özel hayata saygı, adil yargılanma, mülkiyet
ve çalışma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
50. Bakanlık görüşünde şu değerlendirmelere yer
verilmiştir:
i. Başvurucunun iddialarının çalışma hakkı kapsamında
kaldığı, bu nedenle konu bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
ii. Ayrıca 667 sayılı OHAL KHK'sı, 5580 sayılı Kanun
hükümleri ile Genelge hatırlatıldıktan sonra Genelge'nin iptali talepli davanın
derdest olduğu, özel öğretim kurumlarında çalışacak personele valilik
tarafından çalışma izni onayı verilmesi şartının arandığı, yetki ve usulde
paralellik ilkesi gereği de valilik tarafından verilen çalışma izinlerinin yine
valilik tarafından iptal edilebildiği vurgulanmıştır. Uyuşmazlıkta da
başvurucunun çalışma izninin yasal düzenlemelere uygun olarak Valilik tarafından
iptal edildiği ve iptal sebebine uygun olarak da başka bir eğitim kurumu için
çalışma izni onayı verilmeyeceği hususunun sisteme işlendiği vurgulanarak idari
işlemin kanuni dayanağının bulunduğu değerlendirmesine yer verilmiştir.
iii. Başarısız darbe girişimi sonrası ulusal güvenliğin
tekrar temin edilmesi için olağanüstü hâl ilan edilmek zorunda kalındığı ve bu
ciddi terör tehdidiyle baş edebilmek için gereken tedbirlere başvurulduğu
belirtilmiştir. Bu kapsamda millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen
FETÖ/PDY'ye aidiyeti, bu örgütle iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen
özel öğretim kurumlarının kapatılması ve bu kurumlarda çalışan personelin resmî
ya da özel öğretim kurumlarında çalışmalarına ilişkin çalışma izni verilmemesi
şeklinde uygulama yapıldığı vurgulandıktan sonra başvurucunun özel hayatına
yapıldığını iddia ettiği müdahalenin ciddi terör tehdidi altında olan ülkede
ulusal güvenlik ile kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi
gibi meşru amaçlar güttüğü ifade edilmiştir.
iv. Diğer yandan başvurucunun Millî Eğitim Bakanlığına
bağlı resmî kurumlar ve özel öğretim kurumlarında çalışabilmesine olanak
sağlayan çalışma izin onayının düzenlenmemesi yönünde getirilen tedbirin
yalnızca başvurucunun sınıf öğretmenliği mesleği ile sınırlı olduğu, bunun
dışında başvurucunun gelir getirici herhangi bir ekonomik faaliyette
bulunmasına ya da başka alanlarda çalışmasına engel bir durumun söz konusu
olmadığı, başvurucunun da somut olarak başka işlerde çalışamayacağına ilişkin
bir iddiasının bulunmadığı vurgulanmıştır.
51. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyanında;
i. Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Genel
Müdürlüğünün 2/6/2020 tarihli yazısı ile Valiliğin yeniden değerlendirmesi
sonucu 28/5/2020 tarihli komisyon kararı ile çalışma izni iptal kararının
kaldırıldığını ve Millî Eğitim Bakanlığına bağlı öğretim kurumlarında
çalışmasına engel bir durumun olmadığının kendisine bildirildiğini, Bakanlığın
görüş yazısında hâlen iptal işleminin savunulmasının çelişki oluşturduğunu
belirtmiştir
ii. Ayrıca başka bir işte çalışabileceği yönündeki
Bakanlık görüşünün hiçbir hukuki değerinin olmadığını, yıllarca öğretmenlik
yaptığını, müdahalenin hukuksuz ve keyfî olduğunu, Bakanlık görüşünü kabul
etmediğini belirtmiştir.
2. Değerlendirme
52. Anayasa’nın "Özel hayatın gizliliği"
kenar başlıklı 20. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes, özel hayatına ... saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ... gizliliğine dokunulamaz."
53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından
yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki
tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013,
§ 16).
54. Başvurucunun iddialarının çalışma izninin iptal
edilmesi ve başka bir öğretim kurumunda çalışmasına izin verilmemesi nedeniyle
mesleğini yapamamasına ilişkin olduğu görülmüştür. Kişilerin mesleki
hayatlarının onların özel hayatlarıyla sıkı bir ilişkisinin olduğu ve meslek
hayatına yönelik tedbirlerin ya da müdahalelerin söz konusu olduğu dava
süreçlerinde özel hayata saygı hakkının gündeme geldiği yadsınamaz. Bununla
birlikte öncelikle bu tür işlemlerin mesleki hayata yönelik tedbirlerin ya da
müdahalelerin hangi durumlarda özel hayat kapsamında görülmeye uygun
olduğu veya başvuru konusu edilen uyuşmazlıkların hangilerinin bu bağlamda
uygulanabilir kabul edileceği hususlarında ölçütler belirlenmesi ve bu ölçütler
dikkate alınarak değerlendirmeler yapılması gerekmektedir (Tamer Mahmutoğlu,
§ 82).
55. Somut başvurunun da bu yönüyle ele alınması ve
yapılacak değerlendirmeler neticesinde özel hayata saygı hakkının uygulanabilir
olduğu sonucuna ulaşılması durumunda başvurucunun tüm iddialarının özel hayata
saygı hakkı bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
a. Uygulanabilirlik
Yönünden
56. Anayasa Mahkemesi, önceki birçok kararında özel
hayata saygı hakkının kişinin çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını
içerdiğini, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi güvence altına aldığını ve
kişilerin mesleki hayatlarının özel hayatlarıyla sıkı bir ilişki içinde
olduğunu vurgulamıştır (K.Ş., B. No: 2013/1614, 3/4/2014, § 36; Serap
Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 37; Bülent Polat [GK], B. No:
2013/7666, 10/12/2015 § 62; Ata Türkeri, B. No: 2013/6057, 16/12/2015, §
31; Ö.Ç.; B. No: 2014/8203, 21/9/2016, § 50; Haluk Öktem [GK], B.
No: 2014/13433, 13/10/2016, § 27; E.G. [GK], B. No: 2014/12428,
13/10/2016, § 34).
57. Anayasa Mahkemesi yakın tarihte açıkladığı Tamer
Mahmutoğlu kararında, özel hayata ilişkin hususların kişinin mesleği ile
ilgili tasarruflara esas alındığı durumlarda özel hayata saygı hakkının uygulanabilir
olduğuna ve özel hayata ilişkin herhangi bir nedene dayanılmaksızın mesleki
hayata yönelen müdahalelerin özel hayata saygı hakkı kapsamında
değerlendirilebilmesi için gerekli olan koşulların neler olduğuna ilişkin
detaylı değerlendirmelerde bulunmuştur (Tamer Mahmutoğlu, §§ 84-90).
58. Somut olayda silahlı terör örgütü FETÖ/PDY ile
irtibatlı olduğundan bahisle başvurucunun çalıştığı özel okulun 667 sayılı OHAL
KHK'sı ile kapatıldığı, Millî Eğitim Bakanlığının Genelgesi doğrultusunda da
başvurucunun çalışma izninin iptal edilerek başka bir özel kurumda öğretmen
olarak çalışabilmesi için çalışma izni düzenlenmemesi yönünde yasak getirildiği
anlaşılmıştır. Öncelikle belirtilmelidir ki başvurucunun öğretmenlik mesleğini
icra etmesinin engellenmesine yönelik müdahale özel hayata saygı hakkının
otomatik olarak uygulanabilirliğini sağlamaz. Özel hayata saygı hakkının
uygulanabilir olduğu sonucuna ulaşılabilmesi için belirtilen kararlarda
açıklanan kriterler kapsamında somut olayın değerlendirilmesi gerekir.
59. Başvuru dosyası incelendiğinde başvurucunun mesleki
hayatına yönelik olarak alınan tedbirin özel hayata ilişkin herhangi bir nedene
dayanmadığı görülmektedir. Başvurucunun çalışma izninin iptaliyle birlikte
29/7/2016 tarihinde konulan ve mesleğin icrasını engelleyen yasağın 28/5/2020
tarihinde kaldırıldığı anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun mesleki hayatına
yönelik müdahalenin özel öğretim kurumlarında öğretmen olarak çalışmasının
yasaklandığı da dikkate alındığında özel hayatına ciddi şekilde etki
ettiği ve bu etkinin belirli bir ağırlık düzeyine ulaştığı söylenebilir. Zira
alınan tedbirin başvurucunun başkaları ile ilişki kurabilme ve geliştirebilme
imkânını önemli ölçüde zayıflatması, sosyal ve mesleki itibarını koruyabilmesi
ile mesleğini icra edebilmesi açısından ciddi sonuçlar doğurması muhtemeldir.
Bu durumda sonuca dayalı nedenlerle başvurunun özel hayata saygı hakkı
kapsamında incelenebilir nitelikte olduğu kanaatine varılmış ve başvurucunun
mesleğini icra etmesinin engellenmesine ilişkin iddiaları bir bütün hâlinde
anılan hak kapsamında değerlendirilmiştir.
b. Kabul
Edilebilirlik Yönünden
60. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine
başvurulabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel
hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu
ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari
ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal
edildiğine ilişkin iddiaların öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri
sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme
kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No:
2012/403, 26/3/2013, § 16).
61. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen
hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek
ikincil nitelikte bir başvuru yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil
niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca
başvurucunun şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal
mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve
kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve
başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe
Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).
62. Her hâlükârda bir başvuru yolunun tüketilmesinin
gerekli olması için ulaşılabilir olması, ihlal iddiaları yönünden makul bir
başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesine sahip olması
gerekir. Belli bir başvuru yolunun soyut olarak belirtilen niteliklere sahip
olması yeterli değildir. Bu yolun uygulamada da anılan niteliklere sahip olması
ya da en azından sahip olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir. Bununla
birlikte soyut olarak makul bir başarı sunma kapasitesi bulunan bir yolun
uygulamada başarıya ulaşmayacağına dair şüphe, o başvuru yolunun
tüketilmemesini haklı kılmaz (Ramazan Korkmaz, B. No: 2016/36550,
19/7/2017, § 33).
63. Somut olayda çalışma izninin iptali ve yeniden
çalışma izni verilmemesine ilişkin idari kararların değerlendirilmesini
sağlamaya yönelik Millî Eğitim Bakanlığının talimatıyla komisyonlar kurulduğu
anlaşılmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının yazısı (bkz. § 19) incelendiğinde
valiliklerde oluşturulan komisyonların yeniden inceleme yaparak terör örgütüne
üyeliği veya örgütle iltisakı ya da irtibatı olmadığı tespit edilen kişilerin
Millî Eğitim Bakanlığına bildirmekle sınırlı bir işlevi bulunmaktadır.
Komisyonun bildirdiği kişilerin durumlarının Millî Eğitim Bakanlığında bakan
yardımcısı başkanlığında çalışan kurul tarafından değerlendirileceği
öngörülmüştür.
64. Millî Eğitim Bakanlığının komisyonun işleyişine
ilişkin açıklamaları ve mevzuat birlikte değerlendirildiğinde anılan komisyonun
kuruluşu, yapısı, çalışma usulü, komisyona başvuru şekli ve kararlarına karşı
başvuru yolları ile kararlarının niteliğine ilişkin bir düzenleme olmadığı
görülmüştür. Ayrıca komisyonun nasıl ve hangi belgelere göre bir inceleme
yapacağı ve doğabilecek zararların giderimine ilişkin karar alma yetkisine
ilişkin de bir açıklık mevcut değildir. Bu durumda komisyona başvuru yolunun
ileri sürülen hak ihlali iddialarını esastan incelemek suretiyle gerektiğinde
giderim sağlayabilecek nitelikte, tüketilmesi gereken etkili bir yol olduğu
kabul edilemez. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuru yapabilmesi için hak
ihlalini çözmede etkili ve yeterli bir yol olmadığı anlaşılan komisyona
başvurması beklenemez.
65. Bu durumla birlikte Anayasa Mahkemesi açısından idari
makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da
kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu
ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık
mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Mağdur sıfatının ortadan kalkması,
özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden
kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların
varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlıdır (Sadık Koçak ve diğerleri,
B. No: 2013/841, 23/1/2014 §§ 83, 84).
66. Anayasa Mahkemesinin anılan kararından hakkı ihlal
edilen kişinin mağdur sıfatının kalktığının kabul edilebilmesi için, ihlalin
(hukuka aykırılığın) tespit edilmesi ve ihlalin sonuçlarının giderilmesinin
gerektiği anlaşılmaktadır. Somut olayda ise başvurucu hakkında 29/7/2016
tarihinde getirilen çalışma yasağının komisyon kararıyla 28/5/2020 tarihinde
kaldırıldığı, bu süreçte başvurucunun mesleğini icra edemediği görülmüştür. Bir
genelgeyle kurulduğu anlaşılan komisyonun başvurucu hakkında tesis edilen
işlemin kanuniliğini tartışarak hukuka aykırı olduğunu tespit etmesinin mümkün
olmadığı ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde giderim sağladığına
dair bir verinin de bulunmadığı gözetildiğinde başvurucunun mağdur sıfatının
olduğu sabittir. Açıklanan gerekçeyle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve
kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de
bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Esas
Yönünden
67. Özel hayata saygı hakkına yönelik negatif ve pozitif
yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden
ayrılması her zaman mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif
yükümlülükler, her durumda özel hayata saygı hakkına keyfî surette müdahaleden
kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de özel hayata saygı hakkının
korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygının
güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar
(benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No:
2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No:
2013/4825, 24/3/2016, § 46; Tamer Mahmutoğlu, § 98).
68. Başvurucunun öğretmen olarak çalışmasına imkân
sağlayan çalışma izninin idare tarafından iptal edilerek başka bir kurumda
çalışmasına olanak verecek yeni bir çalışma izninin düzenlenmesinin
yasaklandığı, derece mahkemelerinin de bu işlemi onayladığı dikkate alındığında
başvurunun devletin negatif yükümlülükleri bağlamında incelenmesi gerektiği
değerlendirilmektedir.
(i) Müdahalenin
Varlığı
69. Başvurucunun çalışma izninin iptal edilmesi ve bir
daha özel öğretim kurumlarında çalışma izni verilmemesi şeklinde tesis edilen
idari işlemin yargı kararıyla iptal edilmeyerek kesinleşmesi, bu suretle
mesleğini yapma imkânından mahrum bırakılması nedeniyle başvurucunun özel
hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu sonucuna varılmıştır.
(ii) Müdahalenin
İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
70. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
71. Yukarıda belirlenen müdahale, Anayasa’nın 13.
maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 20.
maddesini ihlal edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde
öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru
amaç taşıma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmama kriterlerine uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir (R.G.
[GK], B. No: 2017/31619, 23/7/2020, § 82; Halil Berk, B. No: 2017/8758,
21/3/2018, § 49; Süveyda Yarkın, B. No: 2017/39967, 11/12/2019, § 32; Şennur
Acar, B. No: 2017/9370, 27/2/2020, § 34).
(1) Genel
İlkeler
72. Anayasa uyarınca temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamaların öncelikle kanunla öngörülmüş olması gerekir. Anayasa
Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre de Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan
kanunilik ölçütünün karşılanması için müdahale şekli anlamda bir kanuna
dayanmalıdır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013,
§ 31; Bülent Polat [GK], B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 75; Fatih
Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, § 65; Turgut Duman, B.
No: 2014/15365, 29/5/2019, § 66; Tamer Mahmutoğlu, § 103).
73. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir.
Kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu
noktada kanunun niteliği önem kazanmaktadır. Kanunla sınırlama ölçütü
sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade
etmekte; böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin
hukuku bilmesine de yardımcı olmakta; bu yönüyle hukuk güvenliği teminatı
sağlamaktadır (Halime Sare Aysal [GK], B. No: 2013/1789, 11/11/2015, §
62; Fatih Saraman, § 66; Turgut Duman, § 67; Tamer Mahmutoğlu,
§ 104).
74. Kanunun bu gerekliliklere uygun olduğunun
söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması, vatandaşların belirli bir
olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli
bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma
sağlaması, yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme
biçimlerini yeterli bir netlikte tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare
Aysal, § 63; Fatih Saraman, § 67; Turgut Duman, § 68; Tamer
Mahmutoğlu, § 105).
75. Hukukun kendisi -beraberinde getireceği idari
pratiğin dışında- söz konusu işlemin meşru amacını da gözönünde tutarak keyfî
müdahalelere karşı bireyi korumak için yetkili makamlara bırakılan takdir
yetkisinin kapsamını yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Diğer bir
anlatımla hukuk sistemi, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar
içinde müdahalelerde bulunma yetkisinin verildiğini açık ifadelerle ortaya
koyacak nitelikte olmalı ve bu bağlamda ilgili müdahalenin muhataplarına
müdahaleye zemin hazırlayan koşullar ile müdahalenin sonuçları açısından bir
öngörüde bulunabilmeleri imkânı tanımalıdır (Halime Sare Aysal, § 64; Fatih
Saraman, § 68; Turgut Duman, § 69; Tamer Mahmutoğlu, § 106).
76. Öte yandan her ihtimale çözüm getiremeyecek olan
yasal mevzuatın sağladığı koruma seviyesi, büyük ölçüde ilgili metnin
düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla
yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli
ölçülerde soyutluk içermesi ve buna bağlı olarak hukuki yardım ile tam olarak
anlaşılabilir hâle gelmesi tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı
görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli
ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya bırakabilir. Fakat bu takdir
alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın
öngörülebilirliği sağlayacak şekilde asgari bir kesinlik içermesi zaruridir (Halime
Sare Aysal, § 65; Fatih Saraman, § 69; Turgut Duman, § 70; Tamer
Mahmutoğlu, § 107).
77. Nihayetinde söz konusu koşulların yerine getirilip
getirilmediğini denetleyecek merci olan yargı organları, müdahalelere dayanak
olarak gösterilen kanuni düzenlemelerin erişilebilir, öngörülebilir ve kesin
nitelikte olup olmadığını irdelemekle, en başta da ilgili kanuni düzenlemeleri
önlerine gelen davalarda anılan çerçevede kalarak uygulamakla yükümlüdürler (Tamer
Mahmutoğlu, § 108).
(2) İlkelerin
Olaya Uygulanması
78. Derece mahkemelerinin kararları gözetildiğinde somut
olaya konu olan idari işlem, 667 sayılı OHAL KHK'sı, 5580 sayılı Kanun ile
Millî Eğitim Bakanlığının 21/7/2016 tarihli Genelgesi'ne dayandırılmıştır.
Öncelikle 667 sayılı OHAL KHK'sı ile millî güvenliğe tehdit oluşturduğu veya
terör örgütüyle ilişkili olduğu tespit edilen özel öğretim kurumlarının
kapatılmasına karar verildiği, bu kurumlarda çalışanların çalışma izinlerinin
iptal edilerek özel öğretim kurumlarında çalışma yasağı getirilmesine yönelik
bir düzenlemenin yapılmadığı görülmüştür.
79. 5580 sayılı Kanun'un 8. maddesinde gerekli şartları
taşıyan yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğreticiler sınıfında olan
kişilere özel öğretim kurumlarında çalışabilmeleri için ilgili valilikler
tarafından çalışma izni verilebileceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca anılan
Kanun'un 10. maddesi ile de teftiş raporuyla başarısızlık tespiti hâlinde,
çalışma izninin valilikler tarafından iptal edilebileceğinin düzenlendiği
görülmüştür. Çalışma iznine başvuru şekli ise Yönetmelik'in 26. maddesinde düzenlenmiştir.
Belirtilen Kanun ve Yönetmelik hükümleri birlikte değerlendirildiğinde özel
öğretim kurumlarında çalışabilmenin valilikler tarafından verilecek çalışma
iznine bağlandığı, bu kapsamda valiliklerce yapılacak inceleme sonucunda
mevzuatta belirtilen koşulları sağlayan kişiye iznin verilebildiği ancak bu
iznin sadece kişinin sözleşme yaptığı okulda çalışmasına olanak sağladığı
anlaşılmıştır.
80. Bu durumla birlikte ilgili mevzuatta özel öğretim
kurumunun kapatılması hâlinde çalışma izninin iptalinin gerektiğine ilişkin
açık bir hüküm bulunmamakta, çalışma izninin valilikler tarafından
verilebileceği ve iptal edilebileceğine dair genel düzenlemelere yer
verilmektedir. Ayrıca çalışma iznine tabi olarak mesleğini ifa eden bir kişinin
çalışma izninin iptal edilmesinin bir sonucu olarak kişiye doğrudan özel
kurumlarda çalışma yasağı getirilmesine ve böyle bir yasağın uygulanma
şartlarına ilişkin bir hükmün olmadığı görülmüştür. Bu durumda başvurucunun
çalıştığı okulun kapatılması nedeniyle çalışma izninin iptal edilerek kişiye
özel inceleme yapılmaksızın özel öğretim kurumlarında çalışmasının
yasaklanmasının kanuni dayanağının mevcut olmadığı söylenebilir.
81. Öte yandan idare ve yargı makamları yukarıda anılan
Kanun ve Yönetmelik hükümlerine atıfla başvurucunun özel hayatına yapılan
müdahalenin kanuni dayanağının olduğunu kabul etmişler ise de temel hak ve
hürriyetlerin sınırlandırılmasına dayanak gösterilen kanunların şeklen var
olması, kanunilik ölçütünün karşılandığının kabulü için tek başına yeterli değildir.
Ayrıca kanunun müdahaleye imkân sağlayacak şekilde maddi içeriğinin bulunması,
sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini içermesi
gerekir (benzer bir görüş için bkz. Tamer Mahmutoğlu, § 110).
82. Müdahaleye dayanak olarak gösterilen düzenlemeler
incelendiğinde çalışma izninin verilmesi ve iptaline ilişkin genel hükümlerin
yer aldığı, iptalin şartları, kapsamı ile idarenin takdir alanının sınırlarının
da yeterli açıklıkta belirlenmediği ve kuralın öngörülebilirliği sağlayacak
şekilde asgari bir kesinlik içermediği açıktır. Ayrıca söz konusu hükmün somut
olayda nasıl uygulanabilir olduğu konusunda derece mahkemelerince de herhangi
bir belirleme yapılamamıştır. Bunun yanında 667 sayılı OHAL KHK'sında sadece
özel öğretim kurumlarının kapatılmasına ilişkin hüküm olduğu, bu kurumlarda
çalışan öğretmen ve personelin bir daha özel öğretim kurumlarında
çalışamayacağına dair hiçbir hüküm yer almadığı, bu yasağın sadece Genelge ile
belirlendiği, bir düzenleyici idari işlemle temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasının mümkün olmadığı vurgulanmalıdır.
83. Belirtildiği üzere özel hayata saygı hakkına yönelik
bir müdahalenin Anayasa'nın öngördüğü güvencelere uygun kabul edilebilmesinin
ilk ve temel şartı müdahalenin kanuni dayanağının bulunmasıdır. Somut olayda
ise başvurucunun özel hayatına yapılan müdahalenin sonuç olarak Millî Eğitim
Bakanlığının bir genelgesine dayandığı sabittir.Buradan hareketle ilgili
kanunlarda açık bir düzenleme olmaksızın bir idari işlem ile başvurucunun mesleğini
icra etmesinin engellendiği anlaşılmıştır.
84. Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca başvuruya
konu müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı anlaşıldığından söz konusu
müdahale açısından diğer güvence ölçütlerine riayet edilip edilmediğinin ayrıca
değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.
85. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 20.
maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği
sonucuna ulaşılmıştır.
E. 6216 Sayılı
Kanun'un 50. maddesi Yönünden
86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı
şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda,
başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal
kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere hükmedilir…
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında
açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya
üzerinden karar verir."
87. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın
yenilenmesine ve 500.000TL maddi 500.000 TL manevi tazminata karar verilmesini
talep etmiştir.
88. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B.
No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl
ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi
diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine
getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına
geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret
etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).
89. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal
edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle
getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için
ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması,
ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan
kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların
giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması
gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
90. İncelenen başvuruda, başvurucunun mesleğini icra
etmekten alıkoyan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle
özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu
ihlalin çalışma izninin iptali ve çalışma yasağı öngören idari işlemden
kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan derece mahkemeleri de ihlali
giderememiştir.
91. Kanuni dayanağı bulunmadığı tespit edilen idari işlemler
nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararlar konusunda tam yargı davası, mümkün
olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin
sağlanması konusunda işlevseldir. Başvurucunun beyanına göre 28/5/2020 tarihli
Komisyon kararı ile çalışma izninin iptaline ve çalışma yasağına dair işlemin
kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İdarenin işlemini kaldırdığı ve
Anayasa Mahkemesinin de başvuru konusu idari işlemin kanuni dayanağının
olmadığını tespit ederek ihlal kararı verdiği hususu birlikte
değerlendirildiğinde, başvurucunun anılan idari işlemlerden kaynaklı zararları
oluşmuşsa doğrudan tam yargı davası açmasında hukuki bir engel bulunmadığı ve
bu konudaki hukuki belirliliğin ihlal kararı ile sağlandığı
değerlendirilebilir. Bu durumda iptal davası bağlamında yeniden yargılama
yapılması yönünde karar verilmesinde de hukuki yarar bulunmamaktadır.
92. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin
başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı
açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için
özel hayata saygı hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle
giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
93. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi
için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal
arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge
sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 4.500 TL vekâlet
ücretinden oluşanyargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi
gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,
B. 1. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin
iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin
iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
C. Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel
hayata saygı hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 20.000 TL tazminat ÖDENMESİNE,
tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin
başvurucuya ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun
Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 11. İdare
Mahkemesine (E.2017/1621), İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Yedinci İdari Dava
Dairesine (E.2018/461) ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/1/2022 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verildi.