logo
Bireysel Başvuru Kararları Kullanıcı Kılavuzu English

(Hasan Durmuş [GK], B. No: 2019/19126, 23/1/2025, § …)
Kararlar Bilgi Bankasında yayınlanan karar metni
editöryal düzeltmelere tabi tutulmuş olabilir.
   


 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

HASAN DURMUŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/19126)

 

Karar Tarihi: 23/1/2025

R.G. Tarih ve Sayı: 21/5/2025 - 32906

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Basri BAĞCI

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

 

 

Yılmaz AKÇİL

 

 

Ömer ÇINAR

 

 

Metin KIRATLI

Raportör

:

Kamber Ozan TUTAL

Başvurucu

:

Hasan DURMUŞ

Vekili

:

Av. Kadir ÇALIŞKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu kaydı iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescil edilen taşınmaz için hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına; makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

4. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar şöyledir:

6. Başvurucu 1961 doğumlu olup Yalova'da ikamet etmektedir.

7. Yalova'nın Çınarcık ilçesinde bulunan 546 parsel numaralı taşınmaz 1957 yılında yapılan kadastro tespitinde 10.800 metrekare yüz ölçümlü olarak tarla vasfıyla13/2/1952 tarihli tapu kaydına istinaden M.K. adına tespit edilmiştir. Kadastro tespiti itiraz edilmeksizin kesinleşmiştir. 546 numaralı parselden ifrazen oluşan 4792 parsel numaralı 312,90 metrekare yüz ölçümlü arsa vasfındaki başvuruya konu taşınmaz 19/11/1990 tarihinde başvurucu adına tapuda tescil edilmiştir.

8. Orman Genel Müdürlüğü 15/5/2008 tarihinde başvurucuya ait taşınmazın evveliyatında orman olduğunu ve kesinleşmiş orman tahdit sınırları içinde kaldığını belirterek tapu kaydının iptali ve orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmesi için dava açmıştır.

9. Yalova 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 31/12/2008 tarihinde davayı kabul etmiş ve tapu kaydının iptali ile taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; taşınmazın hâlihazırda orman vasfında olduğunu ve kesinleşmiş orman tahdit sınırları içinde kaldığını, dolayısıyla kök parsele uygulanan tapu kaydının hukuki geçerliliği olmadığını belirtmiştir. Temyiz edilmeyen karar 9/2/2009 tarihinde kesinleşmiştir.

10. Başvurucu 13/1/2014 tarihinde Hazineye karşı 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Başvurucu, iptale konu taşınmazı tapu siciline güvenerek edindiğini kaydetmiş ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL maddi tazminat talep etmiştir.

11. Davaya bakan Yalova 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) gerçekleştirdiği keşif sonrası hazırlanan bilirkişi raporunda, taşınmazın arsa vasfında olduğu ve dava tarihi itibarıyla değerinin 120.976,52 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde tazminat talebini bilirkişi raporundaki bedele yükselterek davasını ıslah etmiştir.

12. Mahkeme 10/2/2015 tarihinde davayı kabul etmiş ve 120.976,52 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Kararda, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tüm zararlardan devletin sorumlu olacağı belirtilmiş ve bilirkişi raporunun hükme esas alındığı kaydedilmiştir. Davalı Hazine kararı temyiz etmiştir.

13. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi (Yargıtay Dairesi) 26/1/2017 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararında Yargıtay Dairesi, başvurucunun zararının tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibarıyla oluştuğunu, taşınmazın değerinin belirlenmesinde bu tarihin esas alınması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca taşınmazın vasfının tespitine ilişkin bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu açıklayarak taşınmazın arsa vasfında olup olmadığının araştırılıp sonuca göre karar verilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

14. Mahkeme bozma kararına uyarak keşif icra etmiş ve bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi raporunda; taşınmazın arsa vasfında olduğu, değerinin tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibarıyla 38.521,12 TL olduğu açıklanmıştır.

15. Mahkeme 18/10/2018 tarihinde davanın kısmen kabulüyle 38.521,12 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Davanın tazminat miktarının kabul edilen kısmı için başvurucuya 4.587,32 TL vekâlet ücreti ödenmesine, reddedilen kısmı içinse 9.346,43 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalıya verilmesine karar vermiştir.

16. Taraflar temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu ayrıca temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını talep etmiştir. Yargıtay Dairesi 19/2/2019 tarihinde tarafların temyiz itirazlarını reddederek kararı onamış, temyiz isteminin duruşmalı yapılması nedeniyle 2.037 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir.

17. Yargıtay Dairesi 9/5/2019 tarihinde davalı Hazinenin karar düzeltme istemini reddetmiştir.

18. Başvurucu, nihai hükmü 23/5/2019 tarihinde öğrenmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

19. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.

..."

20. 6831 sayılı Kanun'un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz.

... "

21. 4721 sayılı Kanun'un "Sorumluluk" başlıklı 1007. maddesi şöyledir:

"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.

Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.

Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür."

22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "Yargılama giderlerinin kapsamı" başlıklı 323. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Yargılama giderleri şunlardır:

...

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler. ”

23. 6100 sayılı Kanun'un "Yargılama giderlerinden sorumluluk" başlıklı 326. maddesi şöyledir:

 “(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

 (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

 (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir. ”

24. 6100 sayılı Kanun'un "Vekâlet ücretinin taraf lehine hükmedilmesi" başlıklı 330. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir.”

25. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun "Avukatlık ücreti" başlıklı 164. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.

...

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

2. Yargıtay İçtihadı

26. 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru olan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların da 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararı).

27. Yargıtay, 4721 sayılı Kanun’un 1007. maddesi gereğince açılan davalarda tapu kaydının iptali nedeniyle tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse tazminat miktarının da o kadar olması gerektiğini belirtmektedir. Gerçek zararın ise tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalma olduğunu ve tazminat miktarının zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olacağını vurgulamaktadır. Yargıtay; zarara uğrayan kişinin gerçek zararının tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirleneceğini, bu tarihe göre tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği ve değerinin tespit edileceğini kaydetmektedir. Buna göre taşınmazın niteliği arazi ise net gelir metodu yöntemiyle, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değerin belirleneceğini belirtmektedir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 18/12/2023 tarihli ve E.2023/5696, K.2023/12709; Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 22/11/2022 tarihli ve E.2022/8445, K.2022/16587; (kapatılan) Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 17/9/2020 tarihli ve E.2017/10479, K.2020/3035; (kapatılan) Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 17/12/2019 tarihli ve E.2017/7105, K.2019/7358; (kapatılan) Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 27/6/2016 tarihli ve E.2015/2463, K.2016/7493 sayılı kararları).

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

29. AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir miktarda tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No. 2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72552/01, 30/6/2005, § 116).

30. AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Bununla birlikte AİHM, kadastrodan kaynaklanan mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tazminat ödenmeksizin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/1/2005, §§ 36-43; Turgut ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1411/03, 8/7/2008, §§ 86-93; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41). Devecioğlu/Türkiye (B. No: 17203/03, 13/11/2008) kararında da AİHM, tapu siciline güven ilkesi çerçevesinde satın alınan bir taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Devecioğlu/Türkiye, §§ 31-41).

31. Muharrem Güneş ve diğerleri/Türkiye (B. No: 23060/08, 24/11/2020) kararına konu olayda 1951 yılında başvurucuların murisi adına tapuya tescil edilen taşınmaz, 1997 yılında gerçekleştirilen kadastro çalışmaları sonunda tarımsal faaliyete uygun olmayan kayalık niteliğinde olmasından dolayı Hazine adına tescil edilmiştir. AİHM, başvurucuların tapularının iptal edilmesinin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi anlamında mülkten yoksun bırakma olduğunu kaydetmiştir. Tapuların iptaliyle takip edilen kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengenin sağlanıp sağlanmadığı kapsamında AİHM, iyi yönetişim ilkelerine yer vermiştir (Muharrem Güneş ve diğerleri/Türkiye, §§ 72-76). Türk hukukunda tapu siciline tescilin mülkiyetin devrini ve ayni hakkın oluşturulmasını sağladığını, başvurucuların tapuları iptal edilene kadar mülklerinden yararlandıklarını, tapu kaydına hukuki güven duydukları bir durumda bulunduklarını ve tapu siciline tescilin sağladığı hakları üçüncü kişilere karşı ileri sürebildiklerini belirtmiştir (Muharrem Güneş ve diğerleri/Türkiye, §§ 77-79). AİHM, tapu kaydının kamu makamları tarafından verildiğini, buna karşılık başvurucuların hileli veya yanıltıcı tutum ve davranışlarının söz konusu olmadığını, kamu makamlarının yapmış olduğu hataların düzeltilmesinin iyi niyetlerinde tartışma olmayan başvurucuların zararına gerçekleştirilmemesi gerektiğini açıklamıştır (Muharrem Güneş ve diğerleri/Türkiye, § 80). Sonuç olarak AİHM, tapu siciline tescil ile tapunun iptali arasında geçen yaklaşık kırk altı yıllık süre de gözetildiğinde kamu makamlarının ivedilikle ve iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etmediklerini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Muharrem Güneş ve diğerleri/Türkiye, §§ 81-83).

32. AİHM, adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının ve malike aşırı külfet yüklenip yüklenmediğinin değerlendirilmesinde tazminat tutarının önemli bir unsur olduğunu vurgulamakta; taşınmazın gerçek değerinin karşılanmamasının kural olarak adil dengeyi bozacağını kabul etmektedir. AİHM'e göre tazminat miktarı kural olarak taşınmazın mülkiyetinin kaybedildiği tarihteki değerine göre hesaplanmalıdır. Başka türlü yaklaşımlar az veya çok keyfîliğe ve belirsizliğe neden olabilir (Vistiņš ve Perepjolkins/Letonya [BD], B. No: 71243/01, 25/10/2012, §§ 110, 111). Bununla birlikte AİHM (1) No.lu Protokol'ün her olayda tam tazminat ödenmesini garanti etmediğini, kamu menfaatinin meşru amaçlarının bazı hâllerde (büyük ekonomik reformlar gibi) taşınmazın gerçek bedelinin altında tazminatı müstahak kılabileceğini ifade etmektedir (Vistiņš ve Perepjolkins/Letonya, § 112). AİHM, yanlışlıkla verilen bir tapunun iptal edilmesi çerçevesinde iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına yalnızca hatalarını düzeltmek için ivedilikle hareket etme yükümlülüğünü getirmediğini, aynı zamanda iyi niyet sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun başka bir telafi şeklini de kapsayabildiğini belirtmektedir (Beinarovič ve diğerleri/Litvanya, B. No: 70520/10, 12/6/2018, § 140;Lelas/Hırvatistan, B. No: 55555/08, 20/5/2010, § 74; Maksymenko ve Gerasymenko/Ukrayna, B. No: 49317/07, 16/5/2013, § 64; Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013 § 65).

33. Musa Tarhan/Türkiye (B. No: 12055/17, 23/10/2018) kararına konu olayda ise başvurucuya kamulaştırma kapsamında uygulanan satın alma usulünde 843,58 TL tutarında kamulaştırma bedeli teklif edilmiş, başvurucu bu teklifi kabul etmeyince Devlet Su İşleri kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davası açmıştır. Yapılan yargılama neticesinde davayı kabul eden asliye hukuk mahkemesi kamulaştırma bedelini 2.515,38 TL olarak tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca taraflar aleyhine birbirlerinden alınmak üzere 1.500 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar vermiştir. AİHM öncelikle başvurucunun kamulaştırma bedelini kısmen azaltan, masraf olarak ödenen para tutarının Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında mülk teşkil ettiğini vurgulamıştır (Musa Tarhan/Türkiye, § 72). AİHM müdahaleyi mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin genel kural çerçevesinde incelemeyi tercih etmiştir (Musa Tarhan/Türkiye, § 73).

34. AİHM başvurucu aleyhine vekâlet ücreti ödenmesi suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi adil denge ölçütü yönünden tartışarak sonuca varmıştır. AİHM'e göre ilk olarak uyuşmazlığın temeli mülkiyetten yoksun bırakmadır. Böyle durumlarda adil denge, mülkün değeriyle orantılı bir tazminatın ödenmesiyle sağlanmakta; aksi hâlde bireye aşırı bir külfet yüklenmektedir (Musa Tarhan/Türkiye, § 76). AİHM olayda başvurucu lehine 2.515 TL kamulaştırma bedeli ödenmesine karar verildiğini ancak yargılama süreci sonunda başvurucunun kamulaştırmayı yapan idareye 1.500 TL avukatlık ücreti ödemek zorunda kaldığını, aldığı tutarın ise kamulaştırma bedelinin %40'ına tekabül ettiğini vurgulamıştır (Musa Tarhan/Türkiye, § 77). AİHM kamulaştırma bedeline ilişkin davalar ile böyle bir yükümlülük içermeyen davalar arasındaki farka dikkati çekmiştir. AİHM başvurucuya ödenecek kamulaştırma bedelinin belirlendiği davalarda devletin bir elle verdiğini yargılama giderlerinin tahsili yoluyla diğer bir elle almasının aslında bir paradoks olarak göründüğünü vurgulamıştır (Musa Tarhan/Türkiye, § 78).

35. AİHM, başvurucunun satın alma görüşmeleri sırasında uzlaşmaması yüzünden davayı açmaya sebep olduğu yönündeki hükûmet görüşüne ise itibar edilemediğini açıklamıştır. AİHM'e göre davalı tarafın yargılama masraflarını ödemesinin meşru bir amacı olsa da somut olayda başvurucunun kaybeden taraf olarak nitelendirilmesi zor gözükmektedir. Bu bağlamda satın alma usulünde teklif edilen bedelin 843 TL olduğunu, mahkemenin ise sonuç olarak kamulaştırma bedelini bunun üç katı olan 2.515 TL olarak belirlediğini ifade etmiştir. Buna göre başvurucunun doğru kamulaştırma bedelini ödemeye zorlamak için idareye dava açtırmasında haklı olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca başvurucunun yargılama sürecinde aşırı bir talebinin veya karşı tarafın gereksiz masraf yapmasına yol açtığına dair bir davranışının da bulunmadığına dikkat çekmiştir. Bu çerçevede idarenin uzmanlarınca belirlenen bedelin üzerinde bir miktarın teklif edilemediğini, yapılan teklifin de taşınmazın değerinin altında olduğunu belirtmiştir. Buna göre başvurucunun yargılama sürecinin başlatılmasında bir sorumluluğu bulunmamaktadır (Musa Tarhan/Türkiye, §§ 79-82).

36. AİHM, söz konusu davada her iki taraf yararına da vekâlet ücretine hükmedildiği itirazı yönünden ise söz konusu yargılama giderleri bağlamındaki yükümlülüklerin birbirini iptal etmediğine vurgu yapmıştır. AİHM, başvurucunun idare tarafından yapılan ödemenin alıcısı olmadığını, ilgili tarafın her davada kendi avukatına ödeme yapacağını belirtmiştir. Ayrıca 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin idarenin ödeyeceği vekâlet ücretinin başvurucunun avukatına ödenmesini gerektirdiğini zira uyuşmazlığın kaynağının kamulaştırma olduğunu ve başvurucunun bu davanın açılmasında bir sorumluluğu bulunmadığını ifade etmiştir. İkinci olarak yargılama sonunda hükmedilen tutardan idareye ödenecek vekâlet ücreti de düşüldükten sonra kalan tutarın kamulaştırma bedelinin %40'ına denk gelmesi nedeniyle başvurucunun kamulaştırma bedelinin önemli bir kısmından mahrum kaldığını açıklamıştır. AİHM, belirli durumlarda ise bunun aksinin gerçekleşebileceği ihtimalini uzak tutmamıştır (Musa Tarhan/Türkiye, §§ 83-86).

37. AİHM sonuç olarak kamulaştırma bedelinde önemli ölçüde azalma meydana geldiği ve bu sonuca başvurucunun davranışının yol açtığı gösterilemediğinden başvurucunun kamulaştıran idarenin avukatlık ücretini ödemeye mahkûm edilmesinin ona aşırı bir külfet yüklediğini ve kamu yararı ile bireyin hakları arasındaki adil dengenin bozulduğunu değerlendirmiştir. Bu sebeple mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Musa Tarhan/Türkiye, §§ 88, 89).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Anayasa Mahkemesinin 23/1/2025 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

39. Başvurucu, yerleşik içtihada uygun olarak taşınmazın dava tarihindeki değerine hükmedilmişken temyiz aşamasında içtihat değişikliğine gidilerek zararın doğduğu tarihe göre tazminat miktarının belirlenmesi sonucunda tazminat miktarının düştüğünü ileri sürmüştür. Tazminat davasının açılmasında veya dava değerinin ıslahla arttırılmasında kusuru olmadığını kaydeden başvurucu, davalı idarenin kusurlu işlemi nedeniyle zarara uğradığı gibi ayrıca açılmasında kusuru bulunmadığı bir davada Mahkeme ve Yargıtay Dairesince aleyhine vekâlet ücretlerine hükmedilmesinden yakınmış; bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

40. Bakanlık görüşünde; kamu makamlarından temin edilen bilgi ve belgelerin, Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

41. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucu, tazminat bedelinin yanında ayrıca aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinden yakınmaktadır. Sadettin Ekiz (B. No: 2016/9364, 9/5/2019) kararında kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin şikâyet mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir. Somut olayda da tazminat bedelinin belirlenmesi ile vekâlet ücretinin tazminat bedeline etkisine yönelik iddialar mülkiyet hakkını ilgilendirdiğinden başvurunun mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

44. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, § 31). Somut olayda iptale konu taşınmaz tapu sicilinde başvurucu adına tescil edildiğinden mülkün varlığı sabittir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, B. No: 2015/1203, 23/5/2018, § 61; Arzu Kocakaya ve diğerleri, B. No: 2018/34900, 13/1/2022, § 47).

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

46. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

47. Başvurucuya ait taşınmazın, tapu kaydının yargı kararıyla iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tapuya tescil edilmesi başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Söz konusu taşınmazın devlet ormanı vasfını koruduğundan tapusunun hukuki geçerliliği bulunmadığı gerekçesiyle tapu kaydının iptal edildiği gözetildiğinde müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

49. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesi de gözönünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

50. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

51. Temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanma hakkının bir uzantısı olarak Anayasa'nın 169. maddesinde ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda 6831 sayılı Kanun'un 1. maddesinde de tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık topluluklarının yerleriyle birlikte orman sayılacağı hüküm altına alınmış, aynı Kanun'un 2. maddesinin üçüncü fıkrasında bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamayacağı düzenlenmiştir (bkz. §§ 19, 20). Anılan kanun hükümlerinin ulaşılabilir, öngörülebilir ve belirli olduğunda kuşku bulunmadığından başvuruya konu müdahalenin kanuna dayalı olduğu sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemile Gökhan ve diğerleri, § 70; Arzu Kocakaya ve diğerleri, § 54).

ii. Meşru Amaç

52. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

53. Anayasa'nın 169. maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunması ve geliştirilmesi konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Anayasa'nın 169. maddesinin birinci fıkrası gereğince devlet, doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden biri olan ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gereken tedbirleri alıp kanun koymak ve bütün ormanların gözetimi ödevini yerine getirmek durumundadır (AYM, E.2013/96, K.2014/118, 3/7/2014). Anayasa'nın 43. ve 169. maddelerinde temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasaklanmıştır. Bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı değildir (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Bu bağlamda somut olayda da devletin hüküm ve tasarrufu altındaki ormanların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesinde kamu yararına dayalı meşru bir amaç bulunmaktadır.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

54. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahaleyle ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

55. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir denge kurulmalıdır. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

56. İdarenin ölçülülük bağlamında iyi yönetişim ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü vardır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir husus söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idarelerin kendi hatalarının sonuçlarını gidermeleri ve bireylere yüklememeleri gerekir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100). Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan malların korunması amacıyla mülkiyet hakkına müdahale edilmesi meşru olmakla birlikte bu kamusal külfetin tamamının mülk sahiplerine yüklenemeyeceği ve kanun koyucunun buna uygun çözüm yolları bulması gerekeceği açıktır (AYM, E.2009/31, K.2011/77, 12/5/2011). Kamuya ait orman ve diğer malların korunmasındaki kamu yararı amacı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında makul denge, başvurucuya tazminat ödenmesi veya başvurucunun zararının başka yollarla telafi edilmesi şartıyla sağlanabilir (Hüseyin Akbulut ve Yusuf Akbulut, B. No: 2014/7643, 6/4/2017, § 32).

57. Mülkiyet hakkından yoksun bırakılma biçimindeki müdahalelerde adil dengenin sağlanması için hükmedilmesi gereken tazminatın miktarı kural olarak taşınmazın müdahale anındaki gerçek (tam) değeridir. Taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçenekler taşınmazın değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014). Öte yandan kamu yararının zorunlu kıldığı çok istisnai hâllerde taşınmazın gerçek değerinin altında tazminat ödenebilir (Arzu Kocakaya ve diğerleri, § 60).

58. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğunu, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere devletin rücu edebileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında Yargıtay içtihadına dayanarak 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen tazminat yolunun kadastro tespiti aşamalarındaki işlemlerden doğan zararların telafisi yönünden de etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 25; Ahmet Hilmi Serter, B. No: 2014/10954, 17/11/2016, §§ 41, 42; Hatice Avcı ve diğerleri, B. No: 2014/9788, 22/9/2016, §§ 74-76).

59. Tapu kayıtlarının oluşturulması ve tutulması kamu makamlarının gözetiminde olduğuna göre orman olmasına rağmen hatalı olarak bu kayıtların oluşturulması hâlinde de yine devletin sorumlu olması tabiidir. Orman olan taşınmazların korunması bağlamında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmakta ise de devletin verdiği tapuya dayanarak mülkiyet hakkı sahibi olan başvurucunun da menfaatlerinin gözetilmesi ve bu çerçevede idarenin hatalı işleminin bütün sonuçlarının başvurucuya yüklenmemesi gerekmektedir. Bu bağlamda tapunun iptal edilmesi karşılığında tazminat ödenmesinin başvurucuya yüklenen külfeti hafifletecek ve kamu yararı ile bireysel menfaatlerin dengelenmesini sağlayacak önemli bir araç olduğu söylenebilir (Arzu Kocakaya ve diğerleri, § 65).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

60. Tapuya tescil edilen bir taşınmazın yargı kararıyla Hazine adına tescil edilmesi ormanların korunması bağlamında kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerse de mülkten yoksun bırakılan başvurucuya herhangi bir tazminat ödenmemesi idarenin hatasından doğan zarara bütünüyle başvurucunun katlanması sonucunu doğuracaktır (Cemile Gökhan ve diğerleri, § 86). Somut olayda tapu kaydı iptal edilen başvurucunun açtığı devletin sorumluluğuna dayalı tazminat davası kısmen kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucu tamamen tazminattan mahrum kalmamıştır. Bununla birlikte başvurucu, dava tarihi esas alınarak taşınmazın değerinin belirlenmemesi ve aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle tazminat bedelinin düşük kaldığını ileri sürmüştür. Bu durumda idarenin hatalı işlemi sonucunda mülkünden yoksun kalan başvurucuya ödenecek bedelin somut olayın şartlarında başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yükleyip yüklemediği değerlendirilmelidir.

61. İlk olarak başvurucunun taşınmazın değerinin belirlenmesinde tazminat davasının açıldığı tarih yerine tapunun iptal edildiği tarihin esas alınmasının yerleşik içtihada aykırı olduğuna yönelik şikâyeti incelenmelidir. Anayasa Mahkemesi Arzu Kocakaya ve diğerleri kararında taşınmazın müdahale anındaki değerinin hesaplanması dışındaki seçeneklerin taşınmaz değerinde sonradan meydana gelen artış veya azalmalar nedeniyle malikin haksız kazanç elde etmesine veya haksız yere zarara uğramasına yol açabileceğini açıklamıştır. Bu bağlamda malikin mülkiyet hakkıyla ormanların korunması amacı arasındaki adil dengenin sağlanmasında taşınmazın güncel değerinin verilmesi gerektiğinin söylenemeyeceğini, nitekim AİHM'in yaklaşımının da taşınmazın mülkiyetinin yitirildiği tarihteki değerinin verilmesi yönünde olduğunu belirtmiştir (Arzu Kocakaya ve diğerleri, § 65). Somut olayda da taşınmazın değeri tapu kaydının iptal edilmesine ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarih esas alınmak suretiyle belirlenmiştir. Dolayısıyla Mahkemenin ihtilaf konusu taşınmazın tapusunun iptal edildiği tarihteki değerini esas alarak tazminat miktarını belirlemesi keyfî ve temelsiz değildir.

62. Başvurucunun diğer şikâyeti ise davanın açılmasında ve bilirkişi raporuna istinaden dava değerini arttırmasında bir kusuru bulunmamasına rağmen aleyhine vekâlet ücretlerine hükmedilmesine ilişkindir. Anayasa Mahkemesi önünde çözüme kavuşturulması gereken sorun başvurucunun ıslahtan doğan sorumluluğu veya aleyhine vekâlet ücretine hükmedilip hükmedilemeyeceğinden öte, tapusu iptal edilen başvurucunun yargılama sonucunda elde ettiği tazminatın adil dengeyi sağlayıp sağlamadığına ilişkindir. Diğer bir deyişle mülkünden yoksun bırakılan başvurucuya kişisel olarak aşırı ve orantısız bir külfet yüklenip yüklenmediği incelenmelidir.

63. Başvurucu 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak açtığı davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000 TL tazminat talep etmiş, sonrasında Mahkemece alınmak suretiyle taşınmazın değerinin belirlendiği bilirkişi raporunda gösterilen bedeli esas alarak tazminat talebini 120.976,52 TL'ye çıkarmıştır. Mahkeme de söz konusu bilirkişi raporunu hükme esas alarak davayı kabul etmiştir. Kararın bozulması üzerine alınan bilirkişi raporunda tapunun iptal tarihi itibarıyla taşınmazın değeri yeniden belirlenmiştir. Mahkeme, tapu kaydının iptal edilmesinden doğan zarardan idarenin sorumlu olduğunu belirtmiş; tazminat talebini ise kısmen kabul ederek başvurucuya 38.521,12 TL maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca davanın kabul edilen kısım için 4.587,32 TL vekâlet ücretinin başvurucuya verilmesine, öte yandan reddedilen kısım yönünden ise 9.346,43 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı Hazineye ödenmesine hükmetmiştir. Bunun yanında tarafların temyiz itirazlarını reddeden Yargıtay Dairesi de başvurucunun duruşma istemiyle temyiz talebinde bulunduğundan bahisle davalı idareye 2.037 TL vekâlet ücreti ödemesine karar vermiştir. Bu hâliyle yargılama sonucunda başvurucunun davalı Hazineye ödeyeceği toplam tutarın 11.383,43 TL'ye ulaştığı görülmektedir.

64. Anayasa Mahkemesi haksız yere davanın açılmasına sebebiyet veren veya dava sırasında karşı tarafın gereksiz yere masraf yapmasına yol açan ilgili tarafın yargılama giderlerini ödemekle sorumlu tutulmasının müdahaleyi orantılı kılabileceğini kabul etmektedir (Sadettin Ekiz, § 64). Bununla birlikte başvuruya konu olayda vekâlet ücretine hükmedilen dava, kamu makamları tarafından açılan bir dava olmayıp devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna dayalı bir tazminat davasıdır. Söz konusu uyuşmazlığın temelini ise başvurucunun taşınmazının idare tarafından tapu kaydının iptal edilerek mülkten yoksun bırakılması oluşturmaktadır.

65. Tapu siciline güvenerek taşınmazı edindiğini iddia eden başvurucunun açtığı tazminat davasında, tapunun iptal edilmesinden doğan zarardan devletin sorumlu olduğu kabul edilerek başvurucu lehine tazminata hükmedilmiştir. Tapusu iptal edilerek mülkünden yoksun bırakılan başvurucunun tazminat elde edebilmek için idareye karşı dava açmak zorunda olduğu belirtilmelidir. Dolayısıyla yargılama süreci sonucunda devletin tazminat ödemekle sorumlu tutulmuş olması da gözetildiğinde tapusu iptal edilen başvurucunun davanın açılmasına sebebiyet verdiği söylenemez. Yine yargılama sürecinde başvurucunun taşınmazın ediniminde iyi niyetinin aksini gösterir bir değerlendirme de yapılmamıştır. Kaldı ki tapu kaydının iptal edilmesi neticesinde mülkünden yoksun kalan başvurucunun tazminat davası açması dışında iddiasını ileri sürebileceği etkili başka bir idari veya yargısal başvuru yolunun varlığı da kamu makamlarınca ortaya konulmamıştır. Ayrıca taşınmazın tapu siciline tescili ile tapu kaydının iptali arasında uzun bir sürenin geçtiği de belirtilmelidir.

66. Somut olayda değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretleri tutarı ile tazminat miktarı arasındaki orantılılıktır. Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan sorumlu olduğunun kabul edildiği yargılamanın sonucunda başvurucuya 38.521,12 TL maddi tazminat ödenmesine hükmedilmiş, bununla birlikte başvurucu 11.383,43 TL vekâlet ücretini yine tapusu iptal edilerek adına tescil edilmiş olan davalı Hazineye ödemek durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu tutar ise hükmedilen tazminat miktarının yaklaşık % 29,55'ine tekabül etmektedir.

67. Diğer taraftan başvuruya konu olayda uzmanlık gerektiren bir konu olan taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla Mahkemenin aldığı ve ilk kararında da hükme esas aldığı bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun davanın değerini arttırdığı not edilmelidir. Bu durum ise bozma kararı sonrası alınan yeni bilirkişi raporunda belirlenen miktar üzerinden davanın kabul edildiği yargılama süreci sonucunda -devletin tazminat sorumluluğu kabul edilmekle birlikte- başvurucu aleyhine tazminat tutarının %29,55 oranına karşılık gelecek vekâlet ücretine hükmedilmesine neden olmuştur. Bu hâliyle teknik bir konuda Mahkemece tanzim ettirilen ve hükme esas alınmış olan ilk bilirkişi raporuna dayanarak başvurucunun ıslah talebinde bulunduğunu kaydetmek gerekir.

68. Öte yandan söz konusu davada başvurucu lehine de 4.587,32 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiş ise de 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesi uyarınca başvurucunun lehine hükmedilen vekâlet ücretini avukatına ödemekle yükümlü olduğu gözönüne alınmalıdır. Bu hâliyle başvurucunun ödemek durumunda kaldığı vekâlet ücreti kendi yararına ödenen vekâlet ücretinin doğrudan bir karşılığı olarak görülemeyecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Sadettin Ekiz, § 67). Başvurucunun açtığı davada tazminat talebi tutar yönünden kısmen kabul edilmiş ise de söz konusu davanın 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde öngörülen devletin tapu sicilinden tutulmasından doğan sorumluluğuna dayalı tazminat davası olduğunu ve yargılama sonucunda devletin tazminat sorumluluğunun doğduğunun kabul edildiğini hatırlatmak gerekir. Dolayısıyla hükmedilen tazminat bedeli ile başvurucuya yüklenen vekâlet ücretleri kıyaslandığında başvurucunun tazminat bedelinin önemli bir kısmından mahrum bırakıldığı ve elinde kalan tazminat miktarının mülkün gerçek değerinin altında kalmasına yol açıldığı kanaatine varılmıştır. Bir başka ifadeyle mülkten yoksun bırakma şeklinde gerçekleştirilen müdahale nedeniyle açılan davada başvurucu lehine hükmedilen tazminat tutarının önemli ölçüde aşındığı anlaşılmaktadır.

69. Sonuç olarak orman vasfında olmasına rağmen hatalı olarak oluşturulan tapu kaydının iptalinden doğan zarardan devletin sorumlu olduğu hükmüne varılan bir yargılamanın gerçekleştirildiği görülmektedir. Söz konusu yargılama süreci sonunda lehine tazminata hükmedilen başvurucunun somut olayın koşullarında iyi yönetişim ilkesine uygun hareket ettiği söylenemeyecek olan davalı idareye, adil dengeyi sağlaması gereken mahkemelerce belirlenmiş taşınmazın değeriyle uyumlu tazminat miktarını önemli ölçüde azaltacak tutarda vekâlet ücreti ödemek zorunda bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum ise taşınmazın müdahale anındaki gerçek değerinde önemli ölçüde azalmaya neden olduğundan başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahaleye dayanak kamu yararının gerekleri arasındaki adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olduğundan başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

71. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

72. Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa'nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

73. Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın sonucuyla ilgili olarak bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir (Hasan Sarıcı [GK], B. No: 2018/37695, 9/10/2024, § 55).

74. İhlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Yalova 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/142, K.2018/376) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.364,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/1/2025 OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

I. KARAR KİMLİK BİLGİLERİ

Kararı Veren Birim Genel Kurul
Karar Türü (Başvuru Sonucu) Esas (İhlal)
Künye
(Hasan Durmuş [GK], B. No: 2019/19126, 23/1/2025, § …)
   
Başvuru Adı HASAN DURMUŞ
Başvuru No 2019/19126
Başvuru Tarihi 28/5/2019
Karar Tarihi 23/1/2025
Resmi Gazete Tarihi 21/5/2025 - 32906
Basın Duyurusu Var

II. BAŞVURU KONUSU


Başvuru, tapu kaydı iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescil edilen taşınmaz için hükmedilen tazminat miktarının yetersiz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

III. İNCELEME SONUÇLARI


Hak Müdahale İddiası Sonuç Giderim
Mülkiyet hakkı Kadastro, tapu, orman, kıyı, mera İhlal Yeniden yargılama

BASIN DUYURUSU

21.5.2025

BB 6/25

Hazine Adına Tescil Edilen Taşınmaz İçin Hükmedilen Tazminatın Yetersiz Olduğu İddiasıyla Yapılan Başvuruya İlişkin Karar

 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 23/1/2025 tarihinde Hasan Durmuş (B. No: 2019/19126) başvurusunda Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 

 

Olaylar

M.K. adına kayıtlı taşınmazın parsellere ayrılması ile oluşan başvuruya konu taşınmaz 19/11/1990 tarihinde başvurucu adına tapuda tescil edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü, başvurucuya ait taşınmazın evveliyatında orman olduğunu ve kesinleşmiş orman tahdit sınırları içinde kaldığını belirterek tapu kaydının iptali ve orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmesi için 15/5/2008 tarihinde dava açmıştır. Yargılama sonucunda mahkeme, taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman vasfıyla Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir.

Akabinde başvurucu, Hazine aleyhine fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle maddi tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucu, yargılama sürecinde düzenlenen bilirkişi raporunda belirtilen bedel olan 120.976,52 TL’ye yükselterek talebini ıslah etmiş; mahkeme bilirkişi raporunda belirtilen bedelin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.

Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay, taşınmazın değerinin belirlenmesinde tapu iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarihin esas alınması gerektiğini belirterek hükmü bozmuştur. Bunun üzerine mahkeme, yeniden keşif yapmış ve ek bilirkişi raporu almıştır. Raporda taşınmazın tapu iptal ve tescil kararının kesinleşme tarihi itibarıyla değerinin 38.521,12 TL olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, 38.521,12 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, kabul edilen tazminat miktarı üzerinden başvurucu lehine 4.587,32 TL, reddedilen kısmın karşılığı olarak ise başvurucudan tahsil edilerek davalı Hazineye verilmek üzere 9.346,43 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. Tarafların temyiz başvuruları üzerine Yargıtay, itirazları yerinde görmeyerek ilk derece mahkemesi kararını onamış ve 2.037 TL vekâlet ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir.

İddialar

Başvurucu, tapu kaydı iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescil edilen taşınmaz için hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Somut olayda tapu siciline güvenerek taşınmazı edindiğini iddia eden başvurucunun açtığı tazminat davasında, tapunun iptal edilmesinden doğan zarardan devletin sorumlu olduğu kabul edilerek başvurucu lehine tazminata hükmedilmiştir. Tapusu iptal edilerek mülkünden yoksun bırakılan başvurucu, tazminat elde edebilmek için idareye karşı dava açmak zorundadır. Dolayısıyla yargılama süreci sonucunda devletin tazminat ödemekle sorumlu tutulması da gözetildiğinde tapusu iptal edilen başvurucunun davanın açılmasına sebebiyet verdiği söylenemez.

Somut olayda değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise başvurucu aleyhine hükmedilen vekâlet ücretleri tutarı ile tazminat miktarı arasındaki orantılılıktır. Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zarardan sorumlu olduğunun kabul edildiği yargılamanın sonucunda başvurucuya 38.521,12 TL maddi tazminat ödenmesine hükmedilmiş, bununla birlikte başvurucu 11.383,43 TL vekâlet ücretini yine tapusu iptal edilerek adına tescil edilmiş olan davalı Hazineye ödemek durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu tutar ise hükmedilen tazminat miktarının %29,55’lik kısmına karşılık gelmektedir.

Diğer taraftan başvuruya konu olayda uzmanlık gerektiren bir konu olan taşınmazın değerinin belirlenmesi amacıyla mahkemenin aldığı ve ilk kararında da hükme esas aldığı bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun davanın değerini arttırdığı gözönünde bulundurulmalıdır. Bu durum bozma kararı sonrası alınan yeni bilirkişi raporunda belirlenen miktar üzerinden davanın kabul edildiği yargılama süreci sonucunda -devletin tazminat sorumluluğu kabul edilmekle birlikte- başvurucu aleyhine tazminat tutarının %29,55 oranına karşılık gelecek vekâlet ücretine hükmedilmesine neden olmuştur. Bu hâliyle teknik bir konuda mahkemece tanzim ettirilen ve hükme esas alınmış olan ilk bilirkişi raporuna dayanarak başvurucunun ıslah talebinde bulunduğunu kaydetmek gerekir.

Öte yandan söz konusu davada başvurucu lehine de 4.587,32 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiş ise de 1136 sayılı Avukatlık Kanunu uyarınca başvurucunun lehine hükmedilen vekâlet ücretini avukatına ödemekle yükümlü olduğu gözönüne alınmalıdır. Bu hâliyle başvurucunun ödemek durumunda kaldığı vekâlet ücreti kendi yararına ödenen vekâlet ücretinin doğrudan bir karşılığı olarak görülemeyecektir. Dolayısıyla hükmedilen tazminat bedeli ile başvurucuya yüklenen vekâlet ücretleri kıyaslandığında başvurucunun tazminat bedelinin önemli bir kısmından mahrum bırakıldığı ve elinde kalan tazminat miktarının mülkün gerçek değerinin altında kalmasına yol açıldığı kanaatine varılmıştır. Bir başka ifadeyle mülkten yoksun bırakma şeklinde gerçekleştirilen müdahale nedeniyle açılan davada başvurucu lehine hükmedilen tazminat tutarının önemli ölçüde aşındığı anlaşılmıştır.

Sonuç olarak orman vasfında olmasına rağmen hatalı olarak oluşturulan tapu kaydının iptalinden doğan zarardan devletin sorumlu olduğu hükmüne varılan bir yargılamanın gerçekleştirildiği görülmektedir. Söz konusu yargılama süreci sonunda lehine tazminata hükmedilen başvurucunun somut olayın koşullarında iyi yönetişim ilkesine uygun hareket ettiği söylenemeyecek olan davalı idareye, adil dengeyi sağlaması gereken mahkemelerce belirlenmiş taşınmazın değeriyle uyumlu tazminat miktarını önemli ölçüde azaltacak tutarda vekâlet ücreti ödemek zorunda bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum ise taşınmazın müdahale anındaki gerçek değerinde önemli ölçüde azalmaya neden olduğundan başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahaleye dayanak kamu yararının gerekleri arasındaki adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olduğundan başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüzdür.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Bu basın duyurusu Genel Sekreterlik tarafından kamuoyunu bilgilendirme amacıyla hazırlanmış olup bağlayıcı değildir.

  • pdf
  • udf
  • word
  • whatsapp
  • yazdir
T.C. Anayasa Mahkemesi